Bugün 12 Şubat 2022, gözümüz yaşlı gönlümüz yaslı... Büyük felaketin, Kahramanmaraş depreminin, üzerinden tam 6 ün geçti. Saat 12 itibarı ile yapılan tespitte deprem, 24 bin 617 canımızı koparıp aldı. 80 binin üzerinde de yaralımız var.
Bugün 12 Şubat 2022, gözümüz yaşlı gönlümüz yaslı... Büyük felaketin, Kahramanmaraş depreminin, üzerinden tam 6 ün geçti. Saat 12 itibarı ile yapılan tespitte deprem, 24 bin 617 canımızı koparıp aldı. 80 binin üzerinde de yaralımız var. Maraş'la birlikte Hatay'ımızı, Gaziantep'imizi, Adıyaman'ımızı, Malatya'mızı, Urfa'mızı, Kilis'imizi, Diyarbakır'ımızı, Osmaniye'mizi, Elazığ'ımızı da içerisine alan bu büyük coğrafya, 6 Şubat 2022'de gece 7,7 şiddetinde depremle sarsıldı. Uykudaydık! Nice analar, nice babalar, çocuklar, gençler, yaşlılar, göçük altında kalarak can verdi. Evlerimiz yıkıldı başımıza.
Deprem olduğunda Saat, 4.17'di. Uykunun en derin yerindeydik. Dışarısı karanlıktı, termometreler – 5'i, - 7'i gösteriyordu. Dondurucu bir soğuk vardı. Çıplak ayakları ve gece kıyafetleri ile sokağa fırlayan insanlarımız, kendi çaresizliklerini unutmuş, yıkılan evlerinde bıraktıkları canlarının derdine düşmüşlerdi. Soğuk vurunca yüzlerine gözyaşları yanaklarda tomurcuklanan buz parçalarına dönüşüyordu.
Günün ışıması ile birlikte korkunç tablo çıktı ortaya… Aman Allah'ım! Şehirlerin yarısını ya yıkılmış ya da ağır hasar almıştı. Maraş, kan ağlıyordu, Hatay yetim kalmıştı, Malatya'nın üstünde kocaman bir karabulut vardı. Adıyaman, çığlık çığlığaydı, Gaziantep, karalar bağlamış, Urfa, ağıtlar yakıyordu ölenlerine… Osmaniye'nin eyvahları tükenmek bilmiyordu. Adana çaresiz, Kilis, öksüzdü. Diyarbakır, çöken evlerin enkazının altında kalan canlarının derdinde elleri ile kazıyordu yıkıntıyı ve Elazığ üşüyordu tıpkı 24 Ocak 2020'de olduğu gibi…
Türkiye işte bu hüzünlü tabloyla gözlerini açtı. Televizyon başına kilitlendi insanlarımız… Her geçen dakika, her geçen saat, boğazlara atılan düğümleri çoğaltıyordu. Semaya açılan eller, dudaklarda dualar, yakarışlar, deprem felaketine uğrayan canlar içindi.
Kardeşlerimiz, analarımız, bacılarımız, evlatlarımız, dostlarımız enkaz altında can çekişirken biz, bu toprakların kahırlı insanları, acaba felaket bölgesine nasıl elimizi uzatabiliriz diye kıvranıyorduk ki birinci depremden yaklaşık 9 saat sonra 7,6 büyüklüğündeki ikinci deprem geldi. Sonra her iki depremin yıktığı binaların enkazı altından sağ veya yaralı her canla birlikte buruk bir sevinci yaşar olduk günlerce.
Son yüzyıl içerisinde ülkemizde meydana gelen Bu kaçıncı felaketti Allah'ım! Bu yüzyılda ilk büyük depremini dedelerimizden ninelerimizden dinlemiştik. 27 Aralık 1939 Erzincan depremi, 7. 9 büyüklüğündeydi. Bu depremde resmî kayıtlara göre 32 bin 968 kişi hayatını kaybetmiş, 100 binden fazla insan ise yaralanmıştı.
Son 24 yılda deprem felaketini sıklıkla yaşar olduk. 17 Ağustos 1999 Gölcük/Kocaeli Depreminde,17 bin 118 canımızı verdik toprağa, aynı yılın kasım ayında meydana gelen Düzce depremi 894 kişiyi aramızdan koparıp aldı. 23 Ekim 2011'de "Van Depremi", 1 Mayıs 2003'te "Bingöl Depremi", 24 Ocak 2020'de "Elazığ Depremi" ve 30 Ekim 2020'de "İzmir Depremi…'
Bu felaketler, bize gösteriyor ki biz millet olarak, ülke olarak depremle yaşamak zorundayız. Üzerinde yaşadığımız üstü acılı ve sancılı ülkenin maalesef dibi de bizlerin çok daha eğitimli, çok daha şuurlu, çok daha donanımlı olmamızı gerektiriyor.
Prof. Dr. Naci Görür'ün, Elazığ depreminden sonra söyledikleri hala kulaklarımızda. Görür, 'Doğu Anadolu fay hattı uyandı',dedi. Sonra da, Doğu Anadolu fayının Elazığ yöresini kırdığını bundan sonraki büyük depremin Maraş, Çelikhan, Erkenek ve Hatay bölgesinde olacağını, hazırlıklı olmamız gerektiğini söyledi. Akıl, bilim ve öngörü bunun böyle olacağını bildiriyordu. Peki, olan devam eden ve devam edecek olan deprem gerçeği karşısında devleti yöneten yürütme erki ne yaptı?
Depremi 'kader' diye geçiştirmeye çalıştı. Yer etüdü yapılmadan kurulan yerleşim alanlarını; malzemesinden; demirinden, çimentosundan çalınarak inşa edilen binaları yapan müteahhitlerin hırsızlıklarını görmezden geldi. İmar affı dedi, çürük yapılara yol verdi. Vatandaşlarını deprem felaketine karşı eğitmedi. Kendi kusurlarının sebep olduğu felaketleri kadere bağlayarak; 'ne yapalım Allah'tan geldi, Takdiri İlahi! ' dedi ve haşa Allah'ı ihmal, kusur ve tedbirsizliklerine sebep gösterdi ve haşa Allah'ı suçladı.
Peki, bütün bu olan ve yapılanlar karşısında vatandaş ne yaptı? Sustu, 'bana dokunmuyor ya bana ne!',dedi.
Devleti yönetenler başka ne yaptı? Akıl ve bilimi görmezden geldi. Kızılay'ı o her felaketten sonra çadırı, sıcak çorbası ile yanı başımızda gördüğümüz 1868'den zamanımıza hizmet üreten, örgütlü, deneyimli Kızılay'ı etkisizleştirdi. Böylesi büyüklükte bir felaket karşısında orduyu ve bu konuda uzman olan madencileri zamanında koordine edemediği için kurtulması muhtemel nice canların diri diri enkaz kalarak can vermesine seyirci kaldı. Deprem, sel baskını, yangın gibi afetleri önleyecek veya etkisini asgariye indirecek kurum olan AFAD'ın en etkin rol oynayacak biriminin, 'Afetlere Müdahale Genel Müdürlüğünün' başına binlerce jeolog, mühendis, yer bilimci dururken İmam Hatip çıkışlı, ilahiyat fakültesi mezunu, branşı tasavvuf olan birini atadı...