Su, Ortadoğu’da tarihin en eski çağlarından beri insanlar için
hayati öneme haiz bir unsur olmuştur. Bölgede su kaynakları azdır
ve bu nedenle de çok kıymetlidir. Bölgenin büyük bir bölümü sürekli
akan sulardan mahrumdur. Yıllık toplam yağışın en az %80’i
buharlaşarak kaybolmakta, toprağa işleyen su miktarı insanların
ihtiyaçlarını karşılamaktan uzak kalmaktadır. Mevcut kaynakları da
nüfus artışı, kentleşme, sanayileşme, çölün ve çorak arazilerin
tarıma açılması ve israfa kaçan sulama yüzünden hızla
daralmaktadır. Bu nedenle su, Ortadoğu ülkelerinin en önemli ve
hayati bir meselesini oluşturmakta, su kıtlığından zarar görecek
hassas bölgelerin en başında yer almasına sebep olmaktadır. Sahip
olanlar için su, bir güç öğesi, yeterli suyu olmayanlar için ise
Milli Güvenliği sağlayacak en önemli unsur olarak
görülmektedir.
Bölge ülkelerinde su hesapsız ve israf ölçülerinde kullanılmaya
devam edildikçe, önümüzdeki 25-30 yıl içerisinde ciddi su
krizlerinin yaşanacağı tahmin edilmektedir. Ortadoğu’daki hızlı
nüfus artışı, tarımsal sulamalara daha fazla yönelme, yer altı
kaynaklarının uzun süre kullanımından dolayı tükenmeye yüz tutması,
bölgedeki birçok ülkeyi yakın gelecekte su yoksulu ülkeler safına
sokacağı hesap edilmektedir. Nitekim, Körfez Savaşı’nın sona ermesi
ile bölgede su krizi ortaya çıkmıştır. Ortadoğu su krizi hiçbir
ülkenin ve uluslararası kuruluşun içinden çıkamadığı stratejik bir
oyun haline gelmiştir. Çözüm için sürdürülebilir istikrar
politikaları ile yeni bürokratik yapılar gerekmektedir.
Dünya Bankası’na göre; su arzının en pahalı olduğu yer
Ortadoğu’dur. 1985 yılında bu fiyat 300 dolar olmuştur ki, bu
Amerika’nın iki katı olup, Güney Asya’ya kıyasla 5 kat daha
fazladır. Bu fiyat bile, su arzının artışı sağlanamamıştır.
Ortadoğu ülkelerinin birçoğunda tarım hala en önemli faaliyettedir.
Suudi Arabistan, Kuveyt, Birleşik Arap Emirlikleri gibi bazı petrol
zengini ülkeler, besin bakımından kendi kendine yeterli olmak
çabası ile topraklarının çoraklığına rağmen tarımsal amaçlı sulama
için çok büyük yatırımlar yapmaktadır. Dolayısı ile bölgelerindeki
yeraltı su kaynaklarının giderek azalmasına neden olmaktadırlar.
Bölgedeki suyun %83’ü halihazırda tarıma harcanmakta olup bu oranın
2030 yılında %55’e düşmesi gerektiği ifade edilmektedir. Dünya
fiyatının dört katına mal ettiği buğdayı dünya fiyatından
pazarlayarak en büyük altı buğday ihracatçısı arasına giren Suudi
Arabistan’ın bu üretim için yıllık 8 milyar metreküp su tükettiği
dikkate alınırsa, bu bölgedeki su israfının boyutları kendiliğinden
ortaya çıkar. Bugün, petrol zengini ülkelerinin birçoğu, sadece
petrole bağımlı kalmamak için, çöl ve çorak arazilerin büyük
kısmına tarımsal amaçlı sulama için büyük yatırımlar yapmışlardır.
Dolayısı ile bölgedeki su kaynakları giderek tükenmeye yüz
tutmaktadır. Hal böyleyken suya olan ihtiyaç, bölgedeki su
kaynaklarından daha fazla pay elde etmek isteyen ülkeler arasında
sorun teşkil etmektedir. Bu sorun, güvensizlik ortamının
oluşturduğu silahlanma artışı, karşılıklı çıkar çatışmaları ve
yıllardır kronik hale gelmiş Arap-İsrail uyuşmazlığı gibi etkenler
ile her geçen gün daha da büyümektedir. Türkiye, Ortadoğu
coğrafyasına komşu olması ve Fırat ve Dicle Nehirleri nedeni ile bu
sorunun içine çekilmek istenmekte, hatta oynanan bir senaryonun baş
aktörü durumuna getirilmeye çalışılmaktadır.
Baktığımız zaman II. Dünya savaşından sonra İngiltere ve Fransa’nın
az da olsa bu topraklarda etkinliği azalmıştır. Artık daha çok ABD
ve İsrail’in etkinliği bu topraklarda bir hayli artmıştır.
