Bir sekt iktidar partisi, ordu, polis, adliye, millî eğitim,
üniversiteler ve diğer temel kurumlarda kendi kadrolarını
oluşturdu. Siyasî iktidar gaflet etti, buna göz yumdu. Uyarıları
dinlemedi. Onlar da bizim gibi alnı secdeye giden Müslümanlar dedi.
Sonunda bu sekt mensupları sivil darbe teşebbüsü yaptılar ama
iktidarı deviremediler. İktidar şimdi onları tasfiye etmeye
uğraşıyor. Uğraşıyor ama bu işte çok zorlanıyor.
Bu sekt, birçok temel inanç, görüş ve hükümde Ehl-i Sünnetten az
veya çok itizal etmiş, ayrılmıştır.
Bazı büyük tarikatların, cemaatlerin de iktidar partisine sızmak
istedikleri söyleniyor.
Meşru, âdil, insaflı, ahlaklı şekilde olmak şartıyla Müslümanların
devlet kadrolarını ele geçirmeye hakları vardır.
Müslümanlar çoğunluktadır, elbette temel müesseselerde elemanları
olacaktır.
Mason, Kemalist, egemen azınlıklar devlete sızmalarını normal,
Müslümanların sızmasını anormal gören vesayetçi egemen azınlık
zihniyeti hiç âdil değildir.
Hiçbir cemaatin, tarikatın, baskı grubunun, vakfın, derneğin sivil
darbe yaparak devleti ve siyasî iktidarı ele geçirmeye hakkı
yoktur.
Türkiye darbelerden çok çekmiştir. Akl-ı selim sahibi hiçbir
Türkiyeli darbeye sıcak bakmamalıdır.
Geçmiş yıllarda şöyle vak’alar oldu:
Bir kurumun başında çok namuslu, çok temiz, çok faziletli, çok
ehliyetli ve liyakatli, çalışkan, sâlih bir Müslüman var… Oraya göz
dikmiş bir sekt, onu devirip yerine kendi adamını koymak istiyor.
Sektin bu adayı ehliyetsiz ve liyakatsiz yahut birincisi kadar
ehliyetli ve liyakatli değil… Ehliyetli sâlih Müslümanı o makamdan
attırmak için İslam ahlakına uymayan her yolu deniyorlar. İftira,
yalan, entrika, sahte belgeler, düzmece dosyalar, karalama
kampanyası…
Bendeniz böyle Bizansvarî bir kadrolaşmaya karşıyım.
Yine, devletin ve siyasî iktidarın tek bir cemaatin, sektin,
tarikatın, meşrebin sultası altına girmesine de çok karşıyım.
Temel kurumlara giren bir Müslümanın tarikat, cemaat, meşreb
hırkasını kapıda portmantoya asması ve hizmet görürken kesinlikle
bunların propagandasını yapmaması gerekir.
Polis şu cemaatin, adliye bu cemaatin, üniversiteler o cemaatin
eline geçecek yarışması başlarsa büyük fitne fesat çıkar, bundan
devlet de, ülke de, halk da zarar görür.
Bilhassa orduda herhangi bir cemaat kadrolaşması olmamalıdır.
Ordu kadrosunun yüzde sekseninin dindar Müslüman olmasını isterim
ama bu Müslümanların cemaat holiganı, militanı, fanatiği olmasını
kesinlikle istemem.
Hayra hizmet eden, bozuk tarafları olmayan bir cemaat elbette
iyidir ama cemaatçilik kötüdür.
Gerçek bir tarikat iyidir ama tarikatçılık çok kötüdür.
Müslüman tarikatlar, cemaatler birbirleriyle rekabet ederlerse
kötülük ve fitne başlar.
Müslümanlar rekabet etmez, hayır işlerde ve hizmetlerde kardeşçe
müsabaka (yarışma) yapar.
Hiçbir cemaatin, tarikatın, grubun kendisine mensup olmayan
Müslümanları ötekileştirmeye hakkı yoktur. Salih, dindar, faziletli
Müslümanı ötekileştirmek bir cinayettir.
