ALLAH’ın (c.c.) merhameti ile, insanın bu dünyada acı çekmesinin
zihinde çelişkisiz olarak bağdaştırılması cidden zor anlaşılan bir
konudur. Bir önceki yazıda
(http://www.haberkita.com/filistin-meselesine-kelami-bakis-1-makale,219732.html)
bu konuya genel bir giriş niteliğinden bir cevap aramıştım. Genel
değerlendirmeden sonra, konunun daha özel ve somut bir şekilde
anlatılması, anlaşılması açısında önemlidir. Konuda iki önemli
kavramın tanımlanması gerekir,
İnsanın çektiği acı kavramını irdelemek gerekir. İnsanın hissettiği
acıyı, maddi ve manevi olarak iki bölüme ayırabiliriz. Psikolojik
olarak, hissettiğimiz acılara katlanılabilmesi için dinin öngördüğü
ilaç, Allah sevgisidir. Allah sevgisine yönelen insan, dünyada
yaşadığı sıkıntılara daha rahat katlanır. Dini inancı olmayan
insanlar ise psikolojik olarak, yaşadığı hayata alışır, uyum
sağlar. Yani merhametli olan Allah, psikolojik sıkıntılara da çare
vermiştir. Bedeni acılarda ise, belirli bir sınır vardır. O sınırın
üzerine çıktığı zaman insan, bedeninde acı hissetmez. Ağır trafik
kazalarında yaralananlar kaza anında her hangi bir acı
hissetmezler. Bayılırlar veya şok geçirirler. Bedenin ağrılarının
dinmesi için ağrı kesici maddeler yaratılmıştır. Hastalıklardan
kaynaklanan acıların dinmesi için merhametli olan Allah her
hastalığın çaresini de vermiştir.
Allah’ın merhameti konusu ise diğer isimleri ile beraber
düşünülmesi gereken bir durumdur. Allah’ın merhameti, diğer
isimleri düşünülmeden irdelenirse, eksik anlaşılır. Örneğin, Allah
merhamet sahibi olduğu kadar, zalimlerden de intikam alıcıdır.
Adaletsiz davrananlardan hesap sorar, zalim olanlara ceza verir.
Ceza verilen kişiye Allah merhamet etmedi denilemez. Allah bir
zalime ceza verirken, aynı zamanda bir mazluma da merhamet etmiş
olmaktadır. Zalime acındığı için ceza vermemek, mazluma zulüm
etmektir. Zalim ceza görürken tabii ki acı çekecektir. Acı çekmeden
nasıl ceza görecek.
Burada “Sadece zalimler acı çekmiyor ki, mazlumlarda yaralanıyor,
ölüyor. Mazlumlar hiç acı çekmesin, sadece zalimler acı çeksin”
denilebilir. Ancak böyle durumda, imtihan sırrı ortadan kalkar.
Yani sadece zulmeden hastalanıyor, yaralanıyor ama mazlumlar hiç
acı çekmiyor ise herkes bunun bir irade ile cezalandırıldığını
anlar. Herkes Allah’ın emirlerine tam itaat etmek zorunda kalır.
Kimse bile bile elini ateşe sokmaz. Müslüman olunca hiçbir acı
çekilmeyip , kafir olunca her türlü acı olursa herkes mecburen
Müslüman olur. Sonuç olarak bir fen kanunu olmalı, herkes bu
konundan etkilenmelidir ki, imtihan sırrı yani görmeden inanma
imtihanı ortadan kalkmasın. Soğuğa çıkan üşüsün, ateşe giren
yansın. Müslüman olunca ateş yakmaz ise soğuk üşütmez ise kim kafir
kalır. Acı imtihanın bir parçasıdır.
