Mâlum-i âlileri olduğu üzere:

Birçok üniversite cadı kazanı gibi kaynamaktadır.

Birçok İstanbul lisesinde öğrencileri sokaklara dökmek, sivil darbe teşebbüslerine alet etmek için yoğun provokasyon yapılmaktadır.

Sivil darbe heveslileri Ukrayna’daki Gezi hareketinin başarısından çok ümitlenmiştir.

Başta çeşitli Kripto kesimler olmak üzere, egemen azınlıklar vesayet rejimini hortlatmak üzere seferberlik ilan etmiş bulunuyor.

Önümüzdeki nisan ayının büyük çalkantılara sahne olacağı sezgisine sahibim.

Vazifeliler ve sorumlular bundan önceki Gezi kalkışmalarında gafil avlanmışlardır. Bu konuda hiçbir meşru mazeretleri yoktur.

Su uyur, düşman uyumaz.

İsmini vermeyeyim, bir cemaat bilhassa size amansız ve acımasız düşmanlık beslemektedir.

Ölümden başka her derdin, her hastalığın çaresi vardır. Yeter ki bunların ilacı bilinsin, kullanılsın.

Önümüzdeki haftalarda ve aylarda çok vahim, çok şiddetli, geniş çaplı Gezi kalkışmaları hazırlanmaktadır.

Birileri mümkün olduğu kadar çok ölü istemektedir. Bunları sivil darbe için kullanacaklardır.

1968’de Paris’te cereyan eden ve milyonluk kalabalıkları toplayan öğrenci ve halk hadiselerini hatırlamakta büyük yarar vardır.

O tarihte Fransa’nın başında bulunan General De Gaulle, bu isyan yangınını nasıl söndürebilmişti?

Geziciler, darbeciler, provokatörler 15 yaşındaki okul çocuklarını bile harekete geçirebilmektedir.

Siyasî parti kursalar, seçimlere girseler yüzde 0,01 oy alamayacak marjinal militan gruplar, meydanlara, caddelere indikleri zaman âsâyiş ve huzuru hallaç pamuğu gibi atabilirler.

Bu kötü gelişmeye karşı etkili tedbirler alınmalıdır.

Onlara âlet olan çocuklarımız, deli-kanlılar ileride pişmanlık duyacaklardır ama çok geç kalmış olacaklardır.

Darbe şakşakçıları, 27 Mayıs 1960’tan sonra gazetelerinde “Devrik iktidar, öldürdüğü üniversiteli gençlerin cesetlerini gübre fabrikalarında hayvan yemi yapmış” gibisinden yalan ve iğrenç manşetler atmışlardı.

Memleketimde iç barış, toplumsal mutabakat, huzur, sükun, âsayîş isteyen sade bir vatandaş olarak şu satırları kaleme almış bulunuyorum. Türkiye’nin 27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980 ve 28 Şubat darbelerini ve faciasını tekrar yaşamasını istemiyorum.

Liselerimizdeki ve üniversitelerimizdeki sivil darbe kışkırtmalarından son derece rahatsızım.

Darbelerin askerisini de, sivilini de lanetliyorum.

Vatanın ve memleketin huzuruna, iç barışın güçlendirilmesine, asayişe hayırlı hizmetler etmenize duacıyım.

Bu vesile ile selam ve hürmetlerimi sunarım.



(İkinci yazı)

Dedikoduya Doyduk

Sayın Zahmetî beyefendi, biliyorum üç aydır çok memnun ve mutlusunuz. Her gün doya doya dedikodu dinliyor, dedikodu yapıyor, dedikodu yaşıyorsunuz. Şarıl şarıl yağan dedikodu yağmurları ile iliklerinize kadar ıslanmış vaziyettesiniz. Neredeyse fenafi’l-dedikodu olacaksınız.

Hocaefendi ne dedi? Başbakan ne cevap verdi? On senedir milyonlarca vatandaşı dinlemişler… Dinleme bilgileri Kanada’ya gönderilmiş… Devlet sırları satılmış mı satılmamış mı? Yatak odası kasetleri varmış… Bütün bunlar uydurmaymış yalanmış. Ya öyle mi? Ha haha…

Sabahleyin yataktan kalkıyorsunuz, kahvaltıdan önce dedikodular… Bu dedikodular yalan dolan mı, iftira mı? Yarısı öyle olsa, yarısı doğrudur her halde.

Düzinelerle tv kanalı üç aydan beri gece gündüz dedikodu analizleri ve yorumları yapıyor. Saatlerce süren tartışmalar. Ben dedim o dedi… Ben haklıyım o haksız… Ben zaten demiştim… Bu işin sonu ne olacak? Ben bilirim o bilmez…

Bunca dedikodu içinde, “Yahu bu yangın nasıl söndürülecek, bu savaş nasıl sona erdirilecek” diyen yok. Gelsin dedikodu, gitsin dedikodu.

Bendenizi bazen sokakta çeviriyorlar. Hocam bu işin aslı astarı mahiyeti nedir diye soruyorlar.

Dedikodular yüzünden havada ağır bir lağım kokusu var.

Çok kişi, ben vaktiyle demiştim ama kimse dinlemedi diyor. Ben de öyle diyorum. tarihinde başlıklı kısa bir yazı kaleme alarak uyarmıştım ama dinleyen çıkmamıştı.

Başkaları da uyarmışlardı ama zılgıt yemişlerdi. Öyle şey olur mu yahu, siz de fazla abartıyorsunuz!..

Çağdaşlar, Kemalistler, Saylanîler, laikler neredeyse zil takıp oynayacaklar. İslamcı kesimde savaş var.

Böcekler savaşı, gizli kameralar savaşı, kasetler savaşı…

Ne böceği bunlar? Tezek böcekleri mi? Ben çocukluğumda onları çok görürdüm. Kırsal kesimde büyük baş hayvanların kuru tezeklerini top gibi yaparlar yuvarlaya yuvarlaya yuvalarına taşırlardı. Eski Mısırlılar bu böcekleri kutsal sayarmış. Uçun tezek böcekleri uçun…

İnsan büyüklüğünde tezek böcekleri gülle büyüklüğünde kazurat toplarını yuvarlıyorlar..

On milyonlarca vatandaş yoğun dedikodu sisleri, dumanları, isleri, pusları içinde. Ne olacak bu işin sonu?

Rusya Kırımı işgal etti ama biz dedikodulardan başımızı kaldırıp da o konuyu müzakere edemiyoruz.

Filistin’i, Suriye’yi, Mısır’ı, Orta Afrika Cumhuriyeti’ni, Arakan’ı, öteki vahim meseleleri bekletiyoruz, şimdi İktidar-Cemaat kavgası var. Daha ateşli, daha meraklı, daha yerli, daha kokulu.

Ben dedim, sen dedin, o dedi, hepimiz dedik, siz dediniz, onlar dedi.

Ne dedi, ya öyle mi dedi, daha ne dedi, dedi dedi kodu.

Hüseyin Rahmi sağ olsaydı, Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç romanına zeyl yazardı.

Bu kadar dedikoduya can dayanmaz.