Yazımızın 1. Kısmında Fransız Filozof Rene Descartes’ın hayatını ve görüşlerinin temelinde yer alan “düşünüyorum öyleyse varım” ile özetlenen varlık alemini ve Yaratıcı olan bir kuvvet ve başlı başına bir irade olan Allah fikrini anlattık.

Yazımızın 1. Kısmında Fransız Filozof Rene Descartes'ın hayatını ve görüşlerinin temelinde yer alan 'düşünüyorum öyleyse varım' ile özetlenen varlık alemini ve Yaratıcı olan bir kuvvet ve başlı başına bir irade olan Allah fikrini anlattık. 'Allah vardır ki varlıklar var.' Descartes'in akılla ilgili vardığı sonuç bu. Allah akılla anlaşılabilirliği noktasında da Descartes şunları söyler: 'Akıl, Allah'ı anlar, ancak tam manasıyla kavrayamaz. Bu noktada akıl yetersiz kalır.'

Descartes bunu ifade etmiş midir bilmiyorum. Ben ifade ediyorum: 'Aklın yetersiz kaldığı yerde vahiy tüm sorunları çözer. '

Şimdi gelelim Descartes'ın ahlak ve Devlet ile ilgili görüş ve düşüncelerine.

Descartes ahlakı üç madde olarak özetler:

1-Akıl kuvvetlidir. İsterse yapmaz ve yanlışa düşmemekte ve kötülük karşısında iradesine hakim olan insanlar esasta ahlaklı insanlardır. Akıl, hiçbir kitap, hiçbir ilim ve hiçbir alim olmasa dahi, bu yetenektedir. Descartes, aklın bir dış kaynağa başvurmaksızın kendi kararını verebileceğini, kendi hareketini, davranışlarını düzenleyebilecek güçte olduğunu vurgulamakla akla olan inancını ve güvenini bir kez daha ortaya koyar.

2- Akıl baştan itibaren kuvvetli olsa da devamlı surette aydınlanmaya ve devamlı surette telkinlerle, öğütlerle desteklenmeye ihtiyaç duyar. İşte böylece ahlak akılla tamamlanır. İnsan ahlaklı olmanın kendisini mutlu edeceğini de kendisine sunulan güzel fikirlerden, doğru öğütlerden anlamış olur. Ahlakın ilk basamağında günlük yaşamda kararsız kalmamak, işlerini yürütebilmek adına sebat ve karar sahibi olmaya çalışırken, bu ikinci aşamada ahlakta aklın emirlerini yerine tam olarak getirebilme amacıyla sağlam bir karar sahibi olmak söz konudur. Bu bilinç ve kararlılık halidir.

3- En sonunda insan akla göre hareket ederken, elde olmayan bütün nimetlere tamamıyla gücümüzün dışında şeyler gözüyle bakmak ve bu yolla onları hiçbir zaman arzu etmemeye alışmaktır. Zira memnun olmamıza engel olan biricik şey, arzu, esef veya nedamettir. Descartes'ın bu kuralı aynı zamanda muvakkat ahlakında kuralıdır ve muhtevası değişmeksizin temelli ahlaka geçirilmiştir.

Burada bir tür elde olanlarla yetinip kendi istek ve arzuları üzerinde bir kontrol mekanizması oluşturma mevcuttur ve bu kontrolle kişi arzu ve isteklerin boyunduruğundan kurtulur, özgür olur ve aklın liderliğini kolayca kabul eder. Eğer kişi her daim kendi istek ve arzularını doyurmaya yönelirse, onları herhangi bir sınırlandırmaya tabi tutmazsa bir istekler silsilesinde boğulacaktır ve tatminde olmayacaktır. Çünkü delik bir fıçı doldurulamayacağı gibi bu istek ve arzularında bir sonu yoktur ve bunların tatmin olmamasından kaynaklanan bir huzursuzluk durumu da insanı mutsuz kılacaktır. (Emine Aydoğan, Araştırma Görevlisi, https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/408964)

Descartes, esas olarak yaratılış ve ahlak üzerine kafa yoran bir filozof olmakla birlikte siyaset ve Devlet felsefesinde de yararlanılması mümkün olan bir alimdir. Ancak, tamamıyla siyaset felsefesi ve Devlet modeli tavsiye ettiği de söylenemez.

Ancak, Descartes'in tabi düzen ve kainattaki normal dengeden yola çıkarak, liberalizme ve serbest piyasa ekonomisine kapı araladığını iddia ederek ona karşı gelen fikir akımları ve bazı felsefeciler mevcuttur.

Descartes hayatı boyunca siyasetten uzak durmuş, fakat ömrünün son yıllarında İsveç Kraliçesi Christina'yla mektuplaşmaya başlamış ve saraya davet edilmiştir. Descartes'in siyasetle ilgisi belki de bu dönemde daha çok artmıştır.

Descartes bilginin açık ilkelerden mantıksal akıl yürütme ile çıkarılabileceğini düşünmekteydi. Bu fikir de modern siyasete nüfuz edecek olan yeni bir rasyonalite kavramlaştırması sunmaktadır. Buna göre tüm insan bilgisi için geçerli olan biçimsel standartlar matematiksel araştırma yöntemlerindeki standartlardır. Bilginin ilerlemesi yönteme ilişkin belirgin kuralların geliştirilmesine ve izlenmesine bağlıdır. Doğal olarak bilginin özü ve yöntemi birdir. Bilgi iktidardır ve bilginin artması demek insan ilerlemesinin anahtarını elimize geçirmek demektir.

