Bu yazıda safha safha (aşama aşama) bir sonuca ulaşacağız, inşallah.

6 kelimeden 1 sonuca varacağız.

6 kelime şudur:

“İlim, irfan, basiret, feraset, cahil ve ümmi.”

İlim, herkesin bildiğini düşündüğümüz ya da herkesin bilmesi gerektiğini sandığımız bir kavram.

İlim nedir? İlim, insanın öğrenme ile elde ettiği bilgidir. İlim, önceden değil, sonradandır.

İrfan, insanın idrak ile elde ettiği bilgidir. İrfan, sonradan değil öncedendir.

İlim, insanın ve hayvanın elde edeceği ve öğreneceği hususlardır. İlim, şeytanda da vardır.

Şeytanda olmayan idraktir. Hayvanlarda da idrak yoktur.

Buna göre, bir sonuca varmak için çıktığımız bu menzilde, şu birinci safhaya varıyoruz:

“İlim, insanlarda, hayvanlarda ve hatta şeytanda da var. Ancak, hayvanlarda ve şeytanda olmayan irfandır.”

(“Hayvanlarda ilim var” derken kastım şudur: Allah (cc) tüm hayvanlara hayatta kalmalarını ve yaşamlarını sürdürmeleri için bir yetenek vermiştir. İlim derken kastım hayvanlardaki o yetenektir. Geçen gün bir TV’deki belgeselde izledim. Annesinin karnından doğar doğmaz bir buzağı, süt ihtiyacı için doğrudan annesinin memelerine yöneliyor. O buzağıyı o memelere doğru yönlendiren ilahi bir sevktir. Biz hayvanlardaki ilahi yönlendirme suretiyle gerçekleştirilen tüm
hareketlere “ilim: diyoruz.)

Parentez içi bu açıklamadan sonra sonuca varmak için devam edelim safha safha ilerlemeye.

Birinci safhayı aştık. Ancak, varılan bu safhayla işimiz bitmiyor. Bir safhaya daha varacağız.

Orada da durmayacağız. Ardından bir safhaya daha varacağız.

Yazımızın başında da ifade ettim. Bu yazıda üç safhayla bir sonuca ulaşacağız.

İlim, öğrenmeyle olur.

İrfan, idrak ile olur.

İdrak nedir?

Veri, bilgi, öğrenmek ve idrak etmek şeklinde sıralanan ilim-irfan sürecinin en zirvesi idraktir.

İdrak, anlayıştır.

Anlayışın ilim ile alakası yoktur. Anlayışın irfan ile bağlantısı vardır. İlim, bir kavrayıştır.

Kavramak, anlamak değildir.

İlim, dışsal kavrayıştır.

İrfan, içsel anlayıştır.

İlim ile basirete, irfan ile ferasete ulaşılır.

Basiret, öğrenme ile kazanılır.

Feraset, idrak etmekle kazanılır.

İnsanlar, sırf basirette kalırsa hayvanlar gibidir.

Basiret, baştaki gözle elde edilir.

Feraset, kalpteki gözle elde edilir.

Hayvanlar da, insanlar da baştaki gözü kullanarak basiret sahibi olurlar.

Kalpteki gözü kullanmak ancak feraset sahibi insanlarda olur.

Bu durumda, ilerlediğimiz bu menzilde şu ikinci safhaya varıyoruz:

“Basiret, hayvanlarda da vardır. Hayvanlarda olmayan ferasettir.”

Bu ikinci safhadan üçüncü safhaya doğru ilerleyelim.

Üçüncü safhada cahil nedir? Ümmi nedir? Bunları açıklayalım.

Cahil, Allah’ı bilmeyen insanlar için kullanılan bir kelimedir.

Ümmi, Allah’ı bilen insanlar için kullanılan bir kelimedir.

Hayvan için cahillik ya da ümmilik sözkonusu değildir. Cahillik ve ümmilik insanlar içindir.

Cehalet bilmek ya da bilmemek şeklinde iki ayrı kategoride ele alınamaz. Cehalet, bilmekle de olur. Bilgi sahibi insan, Allah’ı bilmiyorsa cahildir.

Ümmilik, bilmemekle olur. Bilgi sahibi olmayan insan, Allah’ı biliyorsa cahil değildir.

Ümmilik bir vasıf ve özelliktir. Ancak cehalet insana yakışmayan bir durumdur.

Bir insana “ümmi” derseniz, onun özelliğini ve vasfını belirtmiş olursunuz. “Cahil” dediğiniz bir insana hakaret etmiş olursunuz.

Bu noktada, ilerlediğimiz bu menzilde şu üçüncü safhaya varıyoruz:

“Cahil, her şeyi bilse de Allah’ı bilmeyendir. Ümmi, hiçbir şeyi bilmese de Allah’ı bilendir.”

Evet, bu yazıda safha safha üç menzil geçtik ve bir sonucu varmak üzereyiz.

O sonuçta irfan ile feraset önem taşımaktadır.

Ben bu yazıda ilmi ve basireti elbette küçümseyemem.

İlim de mühimdir, basiret de mühimdir.

Ancak irfansız ilim, ferasetsiz basiret felakettir. Tek başına ilim, tek başına basiret mutluluk vermez.

Tek kanatlı kuş uçmaz.

Bizim bir kanadımız ilim, diğer kanadımız irfan olmalıdır.

Bizim bir kanadımız basiret, diğer kanadımız feraset olmalıdır.

İlim ve irfan ile basiret ve feraset ile mücehhez (donanmış) bir insan “kendini bilen” insandır.

Kendini bilen insan, Allah’ı bilen insandır.

Bir Hadis-i Şerif’te Sevgili Peygamberimiz Efendimiz (asn) şöyle buyurmaktadır. 

“Men arefe nefsehû fekad arefe rabbehû: Kendini (nefsini) bilen, Allah'ı bilir.”

Evet, bu yazının başlangıcında “bir sonuca varacağız” demiştim. Böylece “kendini bilme” sonucuna ulaştık.  Zümer Suresi 9. ayette Zümer Suresi 9. ayette geçen “hiç bilenler ile bilmeyenler bir olur mu” beyanında da dikkat çekilen de işte budur.  beyanını bu çerçevede anlamak gerekir.

Bu yazıdaki istediğimiz sonuç “kendini bilmektir.”

Zümer Suresi 9. ayette kastedilen elbette şu manadır: “Hiç kendini bilen ile kendini bilmeyen bir olur mu” yani “hiç Allah’ı bilenler ile Allah’ı bilmeyenler bir olur mu?” 

Olmaz elbette. 

Kendini bilen/Allah’ı bilen takva sahipleridir ki, üstünlük buradadır.

Vesselam.