İnternette filmini gördüm. ABD’nin bir şehrinde altı yaşında bir çocuk evinin önündeki otomobillerin yanında oynuyor. Birden komşunun kötü köpeği çocuğa saldırıyor, dişlerini elbisesine ve etine geçirip yerde sürüklemeye başlıyor. Çocuk ciyak ciyak bağırıyor, duyan yok. Çocuğun hayatı tehlikede… Birden harika bir şey oluyor. Evin kedisi çocuğun feryatlarını duyuyor, tüylerini kabartmış şekilde yıldırım gibi oraya koşuyor, pençelerini köpeğe geçiriyor. Köpek kaçıyor, çocuk kurtuluyor, evdekiler yetişiyor.

Köpek, kedinin on ila on beş misli… Kedi kadar cesur olsa onu da parçalar. Kahraman ve vefalı kedicik hayatını tehlikeye atarak çocuğun yardımına koşuyor, Allah’ın izniyle onu kurtarıyor.
Arzu edenler internette (cat saves child dog) kelimeleriyle arayıp birkaç dakikalık filmi seyredebilirler.

Kedinin kurtardığı çocuk hikâyesi, hatırıma geçen sene Gölcük’te kundaktaki yavrusunu evde tek başına bırakarak tatile çıkan öğretmen anneyi hatırlattı. Bir kedideki vefaya bakınız, bir de o annedeki vefasızlığa bakınız… Kadın tatilden döndüğünde çocuk açlık, susuzluk ve bakımsızlıktan ölmüş.

Bizim millî ahlâkımızda vefa denilen bir değer vardır. Biz bu değerin şişesini taşa vurarak bin parça etmişizdir.

Sadece vefa mı?.. Sadakat, mürüvvet, nezaket, kerem, seha, fütüvvet…
İffet… Ah iffet, vah iffet, heyhat iffet, efsus iffet…
En büyük kayıplarımız iffet sahasında oldu.
Bundan yüz, yüz elli sene önceki Müslümanlar bugünkü televizyon programlarını, gazetelerdeki müstehcen resimleri, plajları, sinema filmlerini görmüş olsalardı üzüntüden ve dehşetten akıllarını yitirebilirlerdi.

Sultanahmet… Divanyolu… Firuz Ağa Camii karşısındaki dondurmacıda tesettürlü bir hanım bir külah dondurma almış, sel gibi akan kalabalığın içinde inek gibi yalaya yalaya Beyazıt’a doğru yürüyor. Olacak şey midir bu? Tesettürlü bir hanım böyle bir kabalık yapabilir mi?

Metrobüste tesettürlü iki genç kız konuşuyorlar. Arada bir çıngıraklı kahkahalar atıyorlar, herkes dönüp onlara bakıyor. Rezalet, bin kere rezalet!
Müslüman bir kişi sıcak yaz gününde lokantanın yaya kaldırımına kurulmuş masaya oturuyor, bol tereyağlı bir İskender kebabı ısmarlıyor ve gelip geçenin içinde şapur şupur yiyor. Böylesi mürüvvetsizlik değil, büyük bir felakettir. Dinimiz sokakta, çarşıda pazarda, herkesin arasında yemeyi ve içmeyi uygun görmüyor, kötülüyor. Eskiden İslam mahkemelerinde çarşıda pazarda, açıkta yemek yiyen mürüvvetsizlerin şahitlikleri kabul edilmezmiş.
Birine bir şey soruyorsunuz, aha, diyor… Yol göstermesini istiyorsunuz, oha, diyor…

Efendim, teşekkür ederim… kelimelerinin pabucu dama atılmış.

Kendi kibar ve görgülü sanan kişi, ben ben ben ben, deyip duruyor. Gerçekten kibar olsa; bendeniz, bu fakir, demesi lazım.

Benim evim… Senin evin… Doğrusu: Fakirhane… Devlethaneniz…

Öyle cahiller var ki, kendinden büyük kimseye “Demin arz ettiğiniz gibi…” diyor. Ne demesi lazım? “Buyurduğunuz gibi…”

Bazı üniversitelere İstanbul kültürü ve görgüsü dersleri konduğunu memnuniyetle öğrenmiş bulunuyorum. Ne güzel ama bunları okutacak kaç kişi kaldı acaba?

