KIYAMET’e kadar fitne fesat bitmez… Aklı olan Müslümanın en önemli işi imanını ve ebedî saadetini kurtarmaktır. İman ve âhiret kurtulmazsa, bütün dünya senin olsa ne faydası olur.

Fitneciler dedikodularla, boş ve kof konularla uğraşır durur.

Onlara faydalı, lüzumlu, zarurî bir söz söyleseniz fazla ilgilenmezler; ille de dedikodu, entrika, fitne, fesat, tefrika, gıybet, tecessüs isterler.

İnsanların çoğu uykudadır, ölünce uyanırlar ama artık çok geç kalmışlardır.

Ölmeden önce uyanmak, yakinî zarurî bilgileri öğrenmek gerekir.

Kişi kendini bilmek gibi irfan olamaz. Kendini bilen Rabbini bilir.

Aklı Kur’anın, Sünnetin, hikmetin, dinin üzerinde tutanlar sapıtır ve şaşırır.

Şu sapığa bakınız: Hem Allahı ve Peygamberini (Salat ve selam olsun sona) seviyorum diyor; hem de Tağutlara, Deccallara, kezzablara, Fir’avun ve Hamanlara perestiş ediyor.

Tağutlar ve Deccallar Müslümanların ayaklarını parayla, dünyayla, haram zevklerle, lüks, israf ve konforla kaydırmak istiyor.

Müftü kılığındaki birtakım insî şeytanlar ribaya, rüşvete, haram gelirlerle zengin olmaya, Tağuta yağcılık yapmaya fetva veriyor. Onlardan fetva alanlar yandı.

İstanbulda seher vakti… Beş bine yakın camide ezan okunuyor… Hoparlörlerin şiddetinden evlerin camları zangır zangır titriyor. Camilere gidiyorsunuz. Eyüp Sultan ve diğer bir iki mâbed dışındakiler hemen hemen boş. Şu meşhur dindar gençlik nerede?

Yığınları uyarıyorsunuz, kimse tınmıyor.

Tarih boyunca yaşanmış felaketleri hatırlatıyorsunuz, bize bir şey olmaz, abartma be cevabını alıyorsunuz.

Sokaklarda televizyon, cep telefonu, elektronik alet başlı insanlar koşuşturup duruyor.

Başsız başsız insanlar.

İttihad, uhuvvet, tesanüd, vifak şişeleri taşa çalınıp parçalanmış.

Kur’anda sarahat var, Allah katında hak, makbul, geçerli din İslamdır deniliyor. Birileri, hayır zamanımızda üç ibrahimî din vardır, üçünün mensupları da ehl-i necat ve ehl-i Cennettir diye diretiyor.

Müşrikleri, kafirleri, münafıkları, Tağut ve Deccalları dost ve velî edinenlerin ayakları kayıyor, beyinleri körleşiyor.

Şeytanın kardeşi olmuş ne kadar müsrif=savurgan var.

Bilenlerin çoğu nasihat etmiyor, etseler de pek dinleyen çıkmaz.

Osmanlı ordusunda kös taşıyan develer varmış, tokmaklar köslere vurunca yer gök dağlar tepeler ovalar inlermiş. Bizim köslerimiz yok.

Onun Müslümanlığına aldırmayın… Onun dini para, kıblesi nisadır.

Şu sahte dindar, çocuğunu ibnüzzaman yapmak için hiçbir fedakarlıktan geri kalmıyor ama yavrucak ilmihal konusunda elifi mertek sanıyor.

Küfür, irtidat, şirk, fısk, fücur, nifak, günah, isyan selleri korkunç bir hızla akıyor.

Dinini, imanını yitirenin haddi hesabı yok.

