MÜSLÜMANLARIN kurtulup yükselmesine engel olan uyuşturucu ve zehirleyici afyonlardan biri şudur: Biz Müslümanların hiç kabahati ve eksiği yoktur. Bizi o hain, acımasız, gaddar düşmanlarımız bu hale getirmiştir. Düşmanlarımızın kötülükleri ve hıyanetleri olmasa biz kısa zamanda derlenip toparlanırız…

Bu düşünce ve zihniyet yanlıştır, bin kere yanlıştır. Bu zihniyet bizi mahv etmektedir.

Bizi bu hale getiren büyük ve asıl sebep düşmanlarımız değildir; bizim kendi kusurlarımız, eksiklerimiz, cahilliklerimiz, gafletleriz, zaaflarımız ve hıyanetlerimizdir.

Bize, şu anda bizden daha büyük ve zararlı düşman yoktur.

Bütün kusuru ve kabahati düşmanlarımızın üzerine atmak, pek ucuz, pek kolay bir teselli ve bahanedir. Yaman bir afyondur.

Bizi cahilliğimiz, ilim ve irfansızlığımız yıkıyor.

İttihad=birlik, uhuvvet=kardeşlik, tesanüd ve vifak, sevgi ve anlayış yok Müslüman kesimde.

Bizi düşmanlarımız değil, tek bir Ümmet olmamamız yıkıyor.

Boynumuzda zamanın İmamına, Emîrine biat ve itaat bağı olmaması yıkıyor.

İslam ahlakına uyan faziletli, vasıflı, güçlü, üstün ve meziyetli Müslümanlar olamadığımız için sürünüyoruz.

Paraya, mala, zenginliğe, lükse, konfora, keyfe, rahata, lüks meskenlere, lüks otomobillere, lüks hayat tarzına, israfa çok düşkün olduğumuz için zelil vaziyetteyiz.

Efendimiz (Salat ve selam olsun ona) “Siz birbirinizi sevmedikçe mü’min olamazsınız” buyuruyor ve bizim bir kısmımız, sevmekten geçtim, birbirimizin gözünü oyuyoruz.

Bizi bedevilik yıkıyor.

Bizi cemaat, tarikat, hizip, fırka, grup, parça holiganlıkları, militanlıkları, fanatizmleri yıkıyor.

Düşmanlarımız çok güçlü değil, biz çok zayıfız.

Lafa, kuru edebiyata gelince mangalda kül bırakmıyoruz ama işe gelince pek yaya kalıyoruz.

Medya, eğitim, kültür, sanat konusunda nal topluyoruz.

Can düşmanımız olan egemen azınlıklar nice sahada bizden üstün.

Kur’an Kur’an diyoruz, Allah aşkına doğru ve âdilane cevap verelim, Kur’an ahlakı var mı bizde? Kur’anın emirlerini yerine getiriyor, yasaklarından uzak duruyor, öğütlerini tutuyor muyuz? Kur’anı kendimize dünya düsturu=anayasası edinmiş miyiz?

Kur’an, Sünnet, Şeriat ribayı yasak ediyor, bizim riba ile aramız nasıl?

Kur’an, Sünnet israfı haram ve yasak kılmış, bizim israfla aramız nasıl?

Kur’an, Sünnet, Şeriat günde beş vakit namazı dosdoğru kılın diyor, bizim kaçta kaçımız bu emre uyuyor?

Kur’an fuhşiyatı=azgınlıkları yasak kılmış, bizim bunlarla aramız nasıl?

Kur’an adaleti emr ediyor, biz âdil Müslümanlar mıyız?

Bin türlü, günah, mâsiyet, isyan, hıyanet içindeyiz ve sonra bütün suç düşmanlarımızdadır diye kendimizi aldatıyoruz. Ne korkunç, ne yaman aldatmadır bu!

Bizim hiçbir dış düşmanımız olmasa bile bu halimizle kesinlikle kurtulamayız, iflah olmayız, necat bulmayız.

Kurtuluşumuz, izzetimiz, necatımız; Dinimize, Kur’ana, Sünnete, Şeriata, İslam ahlak ve hikmetine uymakla olur.

Sahih itikatla, beş vakit namazı dosdoğru kılmakla, cemaatle, ihlasla, birlikle, tek bir Ümmet çatısı altında toplanmakla, râşid bir İmama biat etmekle, işlerimizi ehliyetli âdil ve güvenilir kimselere danışarak görmekle, ilim ve irfan sahibi olmakla, yüksek ahlakla, nefsimizle büyük, küffarla küçük cihad yapmakla, dinî konuları mıncıklamamakla, din sömürüsü yapmamakla, yapanlara engel olmakla kurtulup yükselebiliriz.

Bunları yapmayıp, bütün suçu düşmanlarımıza yükleyip yan gelip yatmakla; rezillikten, rüsvaylıktan, zilletten, ezilmekten, esaretten, yenilgiden, sürünmekten, kepaze olmaktan kurtulamayız.

