Ortadoğu’da yeni bir Camp David düzeni mi?

Ortadoğu bölgesi ilkçağlardan beri Büyük Güçler arasında devamlı siyasi ve ekonomik rekabet ve mücadelelere sahne olmuştur. Bu durumun tarihi, kültürel, siyasi, stratejik ve jeopolitik birçok sebebi vardır. Bu sebeplerden her biri bölge tarihinde, farklı zamanlarda ve değişik sebeplerden dolayı başat rol oynamıştır. Ancak, 19’uncu yüzyıldan itibaren emperyalist amaçların hedeflenmesinden dolayı bilhassa da ekonomik faktörler, uluslararası rekabette temel rol oynamaya başlamıştır. Ortadoğu’nun, emperyalizmin ajandasında en üst sıralarda yerini almasının temel nedeni ise bu bölgenin dünyadaki en büyük petrol ve doğalgaz kaynaklarına sahip bir coğrafya olmasından dolayıdır.

Ortadoğu’nun uluslararası siyasetteki bu kilit jeopolitik ve jeo-ekonomik konumu bu gün de mevcudiyetini devam ettirmektedir. Son dönemlerde, özellikle de Katar Krizi öncesi ve sonrasında, Ortadoğu’da meydana gelen olaylar analiz edildiğinde, bu durum, bölgede yeni bir siyasal düzenin oluşturulmaya çalışıldığına dair sinyaller vermektedir. Bu çerçevede uluslararası siyasette gündeme gelen ana başlıklardan biri de Başkan Trump sonrası ABD’nin, bölgede nasıl bir politika izleyeceği konusu olmuştu. Kuveyt Krizi etrafında dönen olaylar bir taraftan ABD’nin siyasetine dair işaret fişeklerini oluştururken diğer taraftan bölge devletlerinin siyasal tavırlarını gözler önüne serme açısından adeta bir turnusol kâğıdı işlevi görmüştür.

ABD açısından olaylar incelendiğinde, Başkan Trump’ın ilk yurtdışı gezisini Ortadoğu’ya yapması ve bu çerçeve de önce Suudi Arabistan ve akabinde İsrail’i ziyaret etmesi, bu ziyaretlerin ABD’nin bölge stratejisini şekillendirmeyle alakalı olduğunu ortaya koymuştur. Nitekim Başkan Trump’ın ziyaretleri esnasında imzalanan anlaşmalar ve yapılan resmi açıklamalar ve siyasi analizler bu durumu teyit etmiştir. Böylece, ABD Başkanı’nın ziyareti çerçevesinde şekillenen ABD, Suudi Arabistan, İsrail, Mısır ve körfez emirliklerinden oluşan yeni jeopolitik bir oluşum ilk meyvesini de çok geçmeden vermiş oldu. Bu meyveye de Katar Krizi adı verildi.

Bu yeni jeopolitik oluşum 1970’lerin sonunda Ortadoğu’da teşkil edilmiş olan Camp David düzeniyle benzerlikler göstermektedir. Hatırlanacağı üzere Camp David anlaşması Mısır’la İsrail arasında ABD başkanı Jimmy Carter gözetiminde 17 Eylül 1978'de imzalanmış ve böylece 26 Mart 1979'da imzalanacak olan kalıcı barış antlaşmasının temeli atılmıştı. Sonuçları açısından bakıldığında, antlaşma bir taraftan Arap ülkeleri arasında kamplaşma ve bölünmelere yol açarken diğer taraftan ABD ve İsrail açısından çok faydalı olmuştur. Camp David anlaşmasıyla ABD, Ortadoğu’da üstünlüğünü tescil eden bölgesel bir düzeni teşkil etmişti.

Günümüzde de benzer bir süreç Başkan Trump ile oluşturulmaya çalışılıyor. Aradaki fark ise 1978’de imzayı atan Mısır’ın yerine bugün Suudi Arabistan’ın başat rol oynamasıdır. Her ne kadar günümüzde Camp David benzeri resmi bir antlaşma imza edilmemiş olsa da iki olay arasında stratejik ve taktik bakımlardan benzer yaklaşımlar bulunmaktadır. ABD, yeni oluşturmaya çalıştığı düzenle kendi tarafında olan devlet ve devlet altı aktörleri (PKK-YPG gibi) organize etmeye çalışırken öte taraftan kendisine karşı olan politik güçleri de değişik yöntemlerle saf dışı etmeye çalışmaktadır.

Türkiye’ye gelince, bu ülke bir taraftan kritik bir bölge gücü ve diğer taraftan da ABD’nin mühim bir müttefikidir. Ancak, son dönemde Ortadoğu’da meydana gelen değişik olaylarda ve özellikle de Suriye’de ABD’nin müttefiklik ilişkilerine uygun hareket etmediği görülmektedir. Bu durum, ABD’nin yeni bölgesel stratejik kurgusu konusunda soru işaretleri oluşturmaktadır. Unutulmamalıdır ki Türkiye dengeleri etkileyen bir denge gücüdür ve bu güç hesaba katılmadan bölgede oluşturulacak bir siyasal sistem, temel bir sacayağından yoksun kalacaktır.