İngiltere’de yaşayan Müslüman bir Türk ailesi… Namaz kılıyorlar,
oldukça dindarlar… Bu aile, hangisi olduğunu söylemeyeyim dini bir
cemaate mensup… Bundan birkaç sene önce bir erkek çocukları oluyor,
hangi ismi verelim diye bir yere soruyorlar, istişare neticesinde
çocukcağıza Josef (Joseph) ismi veriliyor. Bir Hristiyan ismi.
Yadırgayanlara, Josef bizdeki Yusuf’un karşılığıdır, bunda bir
sakınca yoktur cevabını veriyorlar.
Evet, onlar Josef derler, biz Müslümanlar Yusuf deriz.
Onlar Abraham derler, biz İbrahim deriz.
Onlar Jesus derler, biz İsa deriz.
Onlar Moses derler, biz Musa deriz.
İslam tarihinde, Müslüman bir ailenin çocuğuna Josef, Abraham,
Jesus, Moses ismini verdiği görülmemiştir.
Musevîliği veya Hristiyanlığı bırakıp Müslümanlığa geçen Batılılar
isimlerini değiştirerek Müslüman isimleri alırken; Müslüman bir
ailenin çocuğuna Josef ismini vermesini doğrusu çok yadırgadım.
Bu aile Dinlerarası Diyalog ve Hoşgörü mezhebine bağlı imiş; Tevhid
inancını, İslam Dinini, Kur’anın Hak Kitap olduğunu, Hazreti
Muhammed Mustafa’nın (Salat ve Selam Olsun ona) Resulullah olduğunu
inkar ve tekzip edenlerin de cennetlik olduğuna inanıyormuş.
Yangın çatıyı bacayı sarmış da haberimiz yok.
Sen hem Müslüman ol, namaz kıl, oruç tut ve sonra çocuğuna Josef
ismini ver. Olacak şey değil ama oluyor işte.
Ankara Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bir Fetva Heyeti vardır.
Maalesef bu Fetva Heyeti Dinlerarası Diyalog ve Hoşgörü mezhebinin
batıl olduğunu delil ve gerekçeleriyle halka ilan etmiyor. Bu
vazifesini yerine getirmediği için de ayakları kayanların vebali
Başkanlığa ve Heyete aittir.
Ülkemizde batıl, bozuk ve sapık Fazlurrahmancılık mezhebi de
yayılıyor. Diyanetten ve Fetva Heyeti’nden tıs çıkmıyor.
Tarihe karışmış, nesli tükenmiş olan Mutezîle Mezhebi Türkiye’de
hortladı, ona da ses çıkartan yok.
İranlı bir zındık, İslam Şinasi adlı kitabında açıkça “Allah gerçek
bir Janus’tur’’ diye yazdı. Janus, iki çehresi olan bir Roma
putudur. Bu zatın kitapları Türkçe’ye çevrildi. Diyanetten bu
konuda cılız bir inilti bile çıkmadı… Dahasını da söyleyeyim: Onun,
içinde binlerce vahim hata bulunan kitapları Diyanet Vakfı
Kitabevleri’nde satıldı.
Türkiye Müslümanları üniter yapıya sahip tek bir ümmet olmadığı, bu
ümmetin başında raşid bir İmam bulunmadığı, İmametin bir Şûrası,
bir Meclis-i Meşâyihi, bir Fetva Heyeti olmadığı için korkunç
boşluklar, ihmaller, gafletler oluşmuştur.
Gazetelerde, televizyonlarda açık oturumlarda Kur’ana, Sünnete,
Şeriata aykırı bir sürü laf ediliyor, bunlara cevap veren kurumlar
yok.
Diyanete sızan feministler dinimizi yıkmak için bir yığın dolap
çeviriyor, bunlar da engellenmiyor.
Yıllarca uğraştılar, yüz kişilik bir heyet kurdular, devlet
bütçesinden büyük paralar harcadılar, Resulullah Efendimizin
hadislerini Avrupa standartlarına göre ayıkladılar, on milyonlarca
Müslümanın bu hıyanetten haberi yok.
