Kuleye çıkmaz, dibinde durursanız, birkaç ağaçtan, Beyazıt camiinden, Üniversite binasından başka bir şey göremezsiniz.


Türkiye’nin durumunu anlamak, görmek için de yüksekten, kulenin tepesinden bakmak gerekir.


Nedir bu kule?


Gerçek kültürdür… Tarihi iyi bilmektir… Tarih felsefesine, millî kimlik ve kültüre sahip olmaktır… Sağlam kültürdür…


1923 Lozan anlaşmasının içyüzünü bilmezseniz Türkiyenin bugünkü halini anlamanız mümkün değildir.


Hahambaşı Haim Nahum’u tanımazsanız, onun Türkiye hakkındaki doktrinini bilmezseniz, kulenin tepesine çıksanız bile kubbelerden, damlardan, teraslardan, bacalardan, yollardan başka bir şey göremezsiniz.


Sizin, 20’nci yüzyılın ilk yarısında kurulmuş üç Yahudi devleti konusunda bilginiz var mıdır? Yoksa, Türkiyeyi anlayamazsınız.


Siz, belki Sabataycıları ve Kripto Yahudileri duymuşsunuzdur. Peki, Pakraduniler hakkında ne biliyorsunuz? Bu kelimeyi yeni mi duydunuz? Öyleyse Türkiyeyi anlayamazsınız. Boş yere uğraşmayın anlamak için, siz yine eski Cemaat-İktidar dedikodularını takibe devam ediniz.


Siz, özet de olsa İbn Haldun’u okudunuz mu? Toynbee’yi okudunuz mu? Makyavel’i okudunuz mu?


Okumadınızsa dedikoduya devam.


Binalara, bacalara, damlara bakmaya devam.


Beyazıt kulesine çıktınız ama elinizde mükemmel bir dürbün yok. Şehrin detaylarını doğru dürüst göremezsiniz.


Size bir değil, birkaç dürbün gerekir. Binaların içini gösteren dürbün bulabilir misiniz acaba?.. Karanlıkta gösteren dürbünler varmış…


Şu uzaktaki bina faiz lobisinin genel karargahıdır, içinde ne dolaplar dönüyor biliyor musunuz?


Yüz binlerce vatandaşın telefonlarının dinlendiği binanın kapısında “Genel Telefon Dinleme Merkezi” yazmaz. Birinin size dürbünle bu binayı göstermesi ve izahat vermesi gerekir.


Şehirde binlerce okul binası göreceksiniz. Bu okullardaki eğitim seviyesini nasıl bileceksiniz?


İşte karşınızdaki büyük şehir… Camileri, üniversiteleri, mektepleri, bankaları, batakhaneleri, genelevleri, meyhaneleri, çarşı pazarları… Şehri anlamanız için bir uzman yetişmez, bir filozoflar heyeti sizi aydınlatmalıdır.


Bir kültür tabanına sahip değilseniz, Aristo da gelse, Eflatun da gelse yine anlatamaz.


İstanbulu anlayabilmek için zaman içinde yolculuk yapabilmek gerekir. Bundan 300 yıl geriye gidersiniz, günlerden cumadır, Padişah Ayasofyaya namaz kılmaya gitmektedir. Beyaz atının üzerinde, kavuklu ve kaftanlı Sultanı, etrafındaki devlet erkanını, hassa askerlerini, seyr eden halkı göremiyor musunuz? Sizde tarih körlüğü var demektir.


1453’te İstanbul’un düştüğünü, Bizans’ın yıkıldığını, Fatih Sultan Mehmed Han’ın şehre girip Ayasofya’da namaz kıldığını görmelisiniz.


Evet, Beyazıt kulesine çıkınca, Mütareke yıllarında Boğaza demir atmış düşman zırhlılarını da görebilmelisiniz?


