Mısır deyince aklımıza Hasan el-Benna, Seyyid Kutub gelir. Sudan deyince Hassan Turabi, Pakistan deyince Muhammed İkbal ve Mevdudi aklımıza gelir. Bu şahsiyetler, müslüman coğrafyada islami düşüncenin ve hareketlerin sembol isimleri olmuşlardır. Türkiye'de yaşayan, müslümanların meseleleri ile az çok ilgilenen bir kişi için de bu durum geçerlidir. Anılan isimlerin fikirlerine katılmış olsun ya da olmasın bu isimler sembol olma özelliklerini korurlar. Bir ülkede yaşayanlar diğer ülkelerin sorunları ile ilgilenmek istediklerinde, öncelikle bu sembol şahsiyetlerin yaşadığı ya da yaşamış olduğu ülkeleri seçerler. İnsanları, ülkeleri, çeşitli kültürleri tanımak için dünyayı gezen birçok insan da benzer bir yol izler. İnsanlar gezdikleri, tarihini bildikleri, sembol şahsiyetlerini tanıdıkları ülkelerin sorunları ile daha yakından ilgilenirler. Çünkü algıda seçicilik ilginin yönünü belirler. Bunun sonucunda halkların yakınlaşması meydana gelir. Halkları yakınlaşan ülkeler bir birini model olarak alma ihtiyacı hissederler.
Son zamanlarda gerek Başbakanımızın uluslararası sisteme getirdiği eleştirilerin dünya gündemine girmesi ile gerekse Türk yapımı dizilerin İslam ülkelerinde yayınlanması gibi nedenlerle Türkiye’nin tanınırlığı artmıştır. Ancak ülkelerin halklarının inanç ve fikirlerinin oluşumuna, bilgi üreten entelektüel gruplar yön verirler. Anlaşılması ciddi bilgi birikim isteyen felsefi düşünceler, entelektüel gruplar tarafından kamuoyu ile hikaye, roman, günlük yazılar, sinema, tiyatro ve diğer iletişim yöntemleri ile paylaşılarak geniş kitlelerin fikir dünyaları oluşturulur. Bu süreç belki yüzyıllar sürebilir (Örneğin batıda önce Rönesans oldu, sonra reformlar yapıldı). Yani önce halkın fikirleri roman, hikaye ve tiyatro eserleri ile inşa edildi, daha sonra reformlar yapıldı. 1789 Fransız İhtilali yüzyıllar süren bilgi örgülemesinin sonucu olmuştur. Dünya halklarına devlet sistemleri ihraç eden ülkeler işe, ilk önce zihinleri inşa ederek başlarlar. Türkiye İslam coğrafyasında model ülke olmak ve medeniyetler yarışında ön saflara geçmek istiyor ise ilk önce dünyadaki entelektüel gruplara fikirler sunmalıdır.
