Çağımız bilgi (enformâsyon) çağıdır ve dünyada baş döndürücü
gelişmeler yaşanmaktadır. İstihbarat faaliyetlerinin ana gayesi
bilgiyi elde etmektir. Bilgiyi elde eden genellikle savaşı kazanır.
Bu geçerli kuraldır. İstihbaratı elde edip kullanma ise bir
süreçtir. Çoğu zaman güçlü bir yorum gerektirir. Bu nedenle bu,
tecrübeli insanların işidir.
İstihbaratçıların görevi, haber toplama istekleri belirlendikten
sonra, istihbârat faaliyetini bu yönde başlatmak, alınan haberleri
işlemek, kıymetlendirmek ve ardından kullanılması için ilgili
yerlere aktarmaktır. Çark bu şekilde döner. Peki, İslâm’da
İstihbarat ne demektir? Hz. Muhammed (Sav. M.S. 571-632), mücadele
sahasında bu enstrünmânı kullanmış mıdır? Hz. Peygâmber’in yaşadığı
dönemde bugünküne benzer teknolojik gelişmelerin olmayışı
istihbârat kullanımına engel değildi. Çünkü her zaman olduğu gibi,
bu faaliyetlerin ana kaynağı insandı. Yani ‘Casus’tu. Hz Peygâmber
de bilginin öneminin farkındaydı ve casus kullanmıştı. Amacı
Müslümânları korumak ve mücadele sahasında başarılı olmak için
stratejilerini belirleyebileceği doğru bilgileri temin etmekti.
İstihbarat kullanımı ile ilgili yalnızca Hz. Muhammed’in (sav)
değil, başka peygâmberlerin de gayret gösterdiği konusunda İslâm
Tarihi’nde bilgiler mevcuttur. Hz Musa’nın (as) öğrencisi ve yakın
arkadaşlarından olan Hz Yüşa (As.), Musa Peygâmber Allah’ın (C.c.)
huzuruna gitmek üzere kavminden ayrıldığında, Musa’nın kavmini
gözetlemiş, durumları hakkında sonra¬dan Hz Musa’ya bilgi
vermiştir.
Espiyonaj yâhud Batılıların tâbiri ile Jurnalcilik (Casusluk)
faaliyetlerine, İncil’de Hz Musa’nın: “Gidin ve o ülkede gerekli
araştırmaları yapın” şeklindeki ifadelerinde de rastlanır. Yani
bilgiyi temin etme gayreti İslâm’da olmazsa olmazdır. Zira az önce
de bahsettiğimiz gibi, Hz Muhammed (Sav.) İslâm Devletî Başkanı
olarak, barış ve savaş durumunda düşmana üstünlük sağlamak
gayesiyle, siyasi, askeri ve ekonomik faaliyetler hakkında
istihbârat toplama gayretleri göstermiş, yüzyıllar önce bilginin
önemini çok iyi anlamıştır. Bedir Savaşı öncesinde, bazen
kendisinin de bizzat içinde bulunduğu bilgi toplama faaliyetleri
gerçekleştirmiş, Kureyş ordusu ile ilgili bilgi toplayacak başka
casuslar da görevlendirmiştir. Ayrıca düşman topraklarında yaşayan
ve bilgi gönderen casuslar da kendisine katkıda bulunmuştur. “Ey
iman edenler! (Düşmana karşı) tedbirinizi alıp, küçük birlikler
hâlinde yahut topluca savaşa gidin.” Nisa 4/71 Âyeti’nden
anlaşılacağı gibi, düşmana karşı hazırlıklı olmak Hz. Allah’ın (Cc)
Müslümânlara emridir. Bu nedenle tedbirli olmak elzemdir. Bugün
istihbârat dünyasında olmazsa olmaz olarak bilinen dil öğrenimi, Hz
Muhammed’in de üzerinde önemle durduğu bir husustu. Çünkü O (Sav.),
kendisine yazılan ve başka yerlere yazmak istediği mektuplarda,
Medine Sözleşmesi gereği anlaşmalı olduğu Yâhudî kabilelerinin
yardımlarına güvenemiyordu.
Yahudilerin dil konusundaki yardımlarını kabul etmek istemiyor,
ashabından bu işi öğrenecek kişilerin bulunmasını istiyordu. Bu
nedenle Zeyd b. Sabit’i bu işle görevlendirmişti. Hz. Zeyd (Ra.)
kısa sürede Süryanice ve İbranice dillerini öğrenip mektup okuma ve
yazma işlerini yapmak üzere Resulullâh’ın hizmetine girmişti.
