İslam dünyasında, İslam toplumlarının büyük bir kısmının değişmesi sonucunda, tüm İslam coğrafyasını kapsayan tartışmalar çok azdır, ancak büyük etkiler ortaya çıkarır.
İslam dünyasında, İslam toplumlarının büyük bir kısmının değişmesi sonucunda, tüm İslam coğrafyasını kapsayan tartışmalar çok azdır, ancak büyük etkiler ortaya çıkarır. Tarihte, İslam dünyasında bu mana da üç büyük tartışma yaşanmıştır. Bu gün ise dördüncü büyük tartışma yaşanmaktadır.
Tarihin seyrini etkileyen bu tartışmalarda, tartışılan konuların yorumlanmasında, her zaman üç grup vardır: 1- Çok dar yorum yapanlar(akla önem vermeyenler, metne-lafza bağlı kalanlar, gayeleri önemsemeyenler) 2- Çok geniş yorum yapanlar (akla çok önem verenler, gayeyi önemseyenler, metne-lafza bağlı kalmayanlar 3- Mutedil yorum yapanlar (gayeye ve metne önem verirler, ne aklı küçümserler ne de gereğinden fazla aklı yüceltirler; aklın her şeyi anlamakta yetersiz olduğunu da bilirler, aklın vahyi anlamak için şart olduğunu da bilirler). Aslında yorumların dar veya geniş veya mutedil olması insanların akla verdiği öneme göredir. Bunların ortak özelliği ise hepsini vardıkları sonuçlara akli bir çıkarım ile ulaşmalarıdır. Mutedil yorumlar yapan ana akımdan (ilk topluluk, ehli sünnet), çok dar ve çok geniş yorum yapan gruplar, ulaştıkları sonuçlar itibari ile ayrılmıştır; hatta üç büyük tartışmada ana akım ile fiili çatışmışlardır. Günümüz toplumları incelediğimiz zamana, bu üç grubun olduğunu görürüz,
İslam coğrafyasında, ilk büyük tartışma, hilafet (seçimi ve yetkileri) konusunda olmuştur. Bu tartışmalar savaşlara dönüşmüştür. Ana akım topluluk içinden çıkıp, ana akımın karşısına ilk önce uzlaşmaz tavırları ile hariciler çıkmıştır. Hz. Alinin, Hz Muaviye ile uzlaşmak istemesine karşı çıkan Hariciler; tartışmaları, çatışmalara dönüştürmüştür. Her büyük günah işleyen yönetici ile silahlı mücadelenin cihad olduğuna inanırlar. Bu fikir neticesinde Hz. Ali’yi şehit ettiler. Yine ana akımın içinden, haricilerden sonra, harici ve diğer siyasi iktidar isteyenlerin (emevilerin) çatışmacı tavırlarına tepki olarak Şiiler ortaya çıkmıştır. Bu gün hala bu çatışmalar devam etmektedir. Hariciler (dar) ve Şiiler (geniş) uzlaşmayı reddeden savaşı bir susturma metodu olarak gören siyasi topluluklardır. (Şiiler geniş yorum yapıyor, çünkü tevillerle Hz. Ali’nin soyunun hilafet hakkının ilahi irade ile belirlendiğini ispata çalışıyor.) Ana akım her ikisini de reddetti. Ancak devletsiz bir toplumda yaşamaktansa zalim sultanların dahi yönetiminde yaşamaya razı oldular.
İkinci büyük tartışma; yine ana akım içinden, hadislerin kabul edilip edilmemesinde aklı tek hakem yapan mutezilenin ve felsefi akımların temsilcilerinin ortaya çıkmasıyla başlamıştır. Felsefeciler ve Mutezile alimleri Hadisleri akli değerlendirmeler ile reddederken, aynı zamanda kuranın akla aykırı görünen ayetlerinin tefsirinde, ilk anlaşılan manalarından alınıp uzak manalarına götürülmesini yani tevili en temel yöntem olarak kabul ediyorlardı. Felsefi kitapların Arapçaya çevrilerinin artması ile birlikte felsefi akımlarında islam dünyasında etkileri artması aklı önceleyen mutezilenin de güçlenmesine katkı sağlıyordu. Kısacası tartışmanın özü; aklın dindeki rolünü belirlemekti.
Aklı önceleyenlerin temsilcisi konumunda olan mutezile, devlet
de kabul görüldükten sonra, ana akımın ileri gelenlerine devletin
baskı yapmasını sağlayarak, tartışmaları çatışmalara
dönüştürmüştür. Mutezile ve felsefecilerin aklı tek hakem yapan
tavırlarına ve mutezilenin devlet eliyle yaptırdığı baskılar
karşısında ana akım içinden, tevili tamamen reddeden, hadislerin ve
kuranın anlaşılmasında aklın rolünü olmaması gerektiğini savunan,
kelam ve felsefeyi reddeden ilk devir Selefiler ortaya çıkmıştır.
Ana akım içinden çıkan Selefiler, fıkıhtaki
ve itikattaki delillerin değerlendirmesin
Üçüncü büyük tartışma; ana akımın içinden, İslam da Allah sevgisini ve üstün bir peygamber ahlakını yaşamak için yeni metotlar geliştiren tasavvuf ekollerinin ortaya çıkmasıyla başlamıştır. Bu ekoller sadece kurallardan oluşan bir dini çok katı buluyorlar, asıl amacın Allah sevgisini İnsanlar arasında yaygınlaştırmak olduğunu, bunun da ancak bir mürşitle olacağını savunuyorlardı. Onlara göre sevgi, kitaplardan ve kitaplardan öğrenilmiş kuralları uygulamakla öğrenilmez; ancak bir Allah sevgisine ulaşmış insanlardan öğrenilebilirdi. Birçok tarikat ehli, söz konusu düşüncelerini daha da ileri taşıyarak, intisabı farz gibi kabul edip, “Şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır” görüşünü savunuyordu. Kendi görüşlerini ispatlamak için kuran ve hadisleri tevil ediyorlardı. Kendi görüşlerine uygun yapmış oldukları tevilleri halka yayıyorlardı. Bunlar tarikat olarak teşkilatlar kurmuşlardı. Yine ana akım içinden bunlara tepkiler ortaya çıkmış ve birçok tarikat ehlini müşrik olarak nitelemiştir. Mutezileye karşı ortaya konan lafza sıkı sıkıya bağlı yorum anlayışı yani selefilerin mutezile karşısındaki tavrı tasavvuf ehli olan kişiler için de ortaya konuldu. Kısacası mutezilelerin ve felsefecilerin başına gelenler mutasavvıfların da başına gelmişti. Ana akım ise tarikata girmeyi ne farz görür ne de şirk görür ya da emirdir veya yasaktır demez. Faydalı kabul eder.
Tevile kapalı yorum anlayışıyla, yine ana akımı içinde ilk dönem (asrı saadet) islam anlayışını korumak amacı ile yorumdan uzak, uzlaşmadan uzak selefi tavır, daha sonraları selefilik adını almıştır. Genel olarak, Selefilik savunucuları, amaçlarının dini Peygamber dönemindeki gibi yaşamak olduğunu, bu nedenle akılla bulunan hiçbir yeni yorumun kabul edilmemesi gerektiğini söylerler. Ancak dar yorumları nedeni ile ana akımdan ayrılır.
Dördüncü büyük tartışma ise günümüzdeki
demokrasi-laikli
Bir daha ki yazıda 4. dalga tartışmalardaki üç grubun yorumlarına bakalım… inşallah…