“Ne zalim olsun, nede mazlum” denilebilir. Allah insana zulüm etme
isteği vermesin, böylece zulüm olmasın, dolayısı ile mazlum olmasın
diye düşünülebilir. Böylece zalime acı çektirmeğe de gerek kalmaz,
hastalıklar olmasın ilaca da gerek kalmaz denilebilir. Evet böyle
bir varlık türü var. Bu varlıklar meleklerdir. Onlar zulüm etmezler
dolayısıyla zalim ve mazlum melekler yoktur. Melekler asla acı
çekmezler. Hastalanmazlar, yaralanmazlar, üşümezler, yanmazlar
onlar… Seçim hürriyetleri de bu nedenle gayet azdır. Melekler hiç
ceza almazlar, hep ödül alırlar. Onların imtihanı her zaman daha
iyiyi yapmaktır. Kötü kavramı yoktur. “Ne zalim olsun, nede mazlum
olsun” der isek aslında dolaylı olarak insan olmasın demiş
oluyoruz. Herkes melek olsun, hiç acı sıkıntı olmasın demiş
oluyoruz. Oysaki Allah varlık olarak meleklerden daha üstün olan,
kötüyü de tercih edebilen, seçim hürriyeti çok fazla olan insanı
yaratmayı istemiştir. Allah dilediğini yapar. İnsan olmaktan memnun
olmayan, hayatı da istememesi gerekir.
Ancak Allah’ın merhameti insan hayatının her anına sirayet
etmiştir. Allah zalime ceza verirken, hak ettiğinden fazlasını
vermeyerek merhamet eder. Hastalıklara şifa vererek merhamet eder.
Günahlarını affederek merhamet eder. Hak etmediği iyilikleri
vererek merhamet eder. Varlıklar aleminde hayat vererek merhamet
eder. Zulme uğrayana cennet vererek merhamet eder. Kaza anında, şok
ve baygınlık vererek merhamet eder. Aşırı acıda vücudu uyuşturarak
merhamet eder. Psikolojisi bozulana gece rüya gösterip rahatlatarak
merhamet eder. Aşırı sıkıntılarda, insanı aklını alıp, mutlu ederek
merhamet eder. Dünyadaki en ufak sıkıntıya sevap vererek merhamet
eder. Hastalıklar ile insanın günahların dökerek merhamet eder.
Cahile ceza vermeyerek merhamet eder. Zalimi tehdit ederek merhamet
eder.
Bu bakış acısı ile Filistin meselesini değerlendirirsek, Allah
Filistinlilere merhamet ediyor. Onlar zulmün karşısında kararlı
duruş göstererek, Allah’ın merhametini celp ediyorlar. Cennete
giriyorlar. Cennetlik insan oluyorlar. Ama zulmün karşısında tavır
koyamayan bizler ise imtihanı kaybediyoruz. Sonsuzun karşısında
dünya hayatı hiçbir değer ifade etmez. Çocuk yaşta ölenler cennete
giriyorlar. Bilinen ile bilinmeyeni karşılaştırıyoruz. Onlar
kaybetti diye üzülüyoruz. Aslında kaybedenler ölen ya da
yararlananlar değil, sessiz kalanlardır. Kaybedenler zulme sessiz
kalanlardır. Hakikatte Filistinliler kazandı, sessiz kalanlar
kaybetti. Şimdi hangi bahane bizi avutacak. Eninde sonunda mutlaka
öleceğiz, ölünce Filistinliler mutlu, bekli de bizler pişman
olacağız. Onlar karlı bir alış veriş yaptılar, dünya hayatını
verip, ahiret hayatını satın aldılar. Ölen Filistinlileri görünce
çok üzülüyoruz, ama bilinmelidir ki her çeşit ölüm hüzün verir
insana… Hastanede yaşlanıp hastalıktan ölen kişinin durumu da hüzün
verir insana… Ölümü, çok arzu edilen bir kavuşma gibi görenler,
mutluluk ile karşılarlar. Ölümünü bir düğün gibi kutlanmasını
isteyenler, gerçekten hakiki manada ahirete inanmış demektir. Ölümü
gülerek karşılayabilmek en büyük isteğimiz olmalıdır.
Filistinliler ölümü gülerek karşıladılar… Bizler hala korkuyoruz
ölmekten…