Özellikle İsrail kurulduğundan beri bu topraklarda huzur ve barış
iyice gitmiş, kan ve savaşlar tam gaz artmıştır. İsrail’in en büyük
amacı başta: ‘’Arz-ı Mevud’’ yani vaat edilmiş topraklar bünyesinde
‘’Büyük İsrail’i’’ kurmaktır. Bu amacın dışında ki en önemli
amaçları var olmak için bu topraklarda enerji ve su kaynaklarına
sahip olmak. İsrail’in birçok politikasında su kaynaklarını ele
geçirmenin planları yatar. Örneğin özellikle baktığımız zaman
İsrail’in Cumhurbaşkanı Şimon Peres’in şu sözü çok önemlidir:
‘’Nüfus artıyor. Suyu üretmek için imkân oluşturmazsak, bu kez su
için savaşacağız." (Cumhuriyet, 12 Haziran 1991) Evet daha o
zamanlar bunlardan bahsedip plan yapıyorlar. Başka bir örnek
verecek olursak: "İsrail Hayfa Üniversitesi'nden Prof. Armon Sofer
1990'da verdiği demeçte, Ortadoğu'da su kaynaklarının kullanımı
yüzünden savaş çıkacak dedi." (Milliyet, 31 Ekim 1990) Yine yakın
tarihten başka bir örnek verecek olursak: "BM Genel Sekreteri
Butros Gali, Financial Times'a verdiği demecinde bölgede bundan
sonra çıkacak savaşın siyasi değil, su meselesinden çıkacağını
söylüyor." (Milliyet, 30 Ocak 1992)
Su sorununun Ortadoğu'da bir savaşa yol açabileceği ihtimali ilk
olarak 1986 yılında CIA'in Uluslararası Stratejik Araştırmalar
Merkezi tarafından ortaya atılmıştır. Bu coğrafyada oynanan
oyunların temelinde ki unsurların en büyüğü Su sorunlarıdır.
"Amerika Dış İşleri Bakanlığınca hazırlanan 'Ortadoğu'da Su
Sorunları' adlı raporda İsrail Hükümeti'nin Türkiye'ye, Ortadoğu'da
savaş su yüzünden çıkabilir mesajını gönderdiğini unutmamamız
gerekir. Yine bu bağlamda, İsrail'in Batı Şeria ve Güney Lübnan'ı
işgal etmesinin en önemli nedenlerinden biri de buraların zengin su
kaynaklarına sahip olmaları. Golan Tepeleri dağlık, yağışlı ve
münbit bölgeler. Buraları gözden çıkaramıyor. Ayrıca İsrail
Taberiye Gölü'nün Suriye'ye ait bölümünü de işgal etmiş durumda,
bütün gölü kullanıyor. Çünkü denizden su arıtma çok masraflı bir
işlem. Bu İsrail'in enflasyonunu çok etkiliyor. İsrail’in birçok
işgalini bu şekilde anlayabiliriz. Yaşanan su sorununda anahtar
ülke hiç şüphesi Türkiye’dir. Los Angeles Times’ın 1992’de Hürriyet
gazetesinde bölgede ki su sorunları ile ilgili çıkan haberi de bu
tespiti doğrulamaktadır. Hal böyleyken yaşanan bu sorunun gelecekte
bizi önemli derecede etkileyeceğine şüphe yok! Fırat ve Dicle
nehirleri bu bağlamda önem teşkil etmektedir. Özellikle Güneydoğu
Anadolu Projesi yani ‘’GAP’’ bu konuda dikkate değer bir projedir.
Ortadoğu su sorununda üç kilit ülke, Sudan-Etiyopya-Türkiye'dir.
Etiyopya'nın İsrail güdümlü dış politikası, gözleri Türkiye ve
Sudan üzerine çekmektedir. Bu durumda GAP da ayrı bir önem
kazanmaktadır. Güneydoğu'da Kudüs merkezli manevralara çok sık
rastlanmaktadır. Sudan'ın İsrail açısından sahip olduğu stratejik
önem ise, bu ülkede yaşanan sorunların son bulmasını da
engellemektedir. İsrail, bölgesindeki suyu kontrol altına almak
istiyor. Ürdün nehrinden, Yarmuk ve Batı Şeria'daki kaynaklardan
İsrail büyük miktarda su sağlıyor. Versay Barış Konferansı'nda
1919'da ileri sürülen Siyonist haritaya Litani Nehri de dahildir.
İsrail 1982'de Lübnan'a saldırısında bu nehri kontrol altına almak
istemiştir. Tevrat’ta geçen vaat edilmiş toprakları alarak Büyük
İsrail’i kurmak için su yolları da belli bir sınırı ihtiva eder.
Örneğin İsrail'in ilk Başbakanı David Ben Gurion’un şu sözleri çok
manidardır: "Yahudi halkının, gençlerimizin ve yetişkinlerimizin
yerine getirmesi gereken bir başka haritası vardır: Nil'den Fırat’a
kadar."
Evet, sevgili dostlar planlar ve söylemler gayet açık. Bu planların
ve söylemlerin de ortasında şüphesiz Türkiye yer almaktadır. Peki,
bizim suyun artan stratejik değeri ile alakalı planlarımız nedir?
İşte orası meçhul…
Ve son söz:’’Derin Düşünmeyen Devletlerin Yüksek İdealleri Olamaz’’