Damı kiremit kaplı dört duvar bir cami. Duvarlar kireç badanalı.
Birkaç hüsn-i hat levhası asılı. Yerler kaba hasır döşeli. Hiçbir
lüksü, şatafatı, tezyinatı yok. Minaresinde ve içinde hoparlör yok.
Kalorifer yok, kışın çok soğuk günlerde soba ile ısıtılıyor.
Kliması yok. Basit çok sade bir mâbed.
Bu camiini değerli bir imamı var:
İcazetli âlim ve fakih…
Arapçayı kitap yazacak derecede biliyor.
Batı kültürüne de vâkıf. Sartre’ı, Heiddegger’i, Toynbee’yi
bilir.
Özel notlarını Osmanlıca yazacak kadar eski edebiyatı bilir. Tarih
kültürüne sahip. Ezberinde yüzlerce berceste mısra ve beyit
vardır.
Sanat tarihi ve kültüründe de derinliği var. Altın oran hakkındaki
makalesi yayınlanmıştır.
Aruzla rubaî denemeleri yapar.
Çok iyi bir hatib ve vaiz. Onu dinleyenlerin tüyleri ürperiyor,
gözleri nemleniyor.
Kendisi İslamî sanatlardan birinde üstattır, eser vererek geçimini
temin edecek kadar gelir elde ediyor.
Her gün camide talebe okutuyor, liseli ve üniversiteli gençlere din
ve kültür dersleri veriyor.
Zaten cemaatinin çoğunluğu liseli ve üniversiteli gençlerdir.
(….) tarikatı mensubudur. Bunu birkaç kişi dışında kimse bilmez.
Tarikat reklamı ve propagandası yapmaktan hoşlanmaz.
Camii yaldızlamak, makine halıları sermek, kalorifer ve klima
tesisatı yaptırmak tekliflerini kabul etmemiştir.
Kimseden para almaz. Ziyafetlere gitmez. Hediye kabul etmez. Sohbet
toplantılarında çayın yanında kurabiye yer, o kadar. Öyle önce
nefis bir çorba, ardından şahane ana yemek, onu takiben fıstıklı iç
pilavı veya börek. Buzlu hoşab, dondurmalı (kışın kaymaklı) âlâ
baklava, mevsim meyveleri… Sade kahve, darjeeling çayı… mükellef
ziyafetlere katılmaz.
Onun aklı fikri İmana, İslam’a, Kur’an’a, Sünnete, Şeriata, Ümmete
hizmet etmektir.
Camide cemaatten beş güvenilir kişiyle birlikte bir Zekât Sandığı
kurmuştur, vekâlet yoluyla fakirlere ve miskinlere Kur’an’a,
Sünnete, şeriata, fıkha uygun şekilde yardım etmektedir.
Hastaları ziyaret eder, sıkıntıda olanlara yardımcı olur, üzüntüye
duçar olanları teselli eder.
Sadece imam değil, cami çevresinin meleğidir.
Küçük faydalı risaleler bastırır, öğrencilere ve cemaate bedava
dağıtır. Bunların masrafını ürettiği sanat eserlerinden
karşılar.
“Ben” dediği duyulmamıştır.
İşte yukarıda anlattığım sade cami, bu imam ile şehrin en önemli,
en fazla hizmet veren mabedi haline gelmiştir.
Önemli olan bina, kubbe, uzun ve bol şerefeli minare, avaz avaz
bağıran hoparlörler, klimalar, kaloriferler, vantilatörler değil;
mihraba geçen imam, minbere çıkan hatip, kürsiye oturan
vaizdir.
Böyle imamların, hatiplerin, vaizlerin, hademe-i hayratın
ellerinden öperim.
Cenab-ı Hak sayılarını çoğaltsın.
(İkinci yazı)
Abdullah Gül’e ve Hanımına
Saygısızca Saldıran İslamcılar
Ehibbâ şîve-i yağmâda mebhût eyler `âdâyı / Hudâ göstermesin âsar-ı
izmihlîli bir yerde…
Abdullah Gül devlet başkanlığını bıraktı ve güçsüz oldu ya,
Müslüman kesimden bazıları ona ve zevce-i muhteremesine saldırmaya,
terbiyesizlik etmeye başladı. İzzet ve ikbal günlerinde “Sayın
cumhurbaşkanım… Sayın Hanımefendi…” diye yaltaklananlar şimdi
Hüseyin Rahminin romanlarındaki mahalle karıları gibi seviyesizce
dedikodu ve saygısızlık ediyor.
Onlar devletin tepesinde iken niçin sesleri çıkmıyordu?
Anayasa gereği devlet başkanlığını bırakınca mı tenkit etmek
akıllarına geldi?
Asil insanların muhalefeti, hattâ düşmanlığı bile asilâne olur.
Tenkit, olumlu ve faydalı olmak şartıyla her zaman yapılabilir.
Ancak dindar camiaya mensup eski bir Cumhurbaşkanı, Müslümanlar
tarafından hürmetli ve edepli bir şekilde tenkit edilmelidir.
Abdullah Gül beyefendi yüksek kültürlü, nazik, efendi, kibar bir
beyefendi idi.
Bir kul olarak hataları olabilir ama tenkitler ve muhalefet kemal-i
nezaketle yapılmalıdır.
İslamcı kesimin tashih ve ıslah edilmesi gereken çok kusurları
var.
Bunu, Abdullah Gül beyefendiye ve zevce-i muhteremesi hanımefendiye
yapılan saldırılarda bir kere daha görmüş olduk.
İllâ edeb illâ edeb…