Yazının girişinde bahsettiğim sembol isimler üzerinden ülkelerin tanınması, aslında o ülkelerdeki entelektüel grupların fikir ve düşüncelerinin, ülkemizdeki entelektüel kesimin fikir dünyalarının inşasında ve çeşitli entelektüel grupların oluşumunda etkili olmalarının sonucunda oluşmuştur. Bu, bizim için kötü bir sonuç değildir. Çünkü peygamber efendimiz bizlere, doğru bilginin hangi milletten gelirse gelsin alınmasını öğütlüyor. Aslında hakikatin bilgisi zamana, kişiye ve mekana göre değişmeyen bilgidir. İnsanlar değişmeyen hakikatlerin peşinde olduğu kadar değerlidir. Değişmeyen hakikatlere hangi millet ulaşırsa yücelir, kamu vicdanını ikna ettiği oranda kıymet bulur. Hakikat evrenseldir ve her millet o bilgi birikimine sahip çıkmalıdır. İnsanlığa katkı sunmak, bilinmeyen hakikatleri ortaya çıkararak, insanlar ile paylaşmakla gerçekleşir. Bu paylaşımlar sonucunda ülkelerin yada milletlerin sembol isimleri ortaya çıkar. İşte bu sembol isimler sizin insanlık alemine kazandırdığınız hakikatlerin olduğunun, hakikat bilgilerini bulup paylaştığınızın göstergeleridir. Ne kadar sembol isminiz var ise o kadar insanlık alemine katkınız vardır. Bu günün dünyasındaki entelektüel gruplar arasında Sokrates, Platon ve Aristo’yu tanımayan yoktur her halde. Bu isimlerin tanınmışlığı, Yunan milletinin insanlık alemine katkı sunduğunu gösteren en önemli delilidir. Tabiî ki İslam dünyasından da insanlık alemine katkı sunan şahsiyetler var. Mesela Mevlana, Yunus Emre gibi…
İslam coğrafyasında model ülke olmak isteyen Türkiye’de acaba sembol isim olmuş kaç kişi var? Evet batı kültürü ile uyumlu sembol isimler var. Peki İslami kültürün temsilcisi olarak kaç kişi vardır? Örneğin Cahit Zarifoğlu, Nurettin Topçu, Necip Fazıl Kısakürek, Elmalılı Hamdi Yazır gibi Türkiye’deki entelektüellerin çok iyi tanıdığı isimler, İslam dünyasında ve dünyadaki entelektüel gruplar tarafından ne kadar tanımaktadır? Yada Kahire, Beyrut, Saraybosna, Tahran, İslamabat gibi, entelektüellerin yoğun olduğu büyük şehirlerin sahaflarında dolaşırken kendi dillerinde yukarıdaki sayılan yazarlarımızdan kaç tanesinin kitaplarını bulabiliriz? Benim kanaatim azın da azıdır. Tabii bu ayrıca araştırılması gereken bir husustur. Anketler ve araştırmalar yapılması gereken geniş boyutlu bir konudur. Ancak benim kişisel izlenimlerin Türkiye’de bilinen sembol şahsiyetlerin yurt dışında çok fazla bilinmediği yönündedir.
Öncelikle, medeniyetler yarışında, model ülke olmak isteyen bir Türkiye için bu durum önemli bir sorundur. Medeniyetler çatışması demiyorum. Çünkü medeniyet kurmak isteyen toplumlar çatışmamalıdır, insanlığa katkıda bulunabilmek için yarışmalıdır. İyiliklerde yarışmak güzel bir haslettir. İyilik için çatışma olmaz. Yeteri kadar sembol isimler üretememiş olmak uzun vadede önemli bir sorundur. Çözüm; ülke olarak sembol isim olabilecek kişileri, dünya gündemine taşımaktır.
Doğru ve etkili bir çözüm üretebilmek için, "Entellektüel dünyamız etkili isimleri niçin sembol tüm müslüman coğrafya için birer sembol isim olamadılar?" sorusunu cevaplamak gerekiyor. İnsanların büyük bir çoğunluğu ilmi veya akademik kitapları en iyi anladığı dil olan anadilinde okumak ister. Yani yabancı bir dil bilseler dahi anlaşılması zor olan felsefi, bilimsel, edebi ve akademik metinleri, kendi ana dillerinde okumak isterler. Bir dilin anlaşılması en zor olan kısmı yazı dilidir. Yazı dilinin de anlaşılması en zor olan kısmı felsefi, bilimsel ve akademik yazım türleridir. İnsanlar anlamakta zorluk çektikleri yazıları okumak istemezler. Çünkü insan zorluklardan kaçan bir yapıya sahiptir. Kolayı varken insan niçin zor olanı yapsın ki? Evet insan günlük dili ne ise o dilde yazılan akademik kitapları okumayı tercih eder. Ancak maddi bir kazanç sağlayacağı yada önemli bir ihtiyacını karışılacağı zaman insan zorluklara katlanır. O nedenle işi icabı dil öğrenmek zorunda olana kişiler yabancı dili çabuk öğrenirler. İhtiyacı olmayan bilgiyi öğrenmek istemez insan. Özetle para kazanacaksa Türkçe öğrenirler. Bu nedenlerle yalnız Türkçe eserleri okumak için yabancı insanlar Türkçe öğrenmenin peşine düşmezler. Ticaret için ise Türkçe öğrenmek yerine İngilizceyi tercih ediyorlar. Evet az da olsa Türkçe öğrenen insanlar var. Ama ne kadar?
