Darbezede babamızı kurtarın!
Tevfik Fikret ve Halid Ziyâ Uşaklıgil ile birlikte Servet-i Fünûn edebiyâtının üç büyük temsilcisinden biri olarak Türk edebiyâtı târîhinde yerini alan Cenab Şahâbeddîn (1870-1934), şiirlerinin yanı sıra vecîzeleriyle de tanınır...
***
Manastır’da doğan Cenab'ın babası Osman Şahâbeddîn Bey 1877-78 Osmanlı-Rus Harbi sırasında Plevne'de şehîd olmuştur. Babasının vefâtını müteâkip İstanbul'a gelip tıbbiyede tahsil gören, 1889’da Paris’e giderek ihtisâsını tamamlayan, Türkiye’ye dönünce ceşitli resmî mêmûriyetlerde bulunan Cenab, I. Dünyâ Harbi sırasında İstanbul Dârulfünûnu Edebiyat Fakültesinde önce Garp edebiyâtı sonra Osmanlı edebiyâtı müderrisi (profesörü) olarak vazîfe görmüştür.
***
“Yüksek tepelerde hem yılana hem kuşa tesâdüf edebilirsin; fakat biri sürünerek, öteki uçarak yükselmiştir..." gibi bâzı vecîzeleri atasözü gibi söylenip dinlenen ve sevilen Cenab Şahâbeddîn’in meşhur Tiryâkî Sözleri kitabını karıştırırken dil (lisan) hakkında birbirinden güzel ve doğru iki vecîzesi dikkatimi çekti:
“Lisan, rûhun vatanıdır...”
“Toprak: İşte kavmin anası; lisan: İşte kavmin babası...”
***
Tiryâkî Sözleri kitabını Prof. Dr. Orhan F. Köprülü'yle berâber hazırlayan Dr. Reyan H. Erben, Cenab Şahâbeddîn’in âile dostu ve onu çok yakından tanıyan biri olarak Cenab hakkında şu tesbitlerde bulunmuştur:
“Arapça ve Farsçayı derinliğine bilmesi, Fransızcanın bütün inceliklerini benimsemiş olması, Türkçeyi kullanmaktaki hüneri ve geniş kültürü ona duygu ve düşüncelerini en güzel biçimde ifade imkânı sağlamıştır... ”
***
12 Şubat 1934 günü bir beyin kanaması netîcesinde son nefesini veren
Cenab, Türkçenin başına ge[tiri]lenleri tahmin ve tasavvur bile edememiştir, sanırım...
Kim edebilirdi ki?..
Yaklaşık bin yıllık geçmişin binlerce kelimesi “Osmanlıca artığı, yabancı” diye raporlandı, resmen horlandı, intihâra zorlandı ve mezara yuvarlandı...
***
Kelimelerle berâber edebî eserler de ölüme mahkûm edildi... Cenab'ın yazdığı Elhân-ı Şitâ ve Yakazât-ı Leyliye gibi güzel şiirler bugünkü nesil için birer ölü, Türkçenin büyük ustalarıyla berâber tozlu sayfalarda örtülü, kapıları sürgülü ve türbede gömülü hâldedir.
“Rûhum, ölsem bile ben, sen yaşayan rûhumsun” diyen şâirin lisânı onun rûhunun vatanıydı elbet; fakat torunlarının değil.
Mehmed Âkif, Yahya Kemal, Ahmed Hâşim, Reşad Nûri... Onların ruhlarının vatanları (lisanları) da torunlarınınkiyle aynı değil...
***
Yedi yaşında kaybettiği babasını çok seven ve hakkında duygulu satırlar kaleme alan Cenab Şahâbeddîn'in “İşte kavmin babası” dediği “lisan”ı ne derece sevip saydığını idrâk etmekten uzağız şimdi...
Fakat şunu görüyoruz ki o “lisan” can çekişiyor...
***
Can çekişen “Darbezede Baba”mızın tedâvîsi ve 85 yılın telâfîsini devlet büyüklerimizden bekliyoruz...
Evlât ve torunları darbe teşebbüsünden kurtaran devletimiz, 85 yıldır darbenin tam ortasında kıvranan babaya göz mü yummalı?
Toprak "ana"mızsa lisan "baba"mız...
“Baba”mızı kurtarın!..