Risale-i Nurları, müellifinin vasiyetine rağmen sadeleştirenler tokat yediler.
Onların cahillik mazeretleri yoktu. Üstad, çok açık ve kesin şekilde Risalelerin diline dokunulmamasını, aynen muhafaza edilmesini istemişti. Bunu çok iyi biliyorlardı. Üstadın vasiyetini çiğnediler ve tokat yediler.

Bu tokattan sonra, sadeleştirilmiş risalelerin piyasadan çekilmesi gerekir.
Üstad Bediüzzaman sadece dinî hizmetler etmemiş, kültür ve lisan yönünden de büyük hizmetler etmiştir.

Risale-i Nurlar, zengin yazılı edebî Türkçeyi yaşatıyor ve koruyor.

Risale-i Nurları okuyan bir kimse binlerce kelime, kavram ve ıstılah öğrenir ve medenî bir Müslüman olabilme şansına kavuşur.

Bugünkü birkaç yüz kelimelik uyduruk, sade suya tirit, canına okunmuş Türkçe ile köy olmaz, kasaba olmaz, medeniyet olmaz.
Risale-i Nur talebesi her gün üç Osmanlıca kelime öğrense, bir yılda binden fazla kelime, kavram, terim öğrenir ve beş sene sonra hayli kültürlü bir Müslüman olur.
Risale-i Nurların kerametlerinden biri de lisan ve edebiyat konusundadır.

Bediüzzaman gibi muhterem ve mübarek bir zatın Risale-i Nurların lisanına dokunulmaması konusundaki vasiyetine uymak gerekir. Bu vasiyeti çiğnemeye hiç kimsenin hakkı ve salahiyeti yoktur.

Lisanı sadeleştirmek, durulaştırmak, arılaştırmak kültüre hizmet etmez, aksine kültürü yozlaştırır, dejenere eder.

Yakın tarihimizdeki alfabe ve lisan devrimi, İslam kültürüne karşı yapılmıştır. Faydası yoktur, zararı ve tahribatı çoktur.
Zahmetsiz ilerleme olmaz. Kültürlü, kemalli, vasıflı, ziyalı Müslüman olmak isteyenin, elbette faydalı din kitaplarını iyice okuması, içindeki bilgileri öğrenmesi, bunları hayata uygulaması gerekir.

Risale-i Nurlarda ve diğer Osmanlıca din kültürü kitaplarında binlerce islamî kelime, kavram, değer, terim yer almaktadır. Bunlar kısa zamanda öğrenilemez ama birkaç yılda öğrenilebilir ve bu sayede nurlu, ziyalı, uyanık, derecesi yüksek Müslüman olunabilir.

Agob Martayanın uydurduğu arı ve duru Türkçe ile islamî eğitim olmaz, islamî kültür olmaz, islamî ilerleme olmaz.
Nur talebesi Kur’an harfleri ile yazılan Osmanlıcayı öğrenmelidir. Risaleleri latin yazısı ile değil, İslam yazısı ile okumalıdır.

Kur’an yazısını bilmiyorsa, ona birkaç aylık mühlet verilir, bu zaman içinde öğrenir ve ladini huruftan dinî hurufa geçer.

Nur talebesinin yazı konusunda tercih hakkı yoktur. Mutlaka bizim dinî ve millî yazımızı öğrenmesi gerekir.

Müslümanların Allahü Teala kelimesini kaldırıp devamlı olarak Tanrı demeleri caiz olmadığı gibi, latin yazısını kabullenip, İslam yazısını terk etmeleri de caiz değildir.

Türkiye Müslümanlarının ve öncelikle Nur talebelerinin Osmanlıca gazeteler, dergiler ve kitaplar çıkartmaları, onların boynuna borçtur.

Osmanlıca lisanı, Kur’an yazısı elden giderse din kültürü sarsılır.
Cenab-ı Hak bizlere lisan, edebiyat, kültür, yazı konusunda uyanıklık ve şuur ihsan buyursun.

