LÜTFEN BİR DAHA BANA YAZ DEME!
Bir arkadaşım bana “yaz” diyor. “Yaz ki vatandaş uyansın; yaz ki gerçekler gün yüzüne çıksın; görülsün, duyulsun, bilinsin” diyor. İyi de kardeşim söyler misin ben neyi yazayım? Kimi, kime şikâyet etmek için yazayım? Her şey ortada değil mi? Benim gördüğümü görmüyor; duyduğumu duymuyor musun? Benim hissettiğimi sen hissetmiyor musun? Sen, bir başka âlemde mi yaşıyorsun? Bırak “Üç Maymunları Oynamayı…”
Bana yaz diyorsun! Söyle neyi yazayım?
Gönül ve kültür coğrafyamızda ırmak olup akan iki acıyı “kanı ve gözyaşını” mı yazayım? Doğu Türkistan’ı, Arakan’ı, Filistin’i, Irak’ı, Suriye’yi mi yazayım? Emperyalist devletlerin Müslüman ülkelerde uyguladıkları akıl almaz vahşiliklerini mi yazayım? Yoksa onlara imkân tanıyan Müslüman ülkelerin sözde liderlerinin ihanetlerini mi? Arap Baharı’nı mı yazayım? BOP’a mı dokunayım?
Ne yazayım Allah aşkına!
Şimdilerde “tu kaka” dediğimiz Avrupa Birliği’ni bir zamanlar; “medeniyet projesi” olarak ilan ettiğimizi mi yazayım? Müttefikimiz(!), Stratejik Ortağımız(!) Amerika’nın başımıza çuval geçirmesinden bu yana ülkemizi bölmeye yönelik çalışmaları desteklediğini hatta terör örgütlerini besleyip eğittiğini bize karşı silahlandırdığını mı yazayım?
Faiz odaklı kapitalist sisteminin insanımızı acımasızca nasıl sömürdüğünü mü anlatayım? Tarımda tükenmişliğimizin istatistik verilerini mi sıralayayım? Başta limanlarımız olmak üzere elimizde avucumuzda kıymetli olan nemiz varsa özelleştirerek sıcak para karşılığında sattıklarımızın çetelesini çıkarsam… 450 milyar dolar dış borcun altına nasıl girdiğimizin serüvenini mi yoksa israfın doruklarında nasıl yaşadığımızı mı anlatayım?
Komşularımızla “sıfır sorun” diye çıktığımız yolda hiç dostumuzun kalmadığını mı söyleyeyim yoksa düşman üretmekte olan özel yeteneğimizi mi? Donalt Trump’un densizliklerini yazmamı ister misin? Angela Merkel ile Viladimir Putin ile yürütmeye çalıştığımız dış politikadaki tutarsızlıklarımızı yazsam dikkatin çeker mi?
Söyle kardeşim lütfen ne yazayım?
Kendi tarihine düşman olanların portrelerini çizsem yazılarımda… Türk ordusunu itibarsızlaştırmak hatta yok etmek üzere sahnelenen Ergenekon, Balyoz zırvalarının sonuçlarını anlatsam…
Birliğimizi, dirliğimizi, huzurumuzu yok etmeye çalışan kalbi ve beyni küfür dolu emperyalist uşağı bölücü terör örgütünün caniliğini mi yazayım? Kendi insanlarını, silah arkadaşlarını kurşunlayan, uçaklarla kendi meclisini bombalayacak kadar alçalan vatan hainlerinin başarısız darbe girişimini mi yazayım? Yoksa böylesi vatan haini, millet düşmanı güruhun devletin kılcal damarlarına yerleşirken onları görmezden gelen, göz yuman devlet hassasiyetini ayaklar altına alan devlet görevlilerinin listesini mi çıkartayım? İçilen antları, tutulmayan yeminleri; alfabeden “T” harfini kaldırmak için gösterilen gayretleri…
Allah’ı Allah’la aldatan din bezirgânlarının gözyaşı seanslarını mı dokunsam acaba? Toplumumuzu ahtapotun kolları gibi saran yalanı, riyayı, kibri, kini, hasedi, nefreti, öfkeyi, zulmü mü anlatayım? Yok, yok en iyisi hırsızlığına kılıf bulan arsızların arsızlıklarının yanı sıra mal, mülk, para; makam, mevki ve şöhretin verdiği hırs anaforuna kapılarak fitneyi hortlatanları teşhir edeyim.
Seçtiğimi seçeceksin adlı komedinin son perdesini demokratik hakkımı kullanarak anlatsam… Ya da en iyisi “baskın basanındır” diyerek başlatılan erken seçim çılgınlığına kalem oynatayım…
Söyle kardeşim ne yazayım?
Vurgunun, soygunun, talanın rengini mi yoksa dördüncü boyutunu mu ele alayım?
Kadın cinayetleri, çocuk istismarının yanı sıra bize ruh ve mana kazandıran dini, milli ve manevi değerlerimizden sürekli uzaklaştığımızı örneklememi ister misin? İstersen küfre teslim edilen dilimize argo sözcük kazandırmadaki maharetimizi anlatayım.
Devlet hayatında aldanmanın ve aldatılmanın alışkanlık haline getirilmesini mi tenkit edeyim yoksa halkın;“Neme lazım be Sultan’ım”, deyişine mi yer vereyim? Niceli ardına alarak nitelin anasının nasıl ağlatıldığını mı yazayım? Yüz yıl sonra “padişahlığa” yeniden merhaba diyen cehaletin taassubuna kapı mı aralayayım?
Korkunun portresini çizerek boyutlarını tarif etsem…
En doğrusu yaz-boz tahtası haline getirilen eğitim sistemi ile yavrularımızın gelecekleri ile nasıl oynandığını yazayım. Yok, yok çarpık kentleşmenin başta güzel İstanbul’umuz olmak üzere illerimizin siluetlerini nasıl bozduğunu; rant uğruna tahrip edilen doğal güzelliklerimizi dramatize edeyim.
'İki günü eşit olan zarardadır'', hadisine rağmen üretmeyen, üretemeyen, üretmesi için gerekli imkânlar kendisine verilmeyen insanımızın hayat hikâyelerini anlatmamı ister misin?
Uluslar arası itibarımızı nasıl kaybettiğimizden, dünyanın bize niçin cephe aldığından bahsetsem… Doların akıl almaz yükselişinden dem vursam ilgini çeker mi? İstersen nasıl bu hale geldiğimizin, getirildiğimizin kronolojisini çıkarayım.
Yahu, ben taşrada kendisini köşe yazarı farz eden bir garibanım! Kim kâle alır beni…
Sahi sen, bütün bu söylediklerimi yazmadığımı mı sanıyorsun? Bak ona bozulurum işte! Yok, arkadaş! Sen okumuyorsun anlaşılan! Lütfen, bana bir daha yaz deme! “Sen yazıyorsun ama ben okuma özürlüyüm!”, de.
Hadi önal7 27 Mayıs 20187/Elazığ