Kültür Bakanlığının, aşağıda mahiyetini anlatacağım yeni projesi
bendenizi çok sevindirdi.
Şu anda beş isim ve şahsiyet tesbit edilmiş:
Ali Fuad Başgil… Ekrem Hakkı Ayverdi… Fethi Gemuhluoğlu… Süheyl
Ünver ve Mahiz İz…
Bu örnek ve seçkin kimseler hakkında müstakil kitaplar
hazırlanacak, ilimleri irfanları hizmetleri ahlak ve faziletleri
anlatılacak, bilhassa adam yetiştirme metotları üzerinde
durulacak…
Halkın ve öncelikle gençliğin böyle faziletli, örnek, model
şahsiyetleri tanımasında büyük yararlar vardır.
Âcizâne ve nâçizâne, bu kitaplara ölü ansiklopedik bilgiler değil,
okuyanları uyaracak ve aydınlatacak, onlara bir tür fener ve
kılavuz olacak bilgiler ve menkıbelerle doldurulmasını
istiyorum.
Türkiyenin yakın tarihinde böyle şahsiyetler olmuştur, hizmet
etmişlerdir, bundan sonra da olmalıdır.
Merhum Üstad Muallim Mahir İz bey ile 1952 ve 1969 arasında çok
görüşüp konuştum, saadethanesine çok gidip geldim, ekmeğini tuzunu
yedim, çayını içtim, sohbetlerinden yararlandım. Ankarada siyasal
Bilgiler Fakültesinde okuduğum yıllarda lütf ve tenezzül buyurup bu
fakirin mektuplarına nice cevaplar yazıp göndermek suretiyle fakiri
şereflendirip taltif buyurmuşlardır. O bir fazilet ve irfan
âbidesiydi. Öğretmenlik maaşı ile geçindiği, kirada oturduğu halde,
her ay maaşını aldığında kırkta birini hemen sadaka olarak
dağıtırdı. Onu bir kere bile gıybet ederken görmemiştim. Zamanının
edebî Türkçeyi en iyi bilen üç beş kişisinden biri, belki de
birincisiydi. Öğündüğünü de görmedim. İstikametin=doğruluk ve
dürüstlüğün sanki mücessem bir heykeli idi. Ülkemizde, hanegi
eğitiminin son muallimlerindendi. Onun yüksek özelliklerini,
faziletlerini, hasletlerini, mürüvvetini, hizmetlerini gençlerimiz
öğrenmeli ve bunlardan ders almalıdır.
Üstad Ali Fuad beyi yakından tanıdım, sohbetlerinde bulundum,
makalelerini neşr ettim. 1960 uğursuz ihtilalinden sonra, Samsun
senatörü seçilmişti, müdahale edilmeseydi milletin Cumhurbaşkanı
olacaktı ama bunu izin vermediler, İsviçreye sürdüler. Onun
kibarlığı dillere destandı. Ziyaretine gelen öğrenci gençlere sen
diyerek yahut sadece ismiyle hitap etmez, beyefendi derdi. İlim,
irfan, ahlak sahibiydi.
Süheyl Ünver… Ekrem Hakkı Ayverdi… Fethi Gemuhluoğlu… Bu üçü de,
tek başlarına birer hizmet âbidesiydi. Kültürleri, cesaretleri,
şecaatleri, hizmetleri, himmetleri, azimleri, sabırları
unutulmamalıdır.
Kültür Bakanlığının bu hayırlı projesine şu anda hatırıma gelen iki
büyük şahsiyetin de ilave edilmesini teklif ederim: Nurettin Topçu
ve Muallim Cevdet bey…
Millî kültüre ve kimliğe bağlı gençlerimizin, memlekete hizmet
edecek vasıflı ve güçlü kimseler olmaları için böyle örnek
şahsiyetleri tanımaları, özelliklerini ve hasletlerini bilmeleri,
menkıbelerini öğrenmeleri şarttır.