Bu keşmekeş, bu hâyühuy, bu toz duman içinde ne yapmalı bilmem ki…



(İkinci yazı)

Bazı Sorulara Cevaplar


Muhterem Cevdet Erdem beye:

Birinci sorunuzun cevabı: Ayasofya’nın açılabilmesi için Sultanahmet camiin dolması gerekmez. Kaldı ki, Sultanahmet cuma namazlarında dolmaktadır. Ayasofya, Fatih Sultan Mehmed Han tarafından Şeriatın vakıf hukuku hükümlerine uygun şekilde cami olarak vakfedilmiştir. Müze haline getirilmesi ve halen müze olarak tutulması; hukuka, ahlaka, insafa, bilgeliğe, millî kimliğimize, millî menfaatlerimize, halk iradesine aykırıdır, zulümdür. Bu yüzden Türkiyemizin başı dertten, krizden, beladan kurtulmamaktadır. Ayasofya tekrar cami yapılırsa her şey düzelecek demiyorum ama mutlaka ibadete açılmalıdır diyorum.

BUGÜN gazetesi zamanındaki toplu sabah namazları seferberliğine tekrar başlansa başarılı olur mu bilemem. Müslüman halk çok bölündü, parçalandı…

İkinci sorunuzun cevabı: Bendeniz fırsat buldukça Özbek, Filistin lokantalarına gidiyorum. Değişik tatlar, değişik lezzetler. Pahalı ve lüks değil… Fatih’te Suriyelilerin Bereket isimli fırınları var, yolum düşerse oradan çeşitli pideler alıyorum.

Üçüncü sorunuz: 1995’te Büyük Çamlıca tepesindeki sosyal tesislerin dekorasyon ve tanziminden sonra aynı konuda herhangi bir hizmet edemedim. Bir teklif gelmiş olsaydı, ücret almaksızın kabul ederdim… Çamlıcanın dekorasyonu maalesef daha sonra bozuldu. Bendeniz iki salona, kadınlar ve erkekler mescidine Niğde taraflarında bir köyde dokunmuş kök boyalı ve sanatlı halılar serdirtmiştim. Şu anda bunların biri bile ortada yok. Salonlara elektrik ışığı koydurtmamıştım. Akşam karanlık basınca mum ışıklarında yeniliyor, sohbet ediliyordu. Şimdi çiğ elektrik ışıkları var…

Dördüncü sorunuz: Ceketlerimi, paltolarımı genellikle Tahtakaleden, yahut Topkapı Kaleiçindeki elbiseciden alırım. Bazen bitpazarında çok kaliteli, nadide bir şey bulursam ona da kaçırmam. Mağazalarda binlerce liraya satılan güzel ve değerli giysileri, on misli düşük fiyata alabiliyorum.

Beşinci sorunuz: Devlet, evimi istimlak bedeli ödenmeksizin tapu iptal davası yolu ile, üstelik mahkeme masrafları da bana ait olmak üzere elimden almak istemişti. Gerekçe: Evin bitişiğinde ve altında Bizans harabeleri varmış!.. Sultanahmette, nereyi kazsanız altından Bizans kalıntıları çıkıyor… Recep Tayyip beyefendi dosyayı çektirdi de şu ahir ömründe on binlerce kitabımla sokağa atılmaktan kurtuldum. Müteşekkirim…

**

Başka sorular:

1. Osmanlıca konusunda niçin ısrar ediyorsunuz?.. Cevap: Bin yıllık millî yazımızdır. Mutlaka öğrenilmesi gerekir. Bu yazıyı öğrenecek kadar iradesi, azmi, sebatı, sabrı olmayanları doğrusu çok zayıf ve âciz görüyorum.
2. Müslüman gençlerin subay yetişmesi konusunda… Bendeniz, her Müslüman genç subay olsun demiyorum. Dediğim şudur: Çok zeki, çok kabiliyetli, çok istidatlı, çok ehliyetli YETERLİ sayıda idealist ve vatansever Müslüman genç subay olmalıdır… Ordu içinde dindar subaylar bulunmalıdır ama kışlada kesinlikle cemaatçilik, tarikatçılık, holiganlık, militanlık yapılmamalıdır. Müslüman subaya evet, İslamcı subaya hayır.
3. Karamsarlık meselesi… Karamsar bir insan değilim… Gerçekçiyim… Türkiyenin halini kötü görüyorum… Ölçülerim, kriterlerim islamîdir, Kur’anîdir. Durumu çok iyi, toz pembe görenlerle tartışmam… Herkesin fikri, görüşü kendisine aittir…