Sivil darbe yapmak isteyenler, Resulullah efendimizin (Salat ve
selam olsun ona) “Siz ne halde iseniz öyle idare olunursunuz”
hikmetli hadisini anlamamıştır.
Şu hususları da beyan etmek istiyorum:
Gerçek tarikatlar aktif siyaset yapmaz.
Gerçek din büyükleri, istisnâî haller dışında sultanlarla,
vezirlerle, valilerle konuşmaz, onların ayağına gitmez.
Şayet istisnâî olarak huzurlarına gider, onlarla görüşürlerse
nasihat etmek ve halkı onların zulümlerinden korumak için
giderler.
Tarikat, cemaat, meşreb kimliği Müslümanın ana kimliği değil, alt
kimliğidir. Bu alt kimliğini ana İslam kimliğinin üzerine
çıkartanlar sapıtır, islamî dengelerini yitirir, doğru dürüst
hizmet edemez.
Bir husus daha:
İktidar partisi için en büyük tehlike birtakım yiyicilerin,
rantçıların, menfaatperestlerin, soyguncuların, rüşvetçilerin içine
sızmasıdır. Bunlar partiye hakim olursa hem parti batar, hem de
Türkiye büyük darbe yer.
Devlet dairelerinde, temel kurumlarında çalışırken cemaatçilik,
meşrebcilik yapanların zararları, hayırlı hizmetlerinden fazla
olur.
İslamda emanetlerin ehil olanlara verilmesi temel şartı vardır.
Emanetler nelerdir? Başkanlıklar… Makamlar mevkiler… Memuriyetler…
İşler hizmetler vazifeler… Masalar kasalar…
Bir ülkede emanetler, işler, hizmetler, vazifeler ehliyetli,
liyakatli, mu’temen kimselere verilmezse o ülke sarsılır ve sonunda
batar.
Emanetleri ehline vermemek hıyanettir, ahlaksızlıktır,
faziletsizliktir.
Müslüman bir ülkede Ümmet birliği yoksa, orada birtakım
usulsüzlüklerin olmasını tabiî karşılamak gerekir.
Netice:
Bu memleketin çoğunluğu Müslüman olduğuna göre; işler, vazifeler,
hizmetler elbette öncelikle Müslümanlara verilecektir. Ancak bu
Müslümanların o işler konusunda ehliyetli ve liyakatli olması
gerekir. Müslüman ama ehliyetsiz, ona iş verilmez.
Devleti, orduyu, polisi, temel kurumları bir cemaatin veya
tarikatin ele geçirmek istemesi çok büyük bir yanlıştır. Buna
kesinlikle izin ve fırsat verilmemelidir.
AKP, içine sızmış olan yiyicileri, arivistleri, çürük incirleri
tard ve tasfiye etmezse çökecektir. Bir çürük incir bir çuval
inciri berbat edermiş. Onlardaki çürükler bir değil, iki değil…
Müslümanlar ülkeye, devlete, temel kurumlara hakim olmak
istiyorlarsa vasıflı, güçlü, faziletli elemanlar
yetiştirsinler.
Ehl-i tasavvuf ve din hocaları doğrudan doğruya siyaset ve ticaret
yapmasın. Kirli ve kirleten politikanın üzerinde kalsınlar.
(Bir hususu daha dikkatinizi çekmek isterim: Son yıllarda çok
sessiz sedasız bir Şiî kadrolaşması ve sızması da müşahede
edilmektedir. Şiîler iki gruba ayrılıyor. Birinciler tek kimlikli
samimî Şiîler, ikinciler dıştan Şiî görünen Meşhed Yahudileri…
Türkiye’mizde sürü sepet çift kimlikli Kripto bulunmaktadır.
Sabataycılar… Pakraduniler… Tatlar… Kırımçaklar… Müslüman görünen
Karaylar… Müslüman görünen Yezidiler… Alevî görünen Ermeniler…
Müslüman görünen Kürt Yahudileri… Ali’siz Alevîlik isteyen
Kriptolar… Neler neler…)