GÜÇLÜ ve vasıflı liseler olmadan, bu liselerde istidatlı, kabiliyetli, süper gençlere çok sağlam bir eğitim verilmeden, Türkiye’ye son derece lüzumlu güçlü elemanlar yetişmez, yetiştirilemez.
Lise eğitim derken cebir geometri fizik kimya derslerini kasd etmiyorum. Edebî zengin Türkçe, tarih, felsefe (psikoloji, mantık, ahlak, metafizik, estetik…), sanat kültürü, ahlak ve karakter terbiyesi kasd ediyorum.
Böyle liseler hakkında somut örnekler verebilir misiniz? Sayayım:

1. M. Kemal Paşa ve İsmet Paşa zamanındaki, bitirme ve bakalorya imtihanlarına tabi tuttuktan sonra başarılı olan öğrencilere diploma veren liseler. Nihat Sami Banarlı, Orhan Şaik Gökyay, Âgâh Sırrı Levent, Fuat Köprülü, Mahir İz, İbrahim Alaaddin Gövsa gibi üstadların edebiyat öğretmenliği yaptığı liseler.
2. Fransa’daki üstün liseler.
3. İngilteredeki Eton College’i ve benzerleri.
4. Almanya’nın, Avusturya’nın, İsveç’in, Tayvan’ın, Singapur’un, Japonya’nın ve daha nice medenî ülkenin liseleri…

Türkiyede böyle liseler olmuştur ama bugün yoktur. Evet bir tek vasıflı lisemiz yoktur.
Vasıflı lise olmayınca vasıflı gençlik yetişmez.
Otodidakt yetişir ama onun nispeti milyonda birdir.
Benim anlattığım liselerden, sayısı az da olsa Bengal kaplanları yetişir.
Adı lise olan, kendisi lise olmayan binalardan, Bengal kaplanına benzeyen ama öyle olmayan tekir kediler yetişir.
Türkiye’nin, yeterli miktarda Bengal kaplanına ihtiyacı vardır.
Bir gencin vasıflı genç olarak yetiştirilebilmesi için mutlaka zengin edebî medenî engin Türçeyi bilmesi gerekir.
Mutlaka mantık okumuş ve öğrenmiş olması gerekir. Mantıksız kişi vasıflı olamaz.
Müslüman bir gencin iyi mükemmel Osmanlıca bilmeden birinci sınıf üstün güçlü genç olması mümkün değildir.
Sanat tarihi ve kültürü bilmiyor… Eksik ve güdük kalmaya mahkumdur.
Vasıflı genç iki şeyi yakalamış olmalıdır: Biri İslam, diğeri çağ… İslamın ve çağın gerisinde kalmışsa, Müslüman mü’min iyi sevimli bir insan olabilir ama vasıflı olamaz.
Danimarka liselerinde iki yabancı dil mükemmel şekilde öğretilir. Hattâ İngilizce anadil seviyesinde öğretilir. Türkiye liselerinde böyle bir şey var mıdır? Gencimiz İmam-Hatip’te dört, İlahiyatta dört, etti sekiz yıl Arapça okur ve Arapçayı doğru dürüst bilmez, Arapça okuyamaz, yazamaz.
Arapçadan geçtim, bizim liselerimiz yeterli Türkçe öğretemez.
Lise bitirir… Bazısı şefkat yerine şevkat, maddeten yerine madden yazar. Kimisi malikâne diyeceğine malikhâne der…
Lise bitirmişlerimizin yüzde kaçı cami ile camii ârasındaki farkı ayırt edebilmektedir. Geçen gün selatin camilerimizden birinin avlu pencerelerinin her birinde cami kelimesinin yanlış yazılmış olduğu levhalar görmüştüm.
Arap dünyasında bir genç liseyi bitirdikten sonra fi sebilillah yerine fi sebülullah yazar mı, yazabilir mi? Böyle bir yanlış yapanın diplomasını top gibi buruştururlar ve o cahilin ağzına sokup yuttururlar.
Eğitimimiz, okullarımız, bilhassa liselerimiz bozulduğu; millî kimliğimizin, millî kültürümüzün, çağın gerisinde kaldığı için ülke kültürü şifahî kültür oldu ve toplum düşünemez hale geldi.
İnsanlarımız 300 kelimeden hacimli metinleri okuyup anlayamıyormuş.
Mantık okutulmadığı için sebepler ile neticeler arasındaki farkı ayırt edebilen kaç kişi çıkar?
Türkiye, liselerini ıslah etmeden, eğitim konusunda dünya ülkeleri listesinin baş tarafında yer almadan, gençliğine doğru dürüst zengin edebî yazılı Türkçe öğretmeden kurtulamaz, yükselemez.
Bunca gökdelen, köprü, hava alanı, oto yol, alış veriş merkezi bizi kurtarmaya ve yükseltmeye yetişmez mi?.. Yetişmez.
Öncelikle iyi ve güçlü bir eğitim, iyi okullar, vasıflı gençlik. Bu vasıflı gençliğin içinden çıkacak süper elemanlar.

(İkinci yazı)

Bir TV Dizisi

PROFESÖR John Wilkinson, asistanı David’in, cami çökse de mihrap yerinde dul annesi Kathrine’i sevmektedir. David Profesörün orta kızına Lili’ye delicesine aşıktır. Wilkinson’un karısı Johanna şoför Albert’le yarı gizli yarı açık aşk yaşamaktadır. Bahçıvan ile hizmetçi karı Dodo paslaşmaktadır.

Serinin 19’uncu kısmında beklenmedik bir bomba patlar, Lili hamile olduğunu anlar ve çocuğunu aldırtmak zorunda kalır. Kürtaj yasaktır, bu hadise duyulur, Wilkinson ailesinin başı çok ağrır. Albert bir kazada can verince Johanna krize girer ve damdan atlayıp intihar etmek ister. Damdan atlar, fakat yüzme havuzuna düşerek kurtulur. Profesör Wilkinson bunca servetine ve sosyal statüsüne rağmen mutlu bir hayat sürememenin ıstırabını çekmektedir. Hizmetçi Dodo’ya büyük piyango vurur, işini bırakır, Holivut’a taşınır. Buna kızan bahçıvan yüzme havuzuna siyanür döker. Myriam havuza girer ve zehirlenerek ölür. Profesör federal havuzlar kanununa (FHK) göre tutuklanır. Aile üzerinde uğursuzluk bulutları esmektedir. Bakalım serinin 20’inci kısmında neler olacak? Herkes o günü iple çekerek bekliyor. Aşk, ihanet, entrika, seks, paslaşma, fuhuş, zina, ensest, işret, kumar, diz boyu rezalet. Seyirciler bu diziye çılgınlar gibi tutkun. Milyonlarca vatandaş Wilkinson Family serisinin sarhoşu olmuştur. Serinin oynatıma girdiği gecelerde herkes tv ekranlarının önüne oturmakta, trafik hafiflemektedir. Reis Cangılson’un bile mââile seriyi dikkat ve heyecanla seyrettiği söyleniyor.