Ben, bu aralar depremle birlikte adı sık sık anılan ve deprem üssü olarak tanımlanan Sivrice ilçesinde dünyaya geldim. Çocukluğum, gençliğim bu güzel şirin ilçede geçti. Sivriceli olarak mayamın yoğrulduğu bu topraklarla olan bağımı hiçbir zaman koparmadım...
Ben, bu aralar depremle birlikte adı sık sık anılan ve deprem üssü olarak tanımlanan Sivrice ilçesinde dünyaya geldim. Çocukluğum, gençliğim bu güzel şirin ilçede geçti. Sivriceli olarak mayamın yoğrulduğu bu topraklarla olan bağımı hiçbir zaman koparmadım. Çocukluğumdan itibaren deprem gerçeği ile hep iç içe yaşadım. Ancak 24 Ocak 2020'de meydana gelen deprem gibi büyük bir depremi ne gördüm ne de yaşadım. Aman Allah'ım! Tek kelime ile korkunçtu. Allah Sivrice'mizi, Elazığ'ımızı ve Malatya'mızı korudu.
Deprem ve neden Sivrice? Çünkü Sivrice ilçesi, köyleri ile birlikte Doğu Anadolu Fay hattı üzerindedir. Üstelik Sivrice merkezi bu fay hattı üzerinde tortul kütleden meydana gelen küçük bir tepe üzerine kurulmuştur. Yani öncelikle Sivrice ilçesinin zemini buranın yerleşim yeri olmasına müsait değildir. Bu yetmezmiş gibi Sivrice ve köylerindeki mevcut binalar, depreme dayanıklı olarak inşa edilmemiştir. Çoğunlukla yığma olan bu binaların depreme mukavemet gücü yoktur. Sivrice köylerinden Çevrimtaş, Ilıncak, Doğanbağı, Kılıçkaya, Kalaba, Akseki, Çatakkaya, Doğansu başta olmak üzere diğer bütün köylerinin depremde yerle bir olmasının temelinde bu gerçek yatmaktadır.
Şimdi soru şu: daha nasıl bir felaket olmalı ki Sivrice ilçesi ve köyleri başta olmak üzere Elazığ ili Afete Maruz Bölge olarak ilan edilsin? Elbette bu isteğimiz, Sivrice ve Elazığ için.
Ülkemize gelince: Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kuruluşundan bu yana küçük çaplı depremleri bir yana bırakacak olursak 20 büyük deprem meydana gelmiştir. Yaşanan bu depremler sonucu yaralanan yüz binler, sakat kalarak hayatını idame ettirmeye çalışan on binlerin bir yana 78.576 vatandaşımız göçük altında kalarak hayata veda etmiştir.
Bütün bu doğal felaketlerin sonucunda akıllanıp geleceğe yönelik herhangi bir tedbir alınmış mı? Hayır. Dedik yine diyoruz; ülkemiz insanı depremle birlikte yaşamaya mahkûm ve mecburdur. Depremin hangi zamanda hangi şiddette olacağı bu gün itibari ile biliniyor mu? Hayır. Her an yeni bir deprem olabilir. Peki, geriye ne kalıyor; TEDBİR.
Şükürler olsun ki yüce gönüllü, birlik ve beraberlik şuuru üst düzeyde bir milletiz. Felaket anında maddi ve manevi varlığımızla felakete uğrayanın, mağdurun imdadına koşuyor, onun yaralarını sarmaya çalışıyor, acılarını paylaşıyoruz. Sonra… Yeni bir deprem meydana gelinceye kadar ne yapıyoruz? Vatandaş olarak özellikle de devlet olarak…
İnsanlarımız depremde yaşadığı binanın çökmesi sonucu meydana gelen enkazın altında kaldığı için ölüyor. O halde öncelikle içerisinde yaşadığımız binaların mezarlarımız olmasını önlemeliyiz. Zemin etüdü yapılmış yerlerde evlerimizi depreme dayanıklı olarak inşa etmeliyiz. Sonra ilkokuldan başlayarak çocuklarımıza depremle yaşamayı öğretmeliyiz.
Devlet, vatandaşlarını mutlu, huzurlu, sağlıklı yaşatmak için vardır ve olmalıdır. Biz, 'insanı yaşat ki devlet yaşasın', inancının temsilcileriyiz. Bu noktada devletimizi yönetenler ve yerel yönetimler, yıllardır deprem öncesi gerekli tedbirleri almadığı için kusurludurlar, suçludurlar. Zemin etüdü yapılmadan sırf birileri zengin olsun diye kısaca rant için imara açılan araziler, imar afları, deprem gerçeği ile yaşamak zorunda olan çocuklarını eğitmemek, bir felaket anında nasıl hareket edileceğini vatandaşına öğretmemek, 20 yıldır toplanan deprem vergisi gelirlerini olası bir depreme hazırlık için kullanmamak… Liste uzar gider.
Elazığ'da meydana gelen deprem gösterdi ki biz millet olarak, devlet olarak maalesef 17 Ağustos 1999'da yaşadığımız Gölcük merkezli Marmara Depreminden gerekli dersleri çıkarmamışız.
Depremi 'kader' diye geçiştiremeyiz. Yer etüdü yapmadan kurduğumuz yerleşim alanları ile malzemesinden; demirinden, çimentosundan çaldığımız binalarımızla deprem için gerekli bilgilerle donatmadığımız insanlarımızla suçlu olan başta yöneticilerimiz, üniversitelerimiz ile bizleriz. İnsani kusurlarımızı kadere bağlayarak 'ne yapalım Allah'tan geldi' demek ve haşa Allah'ı kusurlarımıza ortak etmekle deprem ve benzeri felaketlerden kurtulamayız. Tedbirimizi alacak, takdiri elbette ki Allah'a bırakacağız.
Japonya'da 8,9 şiddetine meydana gelen depremde can kaybı olmuyor, maddi hasar meydana gelmiyorsa bu; Allah'ın, Japonları Müslüman Türklerden daha çok sevdiği anlamına gelmez.