Daha beteri de var… İslama, Kur’ana, Sünnete, Şeriata hıyanette böyle gidersek büsbütün berbat oluruz.

Bu işin sonunda Endülüs gibi olmak da var.

Bilmem ki, nasıl uyanıp toparlanacağız?



(İkinci Yazı)

Bir Felaket


BÜYÜK felaketlerden biri şudur: Bazı bölgelerde köylüler tarlalarını, arazilerini yazlık yapmak isteyen zenginlere satıyor, ellerine iyi para geçiyor, bu parayla kendilerine bazısı çok katlı beton binalar yaptırıyor, otomobil alıyor; geride kalan tarla ve bahçelerini ekip biçmiyor.

İyi fiyata tarla satan köylünün, eline geçen para ile tarıma, hayvancılığa, arıcılığa, el sanatlarına, üretime yönelmesi gerekir.

Para mı kazandı?.. Bununla seralar kuracaktır… Fidancılık yapacaktır… Tarla balıkçılığı yapacaktır… Daha yapılacak nice iş var.

Devlet bu konuda köylüleri uyarmıyor, onlara rehberlik yapmıyor, yol göstermiyor ve desteklemiyor.

Bazı ülkelerin ziraat yapmak için yeterli toprağı yok. Dağların yamaçlarına taştan teras duvarları örüyorlar. Ovalardan bin zahmet ve eziyetle oralara toprak taşıyor ve sebzecilik yapıyorlar.

Biz ise dümdüz ovalarımızı, arazilerimizi, tarlalarımızı ya hiç ekip biçmiyoruz yahut doğru dürüst ekmiyoruz.

Toprakları, bir topluma emanettir. Toplum o emanetleri gereği gibi işlemezse, hele hıyanet ederse elinden alınır.

Bendeniz edebiyat yapmıyorum. Yakın zamanlara kadar dünyanın sayılı tahıl ambarlarından biri olan Türkiye’miz şu anda her sene dışarıdan üç milyon küsur ton kalitesiz buğday satın almak zorunda kalmıştır. Ya Rabbi bu ne utanç verici ve rezil bir durumdur!

Soruyorum:

Bizim topraklarımız çalışkan, iyi idare edilen bir toplumun elinde olsa, durum böyle mi olurdu?

Daha bir hafta önce Ankara’da ekolojik tarım yapan bir dostumuz anlattı. Köyde 350 dönüm arazisi olan genç ve sağlıklı bir vatandaş, tarlalarını bırakmış, şehirde 1300 lira aylıkla korumacılık yapıyormuş. Bu kafadaki bir toplum çökmeye, sürünmeye mahkumdur.

Sigortası, emeklilik hakkı olsun da isterse asgarî ücret olsun. Bizi bu zillet bitiriyor.

İnsanlarımıza aşağıda sayacağım zihniyet kazandırılmazsa geleceğimiz parlak değildir.

1. Teşebbüs-i şahsî yani kişisel girişimcilik.

2. Kendi iş yerini, kendi atölyesini açmak.

3. Ticaret…

4. Üretim…

5. Helal kazanç…

6. Küçük memurlukları istememek, beğenmemek.

7. İçinde zerre kadar hile, şeker, glikoz boya, aroma bulunmayan tabiî ve saf bal üretimi.

8. Kahvelerde oturmayıp geceleri birkaç saat el sanatları ile uğraşıp ürün vermek.

9. Tarla balıkçılığı.

Şimdiye kadar bin kere yazdım, bin birinci kere yazıyorum. Bütün akıllı, ciddî gençlerimiz geleneksel millî İslamî sanatlardan birini öğrenip ürün vermelidir.

Belki bazılarının haberi yoktur ama dünyanın nice ülkesinde balkon, pencere kenarı ve teras sebzeciliği yapılmaktadır. Bunu biz de denemeliyiz.

Devlet, üretim yapan köylüleri desteklemeli, onlara yol göstermelidir.

Bir de şu nokta üzerinde durmalıyız. Geçmiş yıllarda devlet hayvancılığı desteklemek için sıfır faizli krediler vermişti. Birtakım (hepsi değil) alçak, rezil, kepaze, vatan haini, namussuz, eşkıya, rezil kimseler alavere dalavere bu kredileri, inekleri aldılar, sonra inekleri sattılar, kredi paralarını bol faizli banka hesaplarına yatırlardı. Ah Osmanlı olacak ki, böyle rezilleri ipe çeksin…

Yine yakın zamanda olan bir hadise: Yeni kaymakam ilçede hayvancılığı sütçülüğü teşvik edip geliştirmek için canla başla çalışıyor. Koyun sürüleri çoğalıyor, inek sayısı artıyor, süt yoğurt tereyağı peynir üretimi artıyor. Halk memnun. Lakin biri memnun değil. Kaymakam o birinin pahalı sattığı yemi aldırmıyor, dışarıdan yarı fiyatına yem getirtiyor. Bu adam güçlü ve nüfuzlu bir particidir ve birkaç ay içinde kaymakamı sürdürüyor. Hizmet etmenin de bir faturası vardır…