Bundan önceki iktidarlar zamanında şöyle işler yapılıyordu: Resmî bir daireye paralel bir vakıf kuruluyor. Vatandaşın işini görmek için, önce bizim vakfa şu kadar yardım ve bağış yap, makbuzunu getir, işini ondan sonra görelim deniliyordu.
Böylece bir tür rüşvet alınıyordu.
Böyle bir şeye İslam ahlakı da, laik ahlak da cevaz vermez.
Vatandaş, işini yaptırmak için kanunen ne kadar harç veya vergi ödeyecekse onları öder, bunların dışında bağış ve yardım yapmak zorunda değildir.
Bizim vakfa şu kadar yardım yapacaksın, şu kadar bağışta bulunacaksın demek hem hukuka, hem ahlaka aykırıdır, suçtur.
Bu bağışlar, bu yardımlar bir tür haraçtır, zorbalıktır, gayr-i meşru ve haram gelirlerdir.
Bunların doğru ve caiz olduğuna dair ne ictihad yapılabilir, ne fetva verilebilir.
Usûl-i fıkıh ilmi, mevrid-i nasta ictihad yapılamaz diyor.
Düzen bozuk ve kirli olabilir ama Müslümanlar asla eğrilik yapamaz.
Evet, Resulullah Efendimiz (Salat ve selam olsun ona) savaş hiledir demiştir ama hile yapmak sadece savaşta olur. Buradaki hileden maksat savaş hilesidir, genel ve mutlak hile ve hilekârlık değildir.
Müslüman, Darülislam’da da, Darülharb’te de haram yemez.
Resulullah Efendimize müşriklerin hakim olduğu Mekke’de Muhammed el-Emîn deniliyordu.
Efendimiz, Medine’ye hicret etmeden önce, yeğeni Hz. Ali Efendimize, nezdindeki emanetleri sahiplerine iade etmesini emir buyurmuştu.
Bir Müslüman, Darülharb hükmünde olan bir ülkede memurluk yapsa, rüşvet alabilir mi? Asla alamaz.
Burası Darülharb’tir diyerek zina edebilir mi? Asla edemez.
Müslüman öyle bir kimsedir ki, onun doğruluğuna, güvenli bir kişi olduğuna, ahlakının yüksekliğine, faziletine, iffetine düşmanları bile şahitlik eder.
Bir Müslüman İsveç veya Norveç gibi Hıristiyan bir ülkenin vatandaşı olsa, orada memurluk yapsa, herkes onun için:
- Bu Müslüman hepimizden çalışkan… Herkesten doğru ve dürüst… İşini hiç aksatmaz… Haram yemez… İçimizde en âdil ve insaflı kimse odur demelidir.
Efendimiz rüşvet alan da veren de cehennemliktir buyurmuştur.
Bu devirde ictihad yapacak kimse yoktur.
Fetvalar ise icazetli, ‘âbid, zâhid, muttaqi, ilmiyle âmil icazetli ulema ve fukahadan alınmalıdır.
(İlave: Kaç sene önce olmuştu, yılını hatırlamıyorum. Televizyonun birinde ateşli bir açık oturum sahnesi… Dehşetli bir tartışma yapılıyor. Adamın biri rüşvet almakla suçlanıyor. Herif dikleşiyor, aldıysam gösterin makbuzunu diyor. Karşısındaki zat dayanamayıp “Ulan pe….nk rüşvetin makbuzu mu olur!..” diye gürlüyor. Evet beyler, rüşvetin makbuzu da olmaz, fetvası da…)

(İkinci yazı)
Dedikodu Bağımlıları
DEDİKODU bağımlılığı Müslümana yakışmaz… Müslüman, insan olması hasebiyle bazen yanılabilir ama devamlı olarak gıybet yapmaz, tecessüs etmez, insanların gizli günahlarını, ayıplarını, kusurlarını araştırmaz… Müslüman fitne ve fesat yangınlarının ve alevlerinin üzerine neft dökmez… Müslüman âsâyişe, güvenliğe, iç barışa, toplumsal mutabakata hizmet eder… Müslüman, Müslüman kardeşlerini ötekileştirmez… Müslüman, Müslümanlara beddua etmez… Müslüman, fitne ve fesat çıkmaması için bazen haklarından bile feragat eder… Fitne, fesat, tefrika çıkartanlar, Müslümanlara düşmanlık edenler münafıktır… Meşreb ayrılıklarını bahane edip iman kardeşlerini ötekileştirenler İslam birliğini dinamitlemektedir… Fırka, hizip, cemaat, parça, grup holiganlığı, militanlığı ve taassubuna kapılarak iman kardeşine düşmanlık etmek hıyanettir… Dedikodu bağımlıları, tedavi edilmeleri gereken hastalardır… Müslüman çare ve çözüm arar ama asla dedikodu yapmaz…