Filistin Sorunu’nun tarihsel kökenleri (1)
2017 yılı Temmuz ayının ortalarından itibaren önce Mescid-i Aksa'nın İsrail tarafından ibadete kapatılması ardından da kapılarına metal arama detektörlerinin konulması Müslümanların büyük tepkisine yol açmış ve Kudüs’te olayların çıkmasına neden olmuştur. Mescidin çevresindeki ablukayı protesto eden Müslüman sivillerin İsrail askerleri tarafından katledilmesi, hem İslam Dünyasında hem de uluslararası toplumda İsrail’e karşı eleştiri oklarının yükseltilmesine sebep olmuş ve neticede İsrail hükümeti elektronik bariyerleri kaldırmak zorunda kalmıştır.
Temmuz ayının 15’inden sonra iki hafta devam eden hadiseler, yeni ve tekil bir olay olmayıp tarihsel süreçten kaynaklanan sebepler silsilesinin onlarca sonuçlarından sadece bir tanesidir. Bu sebepten dolayı Filistin Sorunu’nu anlayabilmek için meselenin tarihsel kökenlerine inmeye ve siyasal sürecini ortaya koymaya ihtiyaç vardır. Bu çerçevede 4 bölüm olarak planladığımız yazı dizisinin ilk ikisinde Filistin Sorunu’nun tarihsel köklerinden diğer bölümlerde ise bu meselenin ortaya çıkışının siyasal sebeplerinden bahsedilecektir.
Filistin Meselesi esas itibariyle üç büyük din (Musevilik-Hıristiyanlık-İslamiyet) tarafından kutsal sayılan Filistin topraklarının tarihi, kültürü, idaresi, kimliği ve siyasetiyle ilgili derinliği olan geniş bir meseledir. Bu mesele, zamanla çağımızın en önemli uluslararası sorunlarından biri haline dönüşmüştür. Filistin Meselesi, başlangıçta Orta Doğu bölgesini ilgilendiren bir bölgesel mesele olarak ortaya çıkmışsa da kısa zamanda uluslararası bir nitelik kazanmış ve özellikle uluslararası sisteme yön veren büyük güçlerin yakından ilgilendikleri başlıca konulardan biri olmuştur. Günümüzün en karmaşık uluslararası meselelerinden birisi olan Filistin meselesi, çok eski bir tarihi geçmişe sahiptir.
Filistin’e adını veren kavmin tarihi kökenlerine bakıldığında, bunların MÖ 12. yüzyılda bugünkü TelAviv-Gazze Şeridi arasındaki bölgeye yerleşen ‘Filistiler’ isimli bir deniz kavmi oldukları anlaşılmaktadır. Ancak, gerek tarihi ve gerekse de dini kaynaklarda bu coğrafyanın adı ‘Kenan diyarı’ olarak geçmektedir. Çünkü bölgeye ismini veren ‘Kenaniler’, Ortadoğu’nun kadim tarihine mührünü vuran Hz İbrahim zamanında burada Filisti’lerden daha önce MÖ 3000 ile 1200’lü yıllar arasında yaşamışlardır. Tarihi kayıtlarda Filistiler için Anadolu, Kıbrıs ve Suriye bölgelerinde Firavunlar dönemi Mısır ile hâkimiyet mücadelesine girişen bir millet olarak söz edilmekte, Mısır ve Asur kayıtlarında ‘Peleset’ veya ‘Palashtu’ isimleriyle yer almaktadırlar. MÖ 5. Asırda yaşayan Yunan Tarihçi Heredot, eserinde Fenike'den Mısır'a kadar olan sahil şeridinde yaşayan halkın yaşadığı bölgeye ‘Palestine’ dendiğini belirtmektedir. Heredot, Filistinlileri ayrı bir etnik grup olarak belirtmeyip, bu coğrafyada yaşayan ve Fenikeli olmayan halklar için kullanılan ortak bir isim olarak zikretmektedir.
Yine, tarihi bulgulara göre İsrailoğulları’nın bölgedeki tarihi kökleri ise İbrahim Peygamber zamanına kadar gitmektedir. Üç semavi dinin ve bu dinlerin peygamberlerinin atası olarak kabul edilen Hz İbrahim’in MÖ 2000’li yıllarda Ur şehri, Harran, Kenan İli ve Mısır civarında yaşadığı kabul edilmiştir. Dini kaynaklara göre, Hz İbrahim’in ilk eşi Sare’den İshak, ikinci eşi ve aynı zamanda Sare’nin cariyesi olan Hacer’den İsmail doğmuştur. Yine kaynaklar İsmail’in İshak’tan 16 yaş büyük olduğunu belirtmektedir. Bu dönemde, İshak’ın oğlu Hz. Yakub'un oniki oğlu ve soyuna ortak isim olarak beni İsrail (İsrailoğulları) denildiği gibi, Yakub’un büyük oğlu Yahuda'nın ismine izafeten Yahud de denilirdi. Yahudi ülkesinin sakinlerine de Yahudi denilmiştir.
MÖ 1600’lü yıllarda Hz Yusuf döneminde Mısır’da yaşayan İsrailoğulları burada Kıptiler ve diğer yerel kavimlerle de karışarak ırksal bir millet olma özelliğini kaybetmeye başlamışlardır. İsrailoğullarının kökeni her ne kadar Hz. İbrahim'e dayansa da, onların teşkilatçısı, kurtarıcısı ve en büyük peygamberi Hz. Musa'dır. Bundan dolayıdır ki Hz. Musa'ya inanan, bağlanan anlamına İsrailoğullarına Musevî de denilmiştir. Hz Musa döneminde kendilerine kitab (Tevrat-Torah) indirilen Yahudiler Musa Peygamberin uzun gayret ve çabalarının sonucunda Mısır’daki Firavunların zulümlerinden kaçarak MÖ 1200’lü yıllarda Kenan iline gelmişlerdir. Hz Musa’nın vefatından sonra buradaki yerli halk olan Filistiler’le uzun süreli savaşlara girişmişlerdir. Bu tarihten bir asır sonra İsrailoğulları’nın Şeria nehrini geçerek kutsal topraklara yani Kudüs’e gelmeleri onları başka bir savaşla karşı karşıya bırakmıştır.
Filistinli bir kavim olan Amalika’lıların başında bulunan Calüt (Golyat) İsrailoğulları’nı yenerek perişan etmiş ve bu coğrafyadan atmıştır. Ancak Talüt’ün (Saül) kral olmasıyla Museviler tekrar birlik haline gelerek güçlerini tahkim etmişlerdir. Özellikle bu dönemde meydana gelen Talüt-Calüt mücadelesi gerek bölgesel tarih ve gerekse de Yahudi tarihi açısından önemli bir mitolojik-efsanevi olay olarak ta bilinmektedir. Çünkü Talüt’ün ordusunda çelimsiz bir genç olarak bulunan Davut, Filistinlilerin yenilmez dev komutanı olan Calüt’u elindeki sapanın bir taşıyla alnının ortasından vurarak öldürmeye muvaffak olmuştur. Bugün ise yaklaşık 3000 sene sonra bölgede tam tersi bir manzara ile karşı karşıyayız. Elinde sapan taşlarıyla mücadele eden Filistinli gençler yurtlarını devrin Golyatı’na karşı savunmaya çalışıyorlar. Bir sonraki bölümde Filistin meselesinin tarihi sürecinin incelenmesine devam edilecektir.