Gönlümüzde yara, tarihimizde kara bir lekedir.

Bizler bu acı olayı da İslâm’a uygun bir çerçevede hatırlamak ve değerlendirmek zorundayız. Müslümanlar olarak bidatlerden ve İslami olmayan uygulamalardan uzak bir etkinlik içerisinde bu acı günü hatırlamak durumundayız. Bizler biliyoruz ki Rabbimiz zalimlerin yapmış oldukları zulümlerinin karşılığını hesap gününde verecektir. Onlar kılıçlarını kana buladı, bizlerde dillerimizi kana bulamaktan Allah’a sığınalım.

İslâm tarihinde Müslümanların gönlünde derin izler bırakan Kerbela hadisesi, Peygamber Efendimiz (sav)’in torunu Hz. Hüseyin (R. Anh)’ın, Hz. Muaviye (R. Anh)’ın oğlu Yezid’in Kufe valisi İbni Ziyad tarafından şehid edilmesi vakasıdır. Bu vaka, Emevîlerin Müslüman halkın desteğini önemli ölçüde kaybetmesine sebep olmuş ayrıca Emevi devletinin yıkılışına kadar yönetim aleyhtarı faaliyetlerin en önemli sloganı haline gelmiştir. Bu vakayı kendi lehleri yönünde en iyi kullananlar ise Abbâsîler’dir. Bu sebepledir ki İslâm tarihçileri Emevî devletinin yıkılış nedenleri arasında Hz. Hüseyin (R. Anh)’ın öldürülmesini başat neden olarak alırlar.
Bazı tarihçiler, hadisenin Ehl-i Beytten 70’ten fazla kişinin şehit edilmeleri ile sonuçlanmasında Hz. Hüseyin (R. Anh)’ın da ihmali olduğuna dikkat çekerler. Onlara göre pek çok Sahâbi O’na Mekke’yi terk edip Kûfe’ye gitmemesini, mutlaka harekete geçmesi gerekiyorsa bunun yerine Yemen’i tercih etmesi konusunda uyarıda bulunmalarına rağmen Hz. Hüseyin (R. Anh), tek başına karar vererek ikazları dikkate almamış, istişare prensibine aykırı davranmıştır. Üstelik düşmanla muharebeye giderken de önlem alıp yanında kendisini koruyacak kadar asker bulundurmamış, bu şekilde harekete girişerek aile fertlerinin de canlarını tehlikeye atmıştır. Kûfelilerin güvenilmez insanlar olduğunu babası ve ağabeyinin tecrübelerinden açıkça bilmesi, ayrıca temsilcisi olarak gönderdiği Müslim b. Akîl’in öldürüldüğü haberini almasına rağmen geri dönmemiş ve Kûfe’ye hareketini sürdürmüştür. Onun bu davranışı Ehl-i Beyt’in büyük bir kısmının şehid olmasına sebep olmuştur.

İslâm toprakları fetihler ve kendiliğinden İslâm’ı seçen ülkelerle beraber geniş bir bölgeye yayılmıştır. Hiç şüphesiz İslâm ile yeni tanışan bu topraklardaki insanlar İslâm’da yer almayan kendilerine ait örf ve adetleri ve bidat olarak nitelendirilen birçok uygulamayı ne yazık ki İslâm içerisine sokmuşlardır. Ayrıca Yunanlılara ait felsefi eserlerin de Arapçaya tercüme edilmesi ile beraber saf ve kesin bir inanca sahip olan İslâm âleminde fikri ayrılıklar, özellikle Allah inancı ve kader konusunda farklı söylemler ortaya çıkmıştır. Bazıları Kur’an-ı Kerim’de Rabbimiz ile ilgili ayetleri zahiri olarak almış ve Allah’a insan has özellikler vasfetmiştir (Müşebbihe). Büyük günah konusunda farklı sesler (Mutezile) çıkmaya başlamış. Kimleri kader konusunda aşırılığa kaçarak Allah’ın bir müdahalesinin olmadığını (Kaderiye), kimleri ise insanın bir müdahalesinin olmadığını (Cebriye) iddia ederek farklı mezheplerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Tabii ki argümanları o dönem için kuvvetli olduğundan sahabeden bazılarını dahi etkileyebilmişlerdir. Hz. Hüseyin (R. Anh)’ın da Kerbela olayında ki tutumu özellikle Abdullah b. Mutî’nin uyarısına karşı; “Senin sözünü ettiğin bu durumu biliyorum. Fakat Azîz ve Celîl olan Allah’ın emrine hiçbir kimse karşı gelemez” sözünden bu mezheblerin etkisinde kaldığını anlıyoruz. “Peygamber torunu da mı bu etkide kalabilir” diye bir soru akla gelebilir. Peygamber olmadıktan sonra kim olursa olsun bu etkide kalabilir, hata ve günah işleyebilir. Lakin şu unutulmamalıdır ki Peygamberlerden sonra en fazliletli insanlar Peygamber efendimizin sahabileridir.

Yezid'in iktidarı ele almasından sonra Kûfeliler Hz. Hüseyin (R. Anh)'a mektuplar göndererek (Bu mektuplarda Kufeli 10 kişinin imzasının bulunduğu belirtilmektedir), onu dâvet edip, yanlarına geldiği takdirde kendisini Emirü'l-mü'minin ilan edeceklerini belirtmişlerdi. Hz. Hüseyin (R. Anh), Medine'den Mekke'ye gidip buradan Küfelilerle haberleşmeye başlamıştı. Kûfelilerin durumunu kesin olarak anlamak için de amcasının oğlu Müslim b. Akil'i Kûfe'ye göndermişti. Müslim Kûfe'de durumun iyi olduğunu, insanların bey'at için hazır bulunduklarını bildiren bir mektup gönderdi. Hz. Hüseyin (R. Anh) bu haberden sonra kesin karar verip Kûfe'ye gitme hazırlıklarına başladı.

Hz. Hüseyin (R. Anh) Kûfe yolculuğuna hazırlanırken, Abdullah İbn Abbâs, bu yolculuktan vazgeçmesini ısrarla istemişti. Aynı şekilde Abdullah ibn Ömer ve tabiunun ileri gelen âlimlerinden İmam Şa'bî de Hz. Hüseyin (R. Anh)'ın Kûfe'ye gitmemesini istemişler, özellikle Iraklılara (Kufelilere) güvenilmeyeceğini vurgulamışlardı. Ama Hz. Hüseyin (R. Anh) Kûfe'ye gitme konusunda kesin kararlıydı. Yine Irak’tan gelen Hz. Abdullah b. Mutî (R. Anh), Hz. Hüseyin (R. Anh)’a “Allah adına senden geri dönmeni istiyoruz. Allah’a yemin ederim ki sen sadece keskin kılıçlar üzerine gidiyorsun. Sana bu haberleri gönderen kimseler şayet seni savaşmak durumunda bırakmamış olsalardı, senin için her şeyi hazırlamış bulunsalardı ve bundan sonra sen onların yanına gelseydin işte bu isabetli olurdu. Fakat şu sözünü ettiğimiz durumda senin böyle bir iş yapmanı uygun görmüyorum” diyerek uyarıda bulundu. Ancak Hz. Hüseyin (R. Anh), muhatabına şu cevabı verdi: “Senin sözünü ettiğin bu durumu biliyorum. Fakat Azîz ve Celîl olan Allah’ın emrine hiçbir kimse karşı gelemez.”

Devam edecek…