Resulullâh, Bedir savaşı öncesinde, Bedevilerden yaşlı bir adamla
karşılaşmıştı. Hz Muhammed (Sav.), kendisini tanımayan ihtiyara:
“Kureyş ve Muhammed hakkında bilgin nedir?” diye sordu. Yaşlı adam:
“Siz kimlerden olduğunuzu söylemedikçe size bir şey söylemem”
deyince, Peygâmber (sav): “Sen bildiklerini söylersen, biz de kim
olduğumuzu söyleriz” dedi. Bunun ardından ihtiyar: “Bana Muhammed
ve âshabının şu günde yola çıktıkları haberi geldi. Bunu söyleyen
doğru dediyse, onlar bugün şu yerdedirler” diyerek Resulullâh’ın
(Sav.) bulunduğu yeri kastetti. Ardından ihtiyar adam sözlerine
şöyle devam etti: “Bana söyleyen doğru söylediyse, Kureyşliler
bugün itibariyle şu şu yerdedir.” İhtiyar Kureyş’in yerini
söyleyince: “Şimdi de siz kim olduğunuzu söyleyin” dedi. Resûlû
Ekrem (sav) ise: “Bizler şu taraftanız” diyerek kim olduğunu
gizledi. (Eliyle Irak tarafını gösterdi). İslâm ordusunun bulunduğu
yer hakkında bilgi sahibi olan yaşlı Bedevi’ye sorular soran
Resulullâh (sav), Kureyşliler hakkında da sağlam bilgiler elde
etmişti ve özellikle kimliğini gizlemişti. Hz Peygâmber’in (sav)
amcası Abbas, Bedir Savaşı (13 Mart 624)’na Kureyşlilerin safında
katılmıştı. Çünkü henüz Müslüman değildi. Savaş sonrası esir
düşenlerden biri olan Abbas bu olay sonrası Müslüman oldu. Ancak
Hz. Peygâmber (Sav.) amcasının Müslüman olduğunu gizlemesini
istedi. O’nu casusluk amacıyla Mekke’ye geri gönderdi. Müslüman
olduğunu gizleyen Hz Abbas (Ra.), Mekke’nin fethine kadar Kureyş
hakkında önemli bilgileri Resulullâh’a ulaştırdı. Bunlardan en
önemlisi Uhud Savaşı öncesinde gönderdiği mektuptu. Hz Abbas, Uhud
Savaşı (23 Mart 625) öncesinde Kureyşlilerin yaptığı tüm
hazırlıkları ayrıntılı olarak Hz. Peygâmber’e mektupla bildirdi.
Haberci tutarak Medine’ye gönderdiği mektubu Hz. Muhammed’e
ulaştığında, Resulullâh (Sav.) ayrıca Hz Hubab’ı da keşif amacıyla
Kureyşlilerin geliş istikâmetine doğru gönderdi. Hubab da Kureyş
ordusunu görüp geri geldi ve Peygâmber’e ayrıntılı rapor sundu. Bu
iki önemli istihbari bilgi sayesinde, Hz Peygâmber ilk önce nöbetçi
çıkartıp önlem aldı ve hemen savaş hazırlıklarına başladı.
Kureyş’in ani bir baskını da böylelikle önlenmiş oldu.
Peygâmberimiz (Sav.): “Savaş Aldatmadır” buyurmuştur. (Aldatmadan
maksat, manevradır. Yani düşmanı kandırmak için taktikler
uygulamadır) Harp konusunda hile yapılacağı hadisten de
anlaşılacağı gibi caiz kabul edilmiştir. Çünkü öncelikli amaç
inananları korumak, onların zarar görmesini engellemektir. Benî
Müstalik Gazas (626)ı öncesinde, Hz Peygâmber, sahabeden Hz
Büreyde’yi istihbârat toplaması için göndermişti. Hz Büreyde (Ra.)
Medine’den ayrılmadan önce Resulû Ekrem (Sav.) ile görüşüp, düşmanı
şüphelendirmemek ve canını korumak için gerçeğe aykırı konuşup
konuşamayacağını sormuştu. Hz Peygâmber de; “(Sav.), içinde
bulunulan durum nedeniyle bunu yapabileceğini söylemişti.” Bu
duruma benzer birçok örnek Hz. Muhammed’in hayatında mevcuttur.
Zira bu gibi tedbirlerin alınmaması düşmanın işine yarayacak ve çok
fazla kan dökülmesine neden olacaktı. Hz Peygâmber’in (Sav.) buna
özen göstermesi, yani proâktif tedbirleri alması sayesinde on
yıllık savaş hayatında düşmandan yalnızca bin kişi ölmüş,
Müslümanların şehit sayısı ise üç yüz yirmi yedi olmuştur. Bu
istatistiksel gerçekler, O’nun (Sav.) barışı sağlama hususunda
gösterdiği gayretlerin önemli bir sonucudur.
Sonuç olarak; Resulullâh’ın tüm gayesi Müslümanları korumak ve
barışı tesis etmekti. Bu nedenle: “Emrolunduğu gibi dosdoğru bir
hayat yaşaması” (Hûd Sûresi 112. Ayet), O’nu (Sav) başarılı kılan
en büyük etkendi. Yani her şey şüphesiz ki Hz. Allah’tandı…
Ve son söz: Gayret Kuldan, Başarı ise Yalnız Hz. Allah’tandır.