İslamî bir cihad hareketi olan Millî Mücadeleden sonra, 1923’te kurulan Cumhuriyet Halifeli bir İslam cumhuriyeti idi. Evet bir İslam Cumhuriyeti… Mahkemelerde Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyyeye, yani İslam fıkhına göre hüküm veriliyordu. Hafta tatili cumaydı. Müslümanların şapka giymesi yasaktı. Ramazanda gündüz vakti açıkta yiyip içenler tutuklanıyordu, liselerde Arapça okutuluyordu. Cumhuriyete en büyük hıyanet 1924’te, Ankara Millet Meclisi tarafından tayin edilmiş Halifenin yurt dışına kovulmasıyla yapılmıştır. Buna itiraz eden Trabzon mebusu (milletvekili) Ali Şükrü bey kalleşçe öldürülüp şehid edilmiştir.
Anadolunun nice yerlerinde Müslüman halk dinsizliğe karşı isyan etmiş, bu isyanlar kanla ateşle bastırılmıştır. Uyduruk olağanüstü mahkemelerde kanunsuz ve adaletsiz idam cezaları verilmiştir. Ülke terörle idare edilmiştir.

Asyanın doğusunda Japonya, kendi kimliğine ve kültürüne bağlı kalarak ilimde, teknikte, sanayide harikalar meydana getirirken, aynı kıt’anın batısındaki Türkiye yabancılaşmış, fakir ve geri kalmıştır.

Hakikî Cumhuriyet 1923 cumhuriyetidir.

O cumhuriyet millî kimlik ve kültüre saygı ve bağlılık üzerine kurulmuştu.

O cumhuriyet çoğulcu ve demokrat idi.

O cumhuriyetin millî kanunları vardı.

O cumhuriyet âdil bir cumhuriyetti.

O cumhuriyet halkına merhametli ve şefkatli bir cumhuriyetti.

O cumhuriyette aydınlar, gazeteciler, düşünürler tartışabiliyor, mes’eleleri müzakere edebiliyordu.

Bu birinci Müslüman cumhuriyetten sonra tek parti hakimiyeti gelmiş, düşünce ve ifade hürriyeti kaldırılmış, cumhuriyetin ancak ismi ve resmi kalmıştır.

İslama ve dindar Müslümanlara adeta savaş ilan edilmiştir.

Hahambaşı Haim Nahum doktrini tatbikata konulmuştur.

Moiz Kohen’in ideolojisi hayata geçirilmiştir.

İstiklal mahkemelerinin avukatsız duruşmalarında karakuşi idam kararları verilmiş, bu cezaya çarpılanlara Temyize (Yargıtaya) müracaat hakkı tanınmamış, zavallılar karardan birkaç gün sonra paldır küldür idam edilmiştir.

Medreseler, tekkeler kapatılmış, Ezan-ı Muhammedî okumak yasaklanmış, Ayasofya müze haline getirilmiştir.

O tarihlerde din hürriyeti istiyorum demek ağır cezalık bir suçtu. Halk sefalet içinde, işçiler eziliyor demek ise komünistlikti, cezası zindandı.

O günleri övenler, o karanlık devrin geri gelmesini isteyenler, çok sevdikleri Nazım’ın on beş sene zindanda kaldığını niçin hatırlamak istemiyor?

O devirde işçilerin hiçbir hakkı yoktu… Zonguldak kömür madenlerinde civar halkına mecburî işçilik yaptırıyordu, kaçanlar asker kaçağı muamelesi görüyordu.

Sanki bu memlekette millî bir kanun yapacak hukukçu yokmuş gibi, İsviçre Medenî Kanunu tercüme edilmiş, millî ve sosyal yapımıza uymayan bu metnin başına Türk medenî Kanunu yazılarak yürürlüğe konmuştu. Buna itiraz etmek mi? Böyle bir şeye kimsenin haddi yoktu.

Millî Şef İsmet İnönünün hanımı Ankaradan İstanbula özel Beyaz Treni ile geldiğinde, bu haberi birinci sayfada değil, üçüncü sayfada verdiği için Tasvir gazetesi kapatılmıştı.

İsmet paşanın oğlu Teknik Üniversitede okurken, Dolmabahçe Sarayını tek başına yurt olarak kullanıyordu. Eski şehzadelerin böyle bir lüksü yoktu.

Büyüklerden birini kardeşi olan Kambur Rıza nasıl milyarder olmuştu?

Ömürleri boyunca ticaret yapmamış birileri nasıl dünya çapında zengin oluvermişti?

General Muğlalı doğu hududunda 33 vatandaşı sorgusuz sualsiz yargısız nasıl kurşuna dizdirmişti?