Descartes'in pozitivist ilerlemeci anlayışına Kartezyenizm denilmektedir. Descartes'in aklındaki toplum kendi aklı sayesinde bağımsız ve özgür bir şekilde karar veren ve yaşayan insanlardan oluşur. Bilgi herkese ulaşılabilir kılınabilir ve herkes hakikati keşfedebilir. Ona göre bu özgür ve rasyonel bir toplumdur.

(https://acikders.tuba.gov.tr/pluginfile.php/1356/course/section/634/4.Hafta%20-%20Modern%20D%C3%B6nemde%20Bilimsel%20D%C3%B6n%C3%BC%C5%9F%C3%BCm%3B%20Kopernik%2C%20Bacon%2C%20Descartes%20ve%20Newton.pdf)

Evet, Descartes ile siyaset, toplum ve Devlet yapılanmasının en optimal düzeyde bir araya geldiği düşünceleri bu bakış açısıyla tahlil etmek mümkündür.

Descartes, zorlamacı ve faşist bir Devlet yapılanmasına yol açacak fikirler sunmadığı gibi, mülkiyeti reddeden baskıcı ve komünist fikirlere de kapı aralamamıştır. İşte bu noktalar itibariyle Descartes, ne Karl Marks'ın, ne de ona benzer baskıcı düşüncelere sahip kişilerin hoşuna gitmez. Çünkü, Descartes tabi nizamdan ve doğal yasalardan yola çıkarak bir Devlet modeli ve tabi (normal) bir siyaset felsefesi sunar. Bu nizam ve bu felsefe elbette bazılarının hoşuna gitmez.

Descartes, bir yasa koyucu, bir bilge kişi etrafında toplanan ve ona yetki vererek toplum nizamı üzerine uzlaşma sağlayan toplumları, bunu sağlamayan vahşi ve geri kalmış toplumlardan daha makul ve daha akılcı sayar. Tabi burada şunu anılamamak gerekir: 'Herkes tüm iradesini bir kişiye teslim ederek geri planda kalacaklar.' Hayır bu anlaşılmamalıdır. Ben Descartes'in o düşüncesinden şunu anlıyorum. Başıboşluk ve düzensizliktense bir adamın etrafında kenetlenmek daha uygundur. Tabi o adam bilgili, faziletli ve dürüst olmalıdır. Tüm toplum tüm iradesini kendini bilmez ve hırslarına düşkün bir kişiye elbette teslim etmemelidir.

Descartes işte bu noktada şöyle bir açıklamada bulunur: 'Düşünüyorum ki, eskiden yarı vahşi olan ve ancak yavaş yavaş uygarlaşarak, yasalarını suçların ve kavgaların doğurduğu huzursuzluğun zoruyla yapan halklar; bir topluluk halinde yaşamaya başladıkları andan itibaren bilge bir yasa koyucunun meydana getirdiği yasalara göre hareket eden halklar kadar iyi bir yönetime sahip değillerdir.' «Bana gelince, eğer her zaman için tek bir hocam olsaydı ya da en bilgililerin görüşleri arasında her zaman var olagelmiş ayrılıkları bilmeseydim, ben de bu sonrakiler arasında yer alırdım şüphesiz. Ama, en garip ve en az inanılır şeylerin bile bazı filozoflarca dile getirilmiş olduğunu daha kolejdeyken öğrenmiştim.» «Gezilerim sırasında, duygu ve düşünceleri bizimkilere pek aykırı gelen bütün insanların, bundan dolayı, ne barbar ne de vahşi olduklarını, fakat bunların birçoğunun bizim kadar, hatta bizden daha da çok akıl ve mantıkla hareket ettiklerini görerek; ve çocukluğundan itibaren Fransızlar ya da Almanlar arasında yetişmiş olan bir insanın, ruhu aynı kalmak şartıyla, bütün hayatını Çinliler ya da yamyamlar arasında geçirmiş olsaydı, şimdi olduğundan ne kadar farklı bir insan olacağını düşünerek;» «…ve giyeceklerimizin biçimine varıncaya kadar, on yıl önce beğendiğimiz bir şeyin bugün bize ne kadar garip ve gülünç geldiğini, yani kesin ve şüphesiz herhangi bir bilgiden çok adet ve örneğe dayandığımızı, oysa oy çokluğunun biraz çetin hakikatler için değerli bir kanıt olmadığını, bütün bir ulustan çok, tek bir insanın onları bulmasının çok daha muhtemel olduğunu göz önüne alarak şu sonuca vardım ki: görüşleri başkalarının görüşlerine tercih edilebilecek tek bir kimseyi bile seçmem mümkün değildir. Dolayısıyla da, kendime ancak kendim yol göstermek zorunda kaldım.» (https://dgocmenfelsefe.files.wordpress.com/2016/10/onyedinci-yc3bczyc4b1lda-felsefe_17_10_2016.pdf)

Evet, bu yazıda sizleri Rene Descartes'in fikir ve düşünceleri ile başbaşa bıraktım. Filozofların 'Ahlak ve Devlet' üzerine görüş ve düşüncelerine bu köşede yer vermeye devam edeceğiz. Haydi hayırlısı.