Dünya sürekli değişiyor, gelişiyor, zaman akıyor, yıllar geçiyor; farkındayız. İlahi sistemin verdiği yetilerini kullanmaya başlayan insan toplayıcı olarak yola çıktığı sürecinde zaman içinde taşlara şekil verip alet edevat yaparak avcılığı, sonrasında tarımı ve nihayetinde hayvanları ehlileştirerek hayvancılığı öğreniyor. Bir diğer taraftan da madenleri keşfedip işleme yoluna gidiyor ve her yeni maden keşfinde büyük aşamalar kaydediyor. Tarihçiler bu aşamaları zamanlarken devir ve çağ gibi tabirleri kullanıyorlar malumunuz. Birkaç cümle ile bir çırpıda yazılan bu sürecin binlerce yıllık bir serüven olduğunu bilmek bugünün şartlarında çok inanılası kabul edilemese ve hatta masal gibi hissettirse de durumun gerçekliği, tarihin ilerleyişi gün gibi karşımızda duruyor. 

Avcılık, toplayıcılık, tarım, hayvancılık ve madencilikte aşamalar kaydeden insan yine kendine bahşedilen hasletleri ile keşiflerini harmanlıyor. Ve bir diğer taraftan da işin içine mucitliğini katarak hayatı daha kolay hale getirirken ateşi, suyu, rüzgarı, buharı, elektriği tüm çalışma disiplinlerine entegre etmeyi başarıyor. Yine bir çırpıda yazılan bu satırların yüzlerce yıllık bir süreçte geliştiğini belirtmekte fayda var diye düşünüyorum.  

Makinelerin icadı; ateşin ve buharın bu makinelerde kullanılması, elektriğin sanayiye uyarlanması, endüstri devrimi,  makinelerin insanların işlerini kolaylaştırması ve daha birçok gelişim ile insan yaşamını kolaylaştırınca biraz daha zanaat ve sanat alanlarına yönelme şansı buluyor. Sanat insanı farklı düşüncelere sürükleyip, duygu dünyasına sinyaller gönderirken, zanaat insanın kendi iç dünyasının bir nokta da dışavurum tezahürünü ortaya çıkarıyor. Her zanaatkar ve sanatkar eserine ruhundan bir şeyler katıyor.  

Giyimde, dekorasyonda, kişisel bakımda, beslenmede, zanaatkarlar ustalıkları ve ileri görüşleri ile fark yaratıp hem insanların hem de insanlığın gelişmesine ve yüzyıllar içinde bugün ki ve bundan sonra ki zamanlara ilerlemesine dair büyük rol oynuyorlar. Aynı şekilde sanatçılar da geliştirdikleri farklı bakış açıları ile dünyaya başka gözle bakabilme yetisini insanlığın hizmetine sunuyorlar.  

Sanat ve zanaatı üst seviyede yaşayan topluluklar; dünyada medeniyet aktarımlarında, kültürel farklılıklarda ilginç gelebilir ama savaş yıllarında dahi tartışmasız hep birkaç adım önde olmuşlardır. Zira sahip olduğunuz iyi el işçiliği, iyi ustalık, başarılı tasarımlar bir noktada sizi diğerlerinden farklı kılar. Anadolu coğrafyası hem sanatın hem de zanaatkarlığın zirvede yaşandığı bir coğrafyadır. Öyle ki dünyaca bilinir salt sanatın birçok örneğini sinesinde yetiştirmiş bu topraklar zanaat adına da loncaları, odaları ve ahi birlikleri ile zanaatın ve zanaatkarlığın ne derece önemsendiğini tarihe not düşmüşlerdir. 

Yaşayan ve yaş alan dünya zaman içinde icatlar ve bilgisayar başta olmak üzere diğer teknolojik gelişmelerle birlikte sanatı evirmekle kalmayıp öznellikten uzaklaştırmıştır. Bu durum zanaat kısmında daha farklı bir yönü ile karşımıza çıkar. El işçiliği ve ustalık isteyen işlere yatkınlığın azaldığı ve birçok mesleğin yetişen elemanları olmadığı için yakın zamanda yok olacağı gerçeği üzerine çokça düşünülmesi gereken bir konudur.  

Duymakla kalmayıp dahil olduğumuz önemli bir sohbet konusudur: bu iş ne olacak, nerede o eski ustalar, bu kumaşın hali ne böyle, lezzeti sırdanlaşmış, tesisatçı bulamıyorum, ustanın boş gününü bekliyoruz ve daha niceleri…    

Ve yine çok ilginç duymakla kalmayıp dahil olduğumuz önemli bir sohbet konusudur: çırak bulamıyoruz, eleman gelmiyor, aileler çocuklarını göndermiyorlar, çocuklar bu işi istemiyor ve daha niceleri… 

Ve hazırsak son kez duymakla kalmayıp dahil olduğumuz önemli bir sohbet konusu daha: Yeter ki okusun masa başında bir işi olsun. Aman ben ’’ezildim’’ o ezilmesin. Kazanamaz ama dershaneye gitsin. Oralara gidip üşümesin yorulmasın. Benim çocuğum oralarda yapamaz…  

Yukarıda ki cümlelerin hepsi ne kadar tanıdık değil mi? Hepimizin neredeyse her gün defalarca sarf ettiği ya da işittiği cümlelerden. Sanatın, zanaatin ne derece önemli olduğunun bilinci ile yaşamın her alanında karşılaşan bizlerin konu kendi çocuklarımızın yetiştirilmesine geldiğinde ne derece tek düze bir tutum sergilediğimizin resmidir aslında yazılan satırlar. Atalardan miras olarak aktarılan, binlerce yılda kazanılan, bizlere özgü olanları geleceğe taşımak; ahiliği zanaatkarlığı yaşatmak yerine daha kolaycılığa meyledip özellikle masa başı diye tabir edilen sıradanlaştırılana özendirmek.  

Bu noktada şapkamızı önümüze koyup derinlikli düşünceden uzaklaşırsak zaman içinde karşılaşacağımız gerçeğin zanaat noktasında tükeniyor olacağına inanmalıyız. Her çocuk, her birey belli hasletlere daha yatkın olabilir gerçeğini inkar etmeden hem sanatın yaşaması hem zanaatkarlığın devamı için hiç olmadı yetişme evresinde ki çocuklarımızı yılın belirli periyotlarında meslek edinebilecekleri, kendilerini iyi hissedecekleri işlere yönlendirmeli ve o işlerin ustalar ile tanıştırmalıyız. Bu vesile ile çocukların hem el becerileri, hem düşünsel dünyaları gelişeceği gibi bulundukları ortam ile bizlerin çok istedikleri masa başı ’’beyaz yakalı’’ dünya arasında ki durumu mukayese şansları olacaktır. Ve belki o ustalığın ileri de iyi bir temsilcisi ünvanını kazanacaktır. 

Bu izlenen yol ile hızla ustalıktan, zanaatkarlıktan uzaklaşılan dünya da çocuğunuzun günün birinde iyi ki de bu mesleğe yöneldim diyeceği fikrini de düşünmenizi tavsiye edebilirim. Klasik deyim ile bir zanaat ehlinin kolunda ki altın bileziğin ne kıymetli olduğu bizim günlük hayatta sıkça kullandığımız önemli atasözümüzdür. 

Bu arada sahi sizin çocuk ne iş yapıyor?