İslam Tarihinde sayabileceğimiz pek çok derviş, ulema ve evliya
bulunmaktadır. Ancak bunlardan en önemlilerinden biri hiç şüphesiz
Muhyiddin İbn-i Arabî’dir. Bazı kesimler tarafından ağar tenkit ve
suçlamalara dahi maruz kalan İbn-i Arabi İslam tarihindeki yeri ve
önemi bakımından gayet önem arz etmektedir. Onun yaşayışı,
eserleri, kerametleri, döneminde Selçuklu Sultanı İzzettin
Keykavus’u ziyareti ve İzzetin Keykavus’un İbn-i Arabiye verdiği
değer önemli konulardandır.
Muhyiddin Arabî, Muvahhiddün döneminde 1165’te Mursiye (Murcia),
Endülüs'te (bugünkü İspanya) doğdu. Bilinmeyen bir sebeple 8
yaşında ailesiyle birlikte İşbiliye’ye (bugünkü Sevilla) geldi.
Ailesi Arap Tayy kabilesine mensuptu. Yakın cedleri hakkında fazla
bir şey bilinmiyorsa da, anne ve baba tarafından nüfuz ve itibar
sahibi kimseler olduğu anlaşılıyor. Akrabaları arasında tasavvufî
bilgilere sahip kimseler vardı. İlk tahsilini bu şehirde yaptı,
uzun bir süre burada kaldı. Zekâsı çok keskin, hafızası pek
kuvvetli olup, fesahat ve belagat sahibi idi. Çocuk yaşlarında
'Ahmed İbnu’l-Esirî' adında genç bir Sufi ile arkadaş oldu.
Hakkındaki kayıtlara göre, bu tahsil sırasında bir aralık Halvet'e
çekilen İbn-i Arabî, halvetinden keşf yoluyla edindiği çeşitli
bilgilerle çıkmıştır. Endülüs de bir süre daha kaldıktan sonra,
seyahate çıktı. Şam, Bağdad ve Mekke'ye giderek orada bulunan
tanınmış âlim ve şeyhlerle görüştü. 1182'de İbn-i Rüşd ile görüştü.
Bu görüşmeyi eserinde anlatır. Bu İbnu Rüşd’ün bilgi'nin akıl
yolu'yla elde edileceğini söylemesiyle meşhur olduğu yıllardır. 17
yaşındaki genç Muhyiddin gerçek bilgi'nin sadece aklımızdan
gelmediğine, böyle bir bilginin daha çok ilham ve keşf yoluyla elde
edilebileceğine inanmıştı. Bu senelerde 'Şekkaz' isminde bir
şeyh'le tanıştı. Bu zat küçük yaşlardan itibaren ibadete başlayan,
Allah korkusu taşıyan, hayatında bir kerecik olsun ‘ben’ dememiş
olan ve uzun uzun secde eden bir kimsedir. Muhyiddin o ölene kadar
onunla sohbete devam etti. 1182-1183'de İşbiliyye’ye bağlı
Haniyye’de 'Lahmî' isimli bir şeyhden, bu zatın adını taşıyan bir
mescidde Kur'an dersi aldı. Tefsîr, hadîs, fıkıh, kırâat gibi
pekçok ilimlerde, büyük âlim oldu. Tasavvuf’da, Ebû Midyen Magribî,
Cemaleddîn Yûnus bin Yahyâ, Ebû Abdullah Temim, Ebü’l-Hasen ve
Seyyid Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin rûhâniyetinden feyz aldı,
yüksek derecelere kavuşup, meşhûr oldu.
Gavs-ül-a’zam Seyyid Abdülkâdir-i Geylânî hazretleri, bir gün en
önde gelen talebelerinden Cemâleddîn Yûnus bin Yahyâ’yı yanına
çağırdı. Ona buyurdu ki: “Benden sonra, benim künyem olan Muhyiddin
isminde, Allahü teâlânın çok sevdiği evliyâsından bir kimse
gelecektir. Bu hırkamı ona teslim edersin.” Yûnus bin Yahyâ, uzun
yıllar sonra talebesi olan Muhyiddin İbn-i Arabî’ye hocasının
vasiyeti olan o hırkayı teslim etti. Muhyiddin İbn-i Arabî,
zamanında, ilminden ve feyzinden istifâde etmek için kendisine
müracaat edilen belli başlı büyük âlimlerden oldu. Bir aralık
Konya’ya gelip, Selçuklu Sultânı tarafından çok ikram ve hürmet
gördü. Sultanlardan kendisine birçok tahsisat ta’yin olunduğu ve
hediyeler gönderildiği hâlde, hepsini fakirlere sadaka olarak
dağıtırdı. Sofiyye-i âliyyeden ve kelâm âlimlerinden olan
Sadreddîn-i Konevî’nin hocası ve üvey babası oldu. Hocasının üstadı
olan Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin hırkasını, üvey oğlu ve
talebesi olan Sadreddîn-i Konevî’ye giydirdi.
Selçuklu Sultanı tarafından hürmet ve ikram gördü. İzzeddîn
Keykâvus, İslâm dünyasının her tarafından ilim, fikir ve sanat
erbabını Anadolu'ya çekerek, bir taraftan fütüvvet, diğer taraftan
tasavvuf kültürünün ülkede yerleşmesini ve gelişmesini sağlamıştır.
