Ortadoğu baştan başa bir harabe, bir virâne. Bir zamanlar
bülbüllerin şakıdığı bu iller yarasalara kalmış. Bengisuların
çağıldadığı bu topraklarda şimdi kirli sular göl göl olmuş şurada
burada. Bir ölüm meltemi esmiş bu yerlerde... Billur seslerle dolup
taşan köşkler, saraylar, konaklar gözyaşını içine akıtan bir mâtem
evi. Çeşmeler, sebiller yetim bir çocuk gibi sığıntı ve
susturulmuş. Gonca güllerin açtığı has bahçeler zakkumlarla dolu.
Oymalı, nakışlı evler beton yığınlarına terk ediyor yerlerini
acımasız yangınlarla.
Kutlu Nil, Kutlu Fırat, Kutlu Dicle... duyarlı olmaya çalış biraz
neler söylüyor işiteceksin ey Ortadoğulu!
Mekke, Medine, Şam, Bağdat, Taşkent, Buhara, Kahire, İstanbul...
dikkat et neler diyor sana ey Ortadoğulu! Ne hakikatleri
haykırıyor enkaz yığınına, yangın yerine dönmüş bu kentler,
mezartaşları ile, bakımsız veli ve Padişah türbeleri ile,
kütüphâneleri ile, medreseleri, kervansarayları, ulu çınarları
ile!
Eğer tahammülüne güveniyorsan dinle bunları ey Ortadoğu’lu,
dinlemeye dayanabilirsen dinle!
Yüreğinin şerha şerha olacağından korkmuyorsan, yüreğine bir inme
ineceğinden korkmuyorsan git kir içindeki III. Selim, III. Mustafa
türbelerine, git bir levhanın bile çok görülerek -12 Martta-
indirildiği duvarları militanların yazdığı yazı ve astıkları
afişlerle dolu II. Mahmud, II. Abdülhamid türbelerine, git Çırağan
Sarayına, git Topkapı Sarayına, git Edirne'ye, git Bursa'ya, git
Konya'ya, git Harput'a, git Yemen’e, git Karacaahmet’e... İnceden
inceye bütün olanları düşün, düşün, düşün... Onlara değil bizim
halimize ve insanlığımıza ağla!
Fakat unutma âciz insanlar ağlar. Ağlamak ne bir çare, ne de
işimize yarar... Biz seni bir ağıt için çağırmıyoruz!
Ey ulu İslâm milleti, ey Ortadoğu’lu kardeşim.
Çoğumuz henüz dünyada bile yokken bu mübarek topraklarda tek
bayrak dalgalanıyordu. O zaman bütün kalpler aynı gâye için
çarpıyor, eller aynı amaç için Allâh'a uzanıyor, aynı ideal için,
biricik ideal için yaşanıyor ve can veriliyordu. Ölüme bir şeref
takının altından geçilip gidiliyordu.
Fakat su uyudu, düşman uyumadı. Dedelerimizin bir anlık
gevşeklikleri; birlikten uzaklaşıp yer yer bölünmeleri asırların
kin ve kompleksini içinde taşıyan dışımızdaki dünyayı birleştirdi
onları kuvvetlendirdi. Onlar hâkim oldular dünyaya. Onların sözü
geçer oldu çağda. Gün geldi harpler oldu. Fakat bizimle alâkası
olmayan muharebeler... Ama bizi de soktular savaşa sırf yıkmak
için... Çalışan kazanır tabiî... Düşmanlar ve kötü niyetliler
muratlarına erdiler. Ve sen, ben, o... Yani biz, yani İslâm milleti
böyle ufalandık, böyle öksüz kaldık.
Aradan yarım asır geçti. Bir Almanya kalkındı, bir Japonya
doğruldu, senin dünkü kölen bir Yahudi devleti kurdu; fakat sen
hâlâ gerisin, hâlâ yaşadığın trajediyi idrak edemiyorsun...
Ey Ortadoğulu.
Bir an için bile unutma; sen Das Kapital’i Kur’an’a, Marx’ı
Peygamberine, doları tarihine tercih eder, sen öz medeniyetine
sırt çevirir ve; ya nihilizm'e ya tiranizm'e veya kapitalizm’e, ya
sosyalizm’e yahut iç tehlike olarak İslâmın Martin Luther’lerinin
uydurduğu vehhabiliğe, reformculuğa gönül verir yani kâinatın tek
hakiki ideolojisine cephe alır veya içten çarpıtma gafletinden
vazgeçmezsen bil ki üçüncü sınıf insan muamelesi görmekten,
haysiyetsizce yaşamaktan kurtulamayacaksın...
Ey Müslüman.
Yangına uğrayan Ortadoğu’nun sadece müşahhas plândaki zenginliği
değildir. Sen tarihine olduğun kadar, ruhundaki saraylara,
ruhundaki sebillere de ihanet içindesin. Asıl ruhundaki çeşmeler
kurutulmuş. Fakat hemen yanıbaşında ölüme terk edilmiş Sultanahmet
Çeşmesi’ni göremediğin gibi ruhundaki susuzluğu da sezemiyorsun.
Su diye sarıldığın her şişe kezzapla dolu.
Ey kardeşim.
Çeyrek davalar uğruna savaşma! Senin dâvan ne sadece Filipinler, ne
yalnızca Keşmir, ne Filistin, ne Kıbrıs, ne Kırım, ne Kafkasya, ne
Batı Trakya... senin kavgan diğerleri ile beraber bunların hepsi...
Ancak bu halinle hiçbir şey yapamazsın; ölümsüz pırıltılara
dönmedikçe, ruhunda yeni bir bâd-ı saba esmedikçe sen yenilgiden
zafere geçemeyeceksin!
Nasıl ki uğursuz bir sam yeli ile öldün; bir bâd-ı saba ile de
dirileceksin... Velilerin, bilginlerin, şehidlerin, kahramanların,
mazlumların dualarıyla beslenen bir bâd-ı saba ile.
Ey Ortadoğulu.
Kurtuluşun, kalbini bu şifa rüzgârında yıkayıp yıkayamamana
bağlı...
*
Bu yazı, 18 Kasım 1976 tarihinde Türkiye gazetesinde
yayınlanmıştır.