Hazret-i Ali kerremallahu vecheh ve radiyallahu anh efendimiz hazretleri “Bana bir harf öğretenin kölesi olurum” buyurmuşlardır. Risale-i Nurdan feyz alan Müslümanların Bediüzzaman hazretlerine minnet ve şükran borcu vardır. Risaleleri tahriften korusunlar, onun zengin lisanını öğrensinler, içindeki bilgileri hayata tatbik etsinler.

Müellifinin kesin vasiyetine rağmen Risaleleri sadeleştirmek bir tür tahriftir ve böyle bir şeyden Hak Tealaya sığınırız.

(İkinci yazı)

Hangisi Doğru Hangisi

Yalan Dolan?

ORTALIKTA dolaşan haberlerin, rivayetlerin yarısı doğru, yarısı yalan… Önemli olan, yalanlara inanmadan doğruları öğrenmektir.
Son birkaç yılın kocaman yalanlarından biri Hükümet ile Cemaat arasında ihtilaf olmadığıydı. Kocaman, kuyruklu yalan.

Savaşın konusu dershanelermiş. Yalan yalan. Ortada sivil bir darbe teşebbüsü var. Dershane bahane.

Gezi hadiseleri ağaç seven mâsum ve temiz gençlerin ve halkın işiymiş. Yalan.
Son hadiselerin ardında dış güçler yokmuş.
Yalan.

Bu işlerin içinde bazı Nurcular varmış. Yalan… Hiç Nurcu darbe yapar mı?
Doğrularla yalanları birbirinden ayırt etmeden olup bitenleri anlamak mümkün değildir.

Bendeniz birkaç seneden beri dönen dolapları işitiyordum ama yazamıyordum. İktidar bir şey yok, her şey süt liman diyordu, Cemaat de öyle söylüyordu. Yazsam iki taraf da beni fitnecilikle suçlayabilirdi.

Devlet içinde devlet kurulduğu, temel müesseselere sızıldığı konusunda ortada çok rivayet vardı. Bunlar zamanında görülmedi, önlenmedi.

Rivayetler tevatür derecesine varmıştı ama inkar edildi.

Sonunda bugünkü acayip ve utanç verici savaş başladı.

Müslümanlar biraz hürriyete kavuştular, rahat yüzü gördüler, bu hürriyet ve rahat onlara battı ve savaşmaya başladılar.
İşin içyüzünü öğrenmek isteyen yok, herkes dedikodusunu yapıyor. Filan gazetecinin elinde bavullar dolusu dosya varmış. Falan politikacı ikili oynuyormuş. Feşmekan zat Amerikaya gidip geliyormuş. Muhteremin biri rüyalar görüyormuş…

Sadık da olsalar, rüyalar görenden başkasını bağlamaz.

Şu veya bu zat kendini Mehdi sanıyormuş. Mehdiyse çıksın ortaya ilan etsin, Müslüman halka duyursun.

Bir polis müdürü, büyük bir zat için “Onu kelepçelemeye yemin ettim” demiş. Şu cesarete bak.

Türkiye bize verilmiştir. Onu mutlaka elde edeceğiz, hiçbir güç bizi bu konuda engelleyemez diyorlarmış.

Darbe teşebbüsünün içinde faiz lobisi, büyük holdingler, yüz milyarlarca dolarlık rantlar varmış.

Altın kafeste bir zat varmış.
Kraldan daha fazla kralcılar varmış.

Bu anlatılanların hangisi doğru, hangisi yalan?

Bendenizin doğruları şunlar:

Ülkemde ne askerî ne de sivil darbe olsun.
Sandıkla gelen sandıkla gitsin.
Uçağın veya geminin kaptan bölümünde kavga ve savaş olmasın.

Adalet siyasete bulaşmasın.

Cemaat holiganlığı, militanlığı, fanatizmi yapılmasın.

Yalan söylenmesin, iftira edilmesin.
Sivil darbeyi, Gezi kalkışmasını, fitne ve fesadı doğrudan doğruya veya dolaylı şekilde destekleyen herkesin Allah belasını versin.

İsteklerim de var: Memleketimde adalet, temizlik, güvenlik olmasını istiyorum. Olur mu dersiniz? Bu kadar yalan, pislik, entrika, dolap, dezenformasyon içinde nasıl olacak?