Josef Yusuf… Abraham İbrahim… Jesus İsa…
İyi uykular, sayın kardeşlerim…
(İkinci yazı)
Bin Bir Saltanat
ÜLKEMİZDE birçok kesimler, haklı veya haksız isteklerini dile
getiriyor, baskı yapıyor, hukukî veya siyasî yollara başvuruyor;
ısrar, inat ve sebat ediyor, hak arama konusunda bıkmıyor,
usanmıyor. Bunun tek istisnası, çoğunluğu oluşturan Sünnî kesimdir.
Sünnî kesimin üzerine sanki ölü toprağı serpilmiştir. Cumhuriyet
tarihinde görülmemiş bir hürriyet ve serbestlik var ama Sünnîler
İslam medreselerinin açılması konusunda faaliyette bulunmuyor.
Tasavvuf tekkelerinin açılması için çalışmıyor.
Bağımsız bir Ümmet teşkilatı istemiyor.
Müslümanların başına râşid ve kâmil bir zatın gelmesi için herhangi
bir kıpırdanma yok.
Sünnî çoğunluk dehşetli bir umursamazlık, tembellik, rehavet,
gaflet içinde.
Herkes için söylemiyorum, Sünnîlerin bir kısmı bozuk düzen ve
sistemin haram ve necis rantlarını yemeye çalışıyor.
Sünnîler, birlik olmamanın şeytanî lüksü içindeler.
Bendeniz bu lüksü, bu rehavetin akıbetini iyi bilirim. Bir ara
Suriye Müslümanları da böyleydi.
Mısır Müslümanları da böyleydi.
O iki İslam ülkesinde Sünnîler çoğunluktaydı ama asla
birleşmiyorlardı.
Zengin ve orta halli Sünnîler çocuklarını askerî okullara
göndermiyorlardı.
Suriye’de ve Mısır’da bir değil, bin başlılık vardı.
Aman birlik olalım, tefrikayı ve bölünmüşlüğü bırakalım diyenlere,
bir şey olmaz bir şey olmaz, İslamın zaferi yakındır
diyorlardı.
Ah bu gaflet, ah bu rehavet, ah bu yan gel de yat, ah bu oh
kekâh!...
Suriye Müslümanları bir ve beraber olsalardı, bir büyük İmam’a biat
ve itaat etmiş olsalardı, tesanüd içinde olsalardı, durum böyle mi
olurdu?
Allah Allah!.. Mısır’daki meşru İhvan iktidarına karşı Selefî Nur
Partisi, darbecileri desteklemiş, Müslüman kardeşlerini sırtından
hançerlemişti.
Parçalanmış, bölünmüş olmanın dayanılmaz zevki, lüksü, israfı…
Türkiye Sünnîleri bin parçaya ayrıldı diyorum. Dokuz yüz doksan
dokuz mu, bin mi, bin bir mi?
Ümmet yok, İmam yok, bin bir saltanat var.
Dağınıklık yetmiyormuş gibi iki aydan beri birbirimizi yiyoruz.
Bozuk düzen ve sistemin rantlarını yiyenlerin hak arayacak halleri
mi var?
Sünnî kesimde ne kadar çok baron var!..
Ne kadar çok saltanat var!..
Ne kadar çok tantana var!...
Baksanıza Resulullah Efendimizi (Salat ve selam olsun ona)
asumandan kesif bir nur huzmesi halinde zemine indirip bir
kamyonete bindirmişler.
Efendimizi kadın ve erkeklerin karışık oturduğu, sahnesinde genç
kızların çalgıların eşliğinde neşideler terennüm ettiği
toplantılara bile getiriyorlarmış.
Şimdi birlik, beraberlik, Ümmet, tek râşid İmam, anlaşma,
dayanışma, vifak, güç birliği, kaybedilmiş hakları arama zamanı
değildir.
Bölünmüşlüğün, tefrikanın, fitne ve fesadın, nifak ve şikakın,
birbirimizi yemenin, birbirimizin gözünü oymanın dayanılmaz lüksü
ve konforu içindeyiz.
Ne zamana kadar?.. Suriye, Mısır…