Muhiddîn Arabî de Anadolu tasavvuf kültürü üzerinde derin ve kalıcı
etkiler bırakıyordu. Keykâvus, özellikle Muhyiddin Arabî'nin
fikirlerine ve tavsiyelerine büyük değer veriyordu. Bundan dolayı
o, sık sık Muhyiddin Arabî'ye mektup yazıyor ve bazı konularda onun
fikrini alıyordu. Muhyiddin Arabî de, bu mektuplara verdiği
cevaplarda, tavsiyelerinden başka sultana bol bol moral veriyor ve
zaferi için dua ediyordu. Meselâ o, Antalya kuşatması sırasında
gördüğü bir rüya ile Keykâvus'un şehri alacağını anlamış ve bunu
mektupla bildirmek suretiyle kendisini cesaretlendirmiştir.
Muhyiddin Arabi’nin verdiği çok önemli eserler de vardır. Bağdat
Uleması’ndan birisi Muhyiddin İbn-i Arabî üzerine bir Kitap Te'lif
etmiş ve bu Kitap’ta Musannefat’ının 500’den fazla olduğunu
söylemiştir. İbn-i Arabî’nin Eserlerinin sayısı kendine de Malum
değildi denir. Hayatında Dostları’nın İsteği üzerine birkaç defa
bunların Fihristini yapmak istedi. Bu Fihristler birbirinden ayrı 3
yazma halinde bugüne geldi. Fütûhat-ı Mekkiyye fi Esrâri'l-Mahkiyye
ve'l Mülkiye ve Fusûsu'l-Hikem önemli eserlerindendir. 1240 yılında
Şam'da öldü. Kabri Şam şehri dışında Kasiyun dağı eteğindedir.
Muhyiddin Arabi’nin mezarı ve onu bulan Osmanlı Sultanı Yavuz
Sultan Selim ile ilgili olan hikayesi de pek çok yerde geçmektedir.
Hikâye şöyle geçmektedir: Muhiddin Arabî bir dağa çıkıp: Sizin
taptıklarınız benim ayağımın altındadır; diye bağırmaya başladı. Bu
söz üzerine zamanın uleması Muhyiddin Arabî’nin (Allah benim
ayağımın altındadır) dediğine hükmederek sözde küfrüne; kail
oldular ve idamına hükmettiler. Kabrini bile belli bir yere değil
bir dağa yaptılar. Fakat Muhyiddin Arabî Hazretleri bir sözünde:
‘’İza dehaleşşini ilâşşın, zahara kabr-i Muhyiddin’’ (Sin şına
girdiği zaman Muhyiddin İbn-i Arabi’nin kabri ve muradı anlaşılır)
demişti. Aradan asırlar geçti. Yavuz Sultan Selim Han Şam'ı
fethetti. Orada bu hadiseyi duyup Muhyiddin Arabî’nin kabrinin
nerede olduğunu sordu. Kimse Muhyiddin İbn-i Arabî’nin kabrinin
nerede olduğunu bilmiyordu Dağda koyun otlatmakta olan çobanlara
kadar Muhyiddin Arabi'nin kabrinin nerede olduğunu soruyor fakat
kimseden bir cevap alamıyordu. Sadece çobanın bir tanesi: Efendim
dedi, ben kabrin nerede olduğunu bilmiyorum. Fakat şurada bir yer
var ki, oradan ne koyunların birisi bir ot yer ne de oraya bir
hayvan basar. Oranın otları kendi halinde büyür ve zamanı gelince
de kurur gider, dedi. Bunun üzerine Sultan Selim, oranın Muhyiddin
Arabi'nin kabri olduğuna karar verip kazdırdı. Baktılar ki, kabri
olduğu gibi duruyor. Oraya muhteşem bir türbe yaptırdı. Daha sonra
Yavuz Sultan Selim Han Muhyiddin Arabî’nin niçin İdam edildiğini
sordu. Oradakiler de: Sizin taptığınız benim ayağımın altındadır,
dediği için idam edildiğini söylediler. Bu defa; Sultan Selim Han,
bu sözü nerede söylediğini araştırıp orayı da buldu. Orayı
kazmalarını emretti. Kazdıklarında oradan bir küp altının çıktığını
gördüler. Yavuz Sultan Selim Han bunun üzerine şöyle söyledi:
Muhyiddin Arabî taptığınız ayağımın altında demekle, benim ayağımın
altında altın var demek istemiş ama, o zaman bunu kimse anlayamamış
ve Muhyiddin Arabi’yi haksız yere idam etmişler, buyurdu. Böylece
Muhyiddin Arabî’nin iki kerameti birden zuhur etmiş oluyordu; biri
paranın yerini bildirmesi, biri de Yavuz'un gelip hadiseyi
aydınlığa kavuşturması...
Ve son söz: ‘’ ''Maddi hayata meyledenler için hayat deniz suyu
içmeye benzer, içtikçe susarlar, susadıkça içerler'' Muhyiddin
İbnü’l Arabi