Siz bir kitap yazdığınızda ve bunu İstanbul Türkçesi ile yayınladığınızda, iyi bir ihtimal ile 80 milyon insana hitap ediyorsunuz demektir. Aynı eseri Arapça yayınladığınızda yaklaşık 500 milyon insana, İngilizce yayınladığınızda yaklaşık 3,5 (üçbuçuk) milyar insana hitap ediyorsunuz demektir. Yukarıda saydığımız ülkemizden çıkmış, sembol olabilecek derecede fikri eserleri olan şahısların kaçının kitapları Arapça ve İngilizceye tercüme edildi? Ben tercümelerine rastlamadım.
Bir kitabı tercüme ederek basılması üç yoldan mümkün olmaktadır. ilk olarak Devlet, kültürel faaliyet için kitap tercüme ettirip yayınlamaktadır. ikinci olarak sivil toplum kuruluşları, kendi fikirlerine uygun olan ve kendi amaçlarını gerçekleştirmeye katkıda bulunabilecek kitapları tercüme ettirip yayınlamaktadır. Son olarak kar sağlamak için kurulmuş olan yayınevleri, yüksek satış rakamlarına ulaşabilecek kitapları tercüme ettirip yayınlamaktadır. Yani özel girişim olan yayınevleri kar getirmeyen kitapları tercüme ettirip bastırmayı tercih etmezler. Kültürümüzün sembol şahsiyetlerinin külliyatlarını, yabancı devletlerin ve sivil toplum kuruluşlarının tercüme ettirerek yayınlamaları pek olası değildir. Çünkü doğal olarak kendi kaynaklarına daha çok yer ayırmak isterler. Kar amacı güden yayın evleri ise daha çok dünya çapında ünü olan kitaplara yönelmektedir. Bu durum İngilizce, Arapça gibi yaygın kullanılan dillerdeki kitapların şansını artırıyor.
Kendi ülkemizin yazarlarının kitaplarının tanıtmak, yazarları sembol isimler haline getirmek yine bize düşmektedir. Bu işi özel girişimcilik ile yada sivil toplum kuruluşları ile yürütmek mümkün değildir. Bu konuda görev devletimize düşmektedir. Devletimiz üçüncü kapsamlı tercüme hareketini projelendirip başlatmalıdır. Tercüme hareketi kapsamında yakın tarihin mütefekkirlerinin külliyatları Arapça ve İngilizceye tercüme edilmelidir. Ayrıca bu kapsamda Süleymaniye Kütüphanesi'ndeki eserlerin hem Türkçesi, hem matbu Arapçası hem de İngilizcesi oluşturulmalıdır. Tercüme hareketinin sonucunda Devletimiz tarafından tercüme ettirilen kitaplar, kağıda basılmayıp, elektronik kitap (e-kitap) olarak yayınlanmalıdır.
Süleymaniye Kütüphanesi'ndeki el yazma eserlerin Türkçeye ve İngilizceye tercüme edilmesi ve günümüzde kullanılan matbu Arapça harfler ile basılması dünyada çok ilgi uyandıracak bir çalışma olacaktır. El yazması eserleri okumanın çok güç olması ve ihtisas sahibi olmayı gerektirmesi nedeniyle, her Arapça ve Osmanlıca bilen kişi bu eserlerden faydalanamamaktadır. Osmanlıca eserlerin günümüz Türkçesine kazandırılması yani Latin harfleri ile basılması ve sadeleştirilmesi hem eserlerden faydalanmayı artıracak, atalarımızın kültürü ile olan bağlarımızı güçlendirecek, hem de eski Osmanlı topraklarında yaşan halkların ilgilisini çekecektir.