(İkinci yazı)
Her Gün Sorulması
Gereken On Dokuz Soru
HER vatandaşın sık sık hem kendisine, hem etrafına sorması gereken
bazı önemli soruları aşağıda okuyacaksınız:
Bir: Güney Kore cumhurbaşkanı, başbakanı, bakanları, genelkurmay
başkanı, valileri yüzde yüz yerli ve millî Kore otomobillerine
biniyor da Türkiyenin büyükleri niçin Türkiye otomobillerine
binmiyorlar, yahut binemiyorlar?
İki: Bütün Avrupa ülkelerinde, mezarlıklara giden insanlar,
oralardaki 1928’den önceki mezar taşlarını okuyabiliyorlar da,
Türkiye halkı niçin okuyamıyor?
Üç: İsveç krallığında Müslüman bir kadın polis memuru, üniformalı
kıyafeti ile birlikte başını örtebiliyor, üzerine bir polis şapkası
geçirebiliyor da, Türkiyede böyle bir şey niçin olamıyor?
Dört: Danimarka ve Yeni Zelanda Müslüman ülkeler olmadıkları halde,
Dünya Şeffaflık ve Temizlik anketinde, 10 üzerinden 9 küsur not
alarak dünya birincisi oluyorlar da, Türkiye niçin ancak 5’te
kalıyor?
Beş: Avrupa, şehir içlerinde hızla bisiklete yönelirken, İstanbulda
her gün milyonlarca otomobil sabah akşam içinde sadece sürücü
olduğu halde caddeleri doldurup trafiği niçin içinden çıkılmaz hale
getiriyor?
Altı: İsrafın haram olduğunu, ekmeğin aziz bir nimet olduğunu
bildiren İslam dinine mensup şu ülkede niçin her gün beş milyon
ekmek çöpe atılıyor?
Yedi: Müslümanlık yardımlaşma dini olduğu halde, İstanbulda nice
Suriyeli göçmen, duvar diplerinde, köprü altlarında niçin sefalet
içinde sürünüyor?
Sekiz: Singapur’da yaya iken, yahut otomobil sürerken sokağa,
caddeye, meydana en küçük bir çöp atan kimse derhal yakalanıp ağır
cezaya çarptırılırken, Türkiyede niçin böyle olmuyor?
Dokuz: Lüksemburg’u saymazsak, dünyanın en zengin ülkesi olan
Norveç halkı genellikle ikinci el Volvo’lara biniyor da, bizim
zenginlerimiz niçin aşırı pahalı, aşırı lüks, aşırı israflı acayip
Neronî otolara biniyor?
On: Medenî ülkelerin toplu taşıma vasıtalarında kitap okuyan
insanların sayısı çok da, bizde niçin yok?
On bir: Hastahanelerimizde fotoğraf çektirir gibi niçin bol bol,
kolayca emar çektiriliyor?
On iki: Bazı büyük gazetelerimiz, televizyonlarımız niçin bu kadar
âdice ve çirkin müstehcen yayınlar yapıyor ve niçin bunlara
karışılmıyor?
On üç: Devletimiz vesika vererek, KDV alarak yasal fuhşa, seks
köleliğine izin veriyor da, Feminist geçinenler buna niçin karşı
çıkmıyor, protesto etmiyor?
On Dört: Marmara’nın Elbe adasında ikamet buyuran o zatın asıl ismi
Artin imiş, bu doğru mudur?
On beş: Bundan yüz sene önce Marmarada üç yüz çeşit balık yaşarken
bugün bu rakam niçin otuza düşmüştür?
On altı: O hanım kesinlikle fahişe değildir ama niçin fahişe
kıyafetiyle geziyor?
On yedi: Milyonlarca dindar gencin bırakın onda birini, yüzde
birini, binde biri bile niçin sabah namazlarında camilere gelmiyor?
Camilerde bilhassa sabah namazlarında niçin liseli ve üniversiteli
dindar gençler yok?
On sekiz: Ordusundan kalabalık polisi olan bu ülkede bonzai
uyuşturucusunun üretimi, satışı, dağıtımı, kullanımı niçin
önlenemiyor?
On dokuz: Sünnî Müslüman çoğunluk niçin İslam medreselerinin ve
tasavvuf tekkelerinin açılması için harekete geçmiyor, imza
toplamıyor, mahalle baskısı yapmıyor?