Sabahattin Ali’yi nasıl öldürmüşlerdi?

Gerilikler, fakirlikler, hürriyetsizlik, zulüm, keyfilik Türkiyesi…

Müslüman çoğunluğun zulüm altında kan kustuğu, mutlu egemen azınlıkların altın çağı.

Temel insan haklarının ayaklar altında tahkir edildiği bir devir.

Dinsiz kara faşizm yılları…

İnsanların düşüncelerinden, inançlarından, dinlerinden dolayı ezildiği o karanlık günler.

Size bir soru daha: İngiltere krallık, orada laiklik yok, peki bunca demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü nasıl oluyor orada?... Hani laiklik demokrasinin olmazsa olmaz şartıydı?

O cehennemî devre geri dönmek mi?... Allah bizi böyle bir felaketten korusun.

Müslüman halk istemiyor… Sizin olsun, sizin olsun…

(İkinci yazı)

Tevazu Kurtarır Gurur ve Kibir Batırır

TEVAZU, alçak gönüllülük öyle güzel bir ahlak ve fazilettir ki, mağrurların kibirlilerin küçük dağları ben yarattım diyenlerin lüks ve ihtişam meraklılarının pek dikkatlerini çekmez.
Tevazu, bir insan ve bir Müslüman için zarurî=zorunlu bir fazilettir.

Büyüklük, Kibriya Allaha mahsustur. Büyüklük taslayan, gurur ve kibir sergileyen kimse Allaha isyan etmiş olur. Allah gururlu ve kibirlileri sevmez.

Batılılar Kanunî Sultan Süleymana “Muhteşem Süleyman” derler, onun ihtişamı temsil ettiği devletin ihtişamıdır, şahsının değil.

Gurur ve kibir iyi, kurtarıcı, münci övülmüş bir huy değildir; helak edici, batırıcı, kötü bir huydur. Kur’an ve Sünnet tevazuu övüyor, gurur ve kibri yeriyor, mü’minleri uyarıyor, aydınlatıyor.

Ey zengin ve varlıklı Müslüman!... Sana gurur ve kibir veren müzeyyen (ziynetli), ihtişamlı, lüks evin zararlıdır… İhtiyacının kat kat üstünde olan o lüks ve pahalı otomobilin zararlıdır… Lüks ve şatafatlı yazlığın da öyledir… Lüks, pahalı, israflı mobilyaların, eşyaların, giysilerin, hayat tarzın, konaklamaların hep zarardır senin için.


Nefs-i emmâren seni kör eder, şeytan seni içi ateş dolu uçuruma atar.

Din büyüklerimizin Kur’anın, Sünnetin, İslam hikmetinin ışığında yazdığı mübarek ve kurtarıcı kitapları okursan sana yakışanın tevazu olduğunu kesin şekilde anlarsın.

Fıkhın babası unvanıyla şereflenmiş İmam Âzam Ebû Hanife hazretleri kumaş ticareti ile meşgul olurdu, zengindi ama tevazu sahibiydi. Bazen iyi kumaştan elbise diktirir, onu namaz kılarken giyerdi, “Rabbimin nimetini tahdis için…” derdi.

Mütevazı ol, mânen yükselirsin. Lüks ve israf gurur ve kibre yol açar, bu iki kötü huy ise seni alçalttıkça alçaltır.

Tevazu tacını yitirip başına gurur ve kibir şeytanî külahını geçirince gözlerin görmez, kulakların işitmez olur, kalbin paslanır taşlaşır. Eviyle, yazlığıyla, otomobiliyle, mobilyalarıyla, markalı giysileriyle, konakladığı bol yıldızlı içkili otellerle övünen bir insan müsveddesi haline gelirsin.

Mânevî derecesi yüksek ne kadar olgun Müslüman gördüysem hepsi de mütevazı idiler. Onlar gibi olmakta bilsen senin için ne büyük yarar var.

Vasıflı bir Müslümanın en büyük ziynetleri faydalı ilimdir, irfandır, hikmettir, ibadettir, ihlastır, mürüvvettir, Kur’ana ve sünnete uygun bir hayat sürmektir, hayır hasenat yapmaktır, Allahın kendisine verdiği nimetleri paylaşmaktır, dilini tutmaktır, iffetli ve hayalı olmaktır, iman ve Kur’ana ihlasla hizmet etmektir.

Her gün sabah akşam “Mütevazı olmalıyım, mütevazı olmaya çalışacağım… Gururdan, kibirden, lüks ve israftan uzak duracağım…” demeyi ihmal etme. Bu konuda Allahtan yardım iste.
“Mazhar-ı feyz olamaz düşmeyicek hâke nebat

Mütevâzı olanı Rahmet-i Rahman büyütür.”