Sabiha Sultana talip Yaver-i Fahri-i Şehriyarî M. Kemal Paşanın, Padişahın emriyle Bandırma vapuruna râkiben Samsuna gidişini görmelisiniz.


1924’te son Halifenin kovuluşunu görmelisiniz? Halk ayaklanır diye korkmuşlardı da, Halifeyi ve maiyetini Avrupa trenine, Sirkeci’den değil, Çatalca’dan bindirmişlerdi.


1925’te feslerin, sarıkların yasaklanıp şapkaların giyildiğini görmelisiniz.


Meşrutiyette Beyazıt’tan Sirkeciye kadar yaya kaldırımlarına sehpalar kurulmuş olduğunu, bu sehpalarda, asılmışların cesetlerinin rüzgarla nazlı nazlı sallandığını görmelisiniz.


Çok gerilere gidebilmeli, imparator İkinci Andronikos’un nasıl feci ve korkunç işkencelerle öldürüldüğünü görmelisiniz.


Barbaros donanmasının bir zafer dönüşü Marmaradan Sarayburnuna süzülerek yaklaştığını görmelisiniz.


Zaferler görmelisiniz, hezimetler görmelisiniz, sevinçler kederler görmelisiniz.


Yeniçeri isyanlarını görmelisiniz.


Halifeler, Sadrazamlar, vezirler, paşalar, şeyhülislamlar, kazaskerler, patrikler, hahambaşılar, sahte Mesih Sabatay Seviler, Hahambaşı Haim Nahumlar, Kezzablar, Deccallar, Süfyanlar, veliler, ulema, fukaha görmelisiniz.


Süleymaniye inşaatında Mimar Sinanı görmelisiniz.


Kupa arabaları, atlı tramvaylar, Boğazda yandan çarklı gemiler… Bahçeli evler, köşkler, konaklar… Mor salkımlar, hanımelleri, tırmanan güller, pencere kenarlarında küpe çiçekleri görmelisiniz.


Rüzgar size Fuzulîden, Bakiden, Şeyh Galibten, Koca Ragıb Paşadan, Nedim’den mısralar, beyitler, gazeller, kıt’alar okumalı… Ufuklardan gelen top seslerini duymalısınız.


Itriden, Dede Efendiden, Rakım Elkutludan, Kaptan Zade Ali Rıza beyden nağmeler… Yahya Kemalden neşideler… Şaire Nigar hanımın efsuslu şiiri…


Güneşin bir açması, bir kapanması… Sisler, zulmetler, facialar, hıyanetler, cinayetler, entrikalar şehri.


Bundan 125 sene önceki İstanbul’a dikkatlice bakınız. Çarşaflı peçeli İslam hanımları tayflar gibi dolaşıyor. Müslüman erkekler sarıklı, fesli… Padişah, sarayından Yıldız Camiine Cuma namazı kılmak için gidiyor. Muzika-ı Hümayun Hamidiye Marşını çalıyor… Ser müezzin-i Hazret-i Şehriyarî Ezan okumaya başlıyor. Gönülleri ürperten harika bir ezan bu… Ezan-ı Muhammedî… Duymuyor musunuz?


Beyazıt kulesinden İstanbul’a basiret ve im’an gözüyle bakarsanız, rüzgâr size birtakım ahlar ulaştıracaktır. Sultan Abdülazizin ahı… Küpeleri, kulak memeleri yırtılarak gasb edilen Pertevniyal Valide Sultanın ahı… Nâhak yere tahtından indirilip Selanike sürülen Sultan Abdülhamidin ahı… Sultan Vahidüddinin ahı… Son Halifenin ve perişan edilen Hanedan-ı Âl-i Osmanın ahları… İskilipli Âtıf Efendinin ahı… Cilbabları yırtılan İslam hanımlarının ahları… Mecelle-i Ahkam-ı Adliyenin ahı… Medreselerin, tekkelerin, yağma edilen Evkaf-ı İslamiyenin ahları…