Sayın baylar, bayanlar!.. Muhterem cenaplar, hanımlar!.. Yahu, çalkantılı, gergin, sinirli, yıpratıcı bir seçim kampanyası yaşadık ve çok şükür kazasız belasız neticeye ulaştık. Hiç olmazsa bir haftalık bir tatil, dinlenme molası verilse iyi olmaz mıydı?

Seçim günü sükûnet vardı… Çünkü yasaklar vardı. Ertesi gün kavgalar, çekişmeler, ihtiraslar, entrikalar eskisi gibi devam etti… Yazık, yazık, yazık… Hezar yazık… Ne kendinize acıyorsunuz, ne halka…

Bendeniz görmedim, rivayet ediyorlar. 1939’da İkinci Cihan Harbi’nin patladığı haberini İngilizlerin meşhur The Times gazetesi üçüncü sayfasında üç sütunluk bir başlıkla vermiş. (Zaten o tarihlerde Times gazetesinin birinci sayfasında haber ve resim bulunmaz, sadece küçük ilanlar yayınlanırdı…)

Bir kısım politikacılar, büyük medya sanki iç barışa, sosyal mutabakata=uzlaşıya, kardeşliğe savaş ilan etmiştir.

Cumhurbaşkanlığı seçimi kampanyası esnasında konuyla ilgili bir tek yazı, bir tek paragraf, bir tek cümle, bir tek kelime yazmadım. Bu kadar konuşanın içinde bir kişi de sussun istedim.

Recep Tayyip Beyefendi sanki bir seçim kazanma makinesi. Hangi seçime girse kazanıyor. Cenâb-ı Hakk’tan hayırlı başarılar diliyorum. Dikkat buyurunuz, başarı kelimesinin önüne hayırlı sıfatını eklemiş bulunuyorum.

Ekmeleddin Bey seçimi kaybetti ama, bence o da çok başarılı oldu. Halkın büyük bir kısmı kendisini tanımıyordu, hazırlıklı değildi, CHP ve MHP bir sürü falso yaptı, yine de %35 gibi oy aldı.


Ekmeleddin Bey’i bir konuda tebrik etmeme izin veriniz. Seçim neticeleri açıklandı, kaybettiği anlaşıldı ve hazret “Benim sözüm burada bitti.” dedi ve çekildi. Yorulmuştu, istirahate ihtiyacı vardı.

Bir gün süren seçim yasaklarından sonra cadı kazanları, entrika kazanları kaynamaya devam etti.

Dehşet veren ihtiraslar… Acayip hesaplar kitaplar… Tuzak kuyuları kazılıyor…

Peki, memleketin gerçek gündemiyle ne zaman meşgul olunacak?

İngiltere bir krallık… Bir kere daha belirteyim, kesinlikle laik bir rejime sahip değil. Orada hükümdar aynı zamanda millî Anglikan Kilisesi başkanıdır. Kraliçe II. Elizabeth, 1952’de tahta çıkmıştı, aradan 62 sene geçti. Maşaallah, tahtında oturmaya devam ediyor. Türkiye bu zaman dilimi esnasında siyasi kasırgalar yaşadı. Üç askerî darbe oldu… Bir de 28 Şubat post-modern darbesi… Kaç cumhurbaşkanı geldi geçti? Korkunç, dehşetli krizler yaşadık. Zavallı Adnan Menderes, asılmadan önce prostat muayenesi yapılarak idam edildi… Turgut Özal zehirlenerek öldürüldü… Sıkıyönetimler, hürriyetlerin askıya alınması, idamlar, sürgünler, rezaletler, cinayetler…

Bir İngiltere krallığındaki demokrasiye, insan haklarına bağlılığa, hukukun üstünlüğüne, sükûnete bakınız; bir de bizdeki darbelere, entrikalara, ihtiraslara, çalkantılara, sarsıntılara…

Be adam, sen ne demek istiyorsun?.. Baylar, bayanlar, ne olur kızmayın, öfkelenmeyin, gazaplanmayın, darılmayın. Bendeniz ne yazıyorsam onları düşünüyorum. Yazdıklarımda yalan, dolan, iftira varsa açıkça bildirin, hatamdan döneyim. Şayet doğru yazıyorsam makul olun, kabul buyurun.

Geçenlerde millî iradenin tecelligâhı olan Büyük Millet Meclisi çatısı altında yine üzücü bir kavga oldu. Yumruklar, tokatlar, silleler… Vekillerden birinin burnu kanadı, kan aktı. Ne üzücü manzara…

Ne olur baylar, bayanlar, cenaplar, hanımlar, biraz dinlenin, biraz istirahat edin, sizin dinlenmeye, istirahate, tatile gerçekten çok büyük ihtiyacınız var. Ne olur sakin olun. Ne olur ihtiraslarınızı portmantoya asıp müzakere salonlarına öyle girin. Makul olun… Mantıklı olun… Akl-ı selim sahibi olun… Hikmet=bilgelik sahibi olun…

Zavallı halk Türk-Kürt, Sünni-Alevi, dindar-laik, Doğulu-Batılı diye birbirinden kopuk hiziplere ayrıldı.

Tahammül, hoşgörü, adalet ve insaf her geçen gün erozyona uğruyor.

Seçkinler, seçilmişler, okumuşlar, güçlüler, etkililer, tanınmışlar sakin olmazlarsa halk da olmaz.

Ne olur biraz dinlenin, biraz sakinleşin, biraz kendinize gelin.

Ahirete, hesaba, kitaba, mizana, Cennet’e, Cehennem’e inanan da ölecek, inanmayan da ölecek… Nedir bunca hırs? Bir gün gelecek bütün dünya kavgaları bitecek. Birkaç metre kefen, toprakta bir çukur, geriye hoş bir sada kalsın bari.

Arkasından “Ne kendi eyledi rahat, ne halka verdi huzur / Yıkıldı gitti cihandan, dayansın ehl-i kubur” demesinler.

(İkinci yazı)

Açık Mektup

Üniversite üçüncü sınıfa gittiğinizi ve bu fakir ile görüşmek istediğinizi bildiren mektubunuzu aldım. Alakanıza teşekkür ederim.

Bendeniz görüşülmeye layık değerli bir insan değilim. Hüsn-i teveccüh buyurmuşsunuz.

Görüşme için bir şartım var: Osmanlıca okumak biliyorsanız, müsait bir vakitte fakirhaneyi teşrif edebilirsiniz. Bilmiyorsanız, hemen başlamak şartıyla bir ay içinde çat pat okumayı öğreneceğinize dair yemin etmelisiniz.

Üniversitenin üçüncü sınıfına giden Müslüman bir gencin Osmanlıca bilmemesi büyük bir noksanlıktır; öğrenmemesi ise noksanlıktan öteye büyük bir ayıp olur.

Efendim ben ziraat veya tekstil mühendisliği okuyorum, Osmanlıcaya ne lüzum var demesin kimse. Türkiyeli bir Müslümansan mutlaka Osmanlıca bilmek zorundasın.

Osmanlıca öğrenmek veya öğrenmemek gibi bir tercih yoktur. Bu iş bizim isteğimize ve keyfimize kalmış değildir.

Müslümansan dedim… Kripto isen, Dönme isen tabiî ki, böyle bir mecburiyetin yoktur.
Bilvesile selam ve hürmetlerimi sunarım.