Bendeniz, okutabilir miyim? Estağfirullah, derim. Böyle bir ehliyetim ve liyakatim yoktur.
İstanbul kültürü, görgüsü, terbiyesi, nezaketi, kibarlığı, mürüvveti, fütüvveti, inceliği, büsbütün tarihe karışmadan son bilenleri bir araya getirip kitabı yazdırılsa ne iyi olur.

(İkinci yazı)

Kimler Övülmez?

İKİ cins Müslüman kendisine iyi demez:
Birinciler: Bunlar gerçekten iyi ve sâlih Müslüman oldukları kendilerine iyi demezler ve dedirtmezler.
İkinciler: Bunlar Müslümandır ama iyi Müslüman değildir. Binaenaleyh onların kendilerine iyi demeleri yalan olur. Dememeleri ve dedirtmemeleri gerekir.
Üçüncü sınıf: Bunlar kemalsiz kişilerdir. Kendilerini överler ve övdürürler. Övgülerden çok memnun, mahzuz, mesrur olurlar.

Kâmil Müslümanların katında, insanların övgüleri ve sövgüleri birdir.
İslamda övgüler, hamdler, sipaslar Allahü Teala Hazretlerine mahsustur.

Ehlullahı ve Evliyaurrahmanı, ruhbanları erbab haline getirecek şekilde aşırı derecede övmek kişiyi şirke düşürebilir. Bu ise en büyük günahtır. Allah, şirk sahiplerini, tevbe etmedikçe afvetmez.

Hz. İsa Efendimizi (aleyhimüsselam) öve öve tanrılaştıranlar bu vartaya düşmüştür.

İslam mezhepleri içinde bir mezhep vardır ki, Hazret-i Ali radiyallahu anhi, Peygamberden de üstün görür ve onu te’lih eder. Bunlar da doğru yoldan çıkmıştır.

Hz. İsa kendisini tanrılaştıranlardan dâvacıdır.
Hz. Ali kerremallahü vecheh de kendisini ilahlaştıranlardan dâvacıdır.

Hükümdarlara gelince: Onlardan bazısı kendisini ilahlaştırdığı için ilahî lanete müstahık ve cehennemlik olmuştur.

Sahih-i Buharî’de yer alan bir hadiste, Kıyamet’e kadar otuz küsur Deccal geleceği, bunların ya ilah olduklarını, ya nebi oldukları iddia edecekleri haber verilmektedir. Bunları övenler, yüceltenler dinden çıkar, mürted olur.

Resulullah Efendimiz (Salat ve selam olsun ona) “Övücülerin suratlarına toprak saçınız” buyurmuştur.
Fasıkları, facirleri, zalimleri, sapıkları, günahkarları öve öve göklere çıkartanlar mânevî bakımdan çok kötü durumdadır.

Kimselere hürmet edilir, kimler övülür?

Haddi aşmamak şartıyla:

Râsih, ilmiyle âmil, ihlaslı, Kur’ana ve Sünnete uyan, dini dünya menfaatine ve şahsî nüfuz ve prestije alet etmeyen âbid, zâhid, muttaqi, müteverri ulema ve fukaha.

Resulullah Efendimizle irtibatlı kâmil mürşidler.
Şeriatı uygulayan âdil İslam devlet başkanları. Onların yine âdil ve gerçek dindar valileri ve vezirleri.
Kur’ana, Sünnete, Şeriata, İslam ahlakına aykırı icraatı olan bozuk dünya büyükleri övülmez.
İmamı Gazalî hazretleri “Dünya büyüklerinin huzurlarına gitme, çünkü onları övmek, Allah ömrünüzü müzdat eylesin demek zorunda kalırsın; Allahü Teala ise zalimlerin ömürlerinin uzun olması duasından razı olmaz” buyurmaktadır.

Ulema-i sû övülmez… Müteşeyyih (Sahte şeyhler) övülmez… Din sömürüsü yapan alçaklar övülmez…
Övgüye layık olan büyüklerimizin ellerinden öper, İslama İmana Kur’ana Şeriata yaptıkları hizmetler dolayısıyla kendilerine minnet ve teşekkürlerimi arz ederim.

Cenab-ı Hak cümlemizi sâlihler ile birlikte haşr eylesin. Âmin…