Çanakkale’de, Gelibolu’da, Conkbayırı’nda, Alçıtepe’de, Kilitbahir’de, Seddülbahir’de, Anafartalar’da, Kara Muharebelerinde, Deniz Muharebelerinde nice nice düşman taarruzuna karşı koyduk ve “Çanakkale Geçilmez” diye bir destan yazdık. Bu destan 1915’te yazıldı ve zafer günü 18 Mart 1915’tir.
Bu yazımı yazmak için bilgisayarın başına geçtiğim tarih 12 Mart 2022 ve yazımın başlığından da anlaşılacağı üzere, bir hafta sonra sene-i devriyesi yaşanacak 18 Mart 1915 ruhunu anlatacağım. Esasında anlatabilir miyim? Bilmiyorum. En doğrusu şu. Anlatmaya çalışacağım.
Ya bismillah diyerek başlıyorum.
12 Mart 2021 de yine muhteşem bir günün yıldönümü. İstiklal Marşımızın TBMM'de kabulünün 101. yıldönümü. Kutlu olsun. Ve ben bugün aynen Milli Marşımızın yazarı Mehmet Akif Ersoy Üstadımız gibi dua ediyorum: 'Allah (cc) bu Millete bir daha İstiklal Marşı yazdırmasın. Amin.'
Evet, bu yoğun manevi ve milli duygu ve düşünceler içerisinde Çanakkale Ruhundan ve 18 Mart Şehadet Günü'nden bahsedeceğim.
Çanakkale Ruhunu uzaktan anlamak mümkün mü? Gidip de görmek gerekir. Ruh görülür mü diye sormayın. Çanakkale'de görülür. Bize nasip oldu da gittik ve Çanakkale'de Ecdadımızın dillerimize destan, yüreklerimizi ısıtan zafer tablosunu ayan-beyan gördük. Gelibolu yarımadasının her karışında Ecdadımızın hatırasını ve savaştaki mücadelesini gördük. Seyyid Çavuş'un 215 kiloluk topu tek başına iman gücüyle nasıl da kaldırarak kundağa yerleştirdiğini ve boğazdan geçmek isteyen İngiliz savaş gemisini o top ile nasıl da darmadağın ettiğini gördük. İngiliz ve Fransız gavuru yalnızca teknolojisine ve silahına güveniyordu. İmansızlar ancak maddiyata güvenir. Biz ise bir Allah'a inanıyor ve iman gücümüze güveniyorduk. İman gücü ile Çanakkale Savaşları'nda maddiyatına güvenen gavurları yendik ve sulara gömdük, Gelibolu Yarımadasına gömdük.
Çanakkale'de, Gelibolu'da, Conkbayırı'nda, Alçıtepe'de, Kilitbahir'de, Seddülbahir'de, Anafartalar'da, Kara Muharebelerinde, Deniz Muharebelerinde nice nice düşman taarruzuna karşı koyduk ve 'Çanakkale Geçilmez' diye bir destan yazdık. Bu destan 1915'te yazıldı ve zafer günü 18 Mart 1915'tir. 4 gün sonra sonra 18 Mart 2022 olacak ve aradan tam 107 yıl geçmiş olacak. 107 değil aradan 1007 yıl geçse de unutmayız, asla unutmayız o zaferi. Değil aradan 107 yıl geçsin, 10007 yıl geçse de Çanakkale Zaferimiz unutulmaz. Ezel-ebed destandır ve sonsuza dek şanlı bir yeri vardır bu zaferimizin.
Çanakkale Savaşlarında 250 bin şehidimiz var. Yüce Rabbim cümlesine rahmet eylesin. Mekanları cennet olsun. Çanakkale'de ve 1. Dünya Savaşlarındaki diğer cephelerde neredeyse her aileden bir ya da birkaç şehidimiz var. Her aileden bir ya da birkaç kahramanımız var. Mesela, bizim Ailemizden de 1915 yılında Galiçya (Romanya) Cephesinde bir Şehidimiz var. Kahramanımız var. Kahraman Şehidimizin ismi Mehmed Sandal. Rütbesi Yedek Subay. Şehidimiz Hukuk Fakültesi mezunu olduktan sonra doğrudan cepheye çağrılır ve memleketine geri dönemez ve mezarı dahi Ülkemizin sınırlarının dışındadır. Kahraman Şehidimiz Dobruca'daki Türk Şehidliğinde medfundur. Allah rahmet eylesin. Mezarı Ülkemiz sınırları dışındadır derken, elbette birçok şehidimizin de mezarı Ülkemizin sınırları dışındadır. Hatta birçoğun kefeni de yoktur. İşte bunun için Mehmed Akif Ersoy, İstiklal Marşımızda;
'Bastığın yerleri 'toprak!' diyerek geçme, tanı:
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.'
diye haykırıyor.
Mehmed Akif Ersoy'un ismi geçti. Bu vesile ile hemen belirteyim, Mehmed Akif Ersoy, Çanakkale Savaşlarını ve Şehidlerimizi en iyi ve en muazzam anlatan bir Şairimizdir. Akif'imizin Çanakkale Şehidleri için yazdığı şiiri okuyup da duygulanmayan ve hatta gözyaşı dökmeyen bir insanın ben Müslümanlığından ve Türklüğünden şüphe ederim. O şiirin şu iki mısraı her şeyi anlatmaya yeter.
'Vurulup tertemiz alnından uzanmış yatıyor.
Bir hilal uğruna Ya Rab ne güneşler batıyor.'
Evet, bu duygu ve düşüncelerle Çanakkale Savaşlarında ve tüm cephelerdeki Şehid ve Gazilerimizi bir kez daha rahmet ve minnet ile anıyorum. Ruhları Şad olsun.
Bu yazı vesilesiyle şu noktadaki memnuniyetimi bir kez daha ifade ediyorum: 'Ülkemizin dört bir yanından uçaklarla, otobüslerle ve özel otomobillerle Çanakkale'ye özellikle son 10 yıl içerisinde adeta akın akın ziyaretçi akını vardır. Bu ziyaretçi akınlarının bir kısmını da Kamu Kurum ve Kuruluşları organize etmektedir. Hatta özel sektör kuruluşları da Çanakkale'ye geziler düzenlemektedir. Özellikle çocuklarımızı ve gençlerimizi şuurlandırmak maksadıyla gerçekleştirilen bu tür etkinlikler ve seyahatler gelecek günlerde, gelecek yıllarda daha da artırılmalıdır.
Ülkemizde geçmiş yıllarda görev yapmış Japon Büyükelçisine atfen söylenen bir söz vardır: 'Bizim gençlerimizi ve çocuklarımızı şuurlu tutmak için, İkinci Dünya Savaşında Hiroşima ve Nagazaki'ye atılan atom bombasının tesirlerini göstermek için, çocuklarımızı ve gençlerimizi bu yerlere götürüp de seyahat ettirdiğimiz gibi sizler de Çanakkale'ye gençlerinizi ve çocuklarını götürüp oraları bizzat göstermeniz gerekir.'
Evet, bu öneri bilmiyorum, böyle mi gelişti? Yoksa yalnızca bir tevatürden mi ibaret? Bilmiyorum. Ve bu öneri, bu görüş kimden gelirse gelsin, çok doğru ve yerinde bir öneridir. Ve son yıllarda uygulanan ve yerine getirilen bir öneridir. Biz Çanakkale Ruhunu canlı ve diri tutmak için elimizden ve gönlümüzden ne geliyorsa yapmalıyız, vesselam.