Bir toplumda azgınlıklar, arsızlıklar, isyanlar çoğalır; oradaki
iyiler bunları önlemeye çalışmazlar emr-i maruf ve nehy-i münker
yapmazlarsa başlarına belalar, azaplar iner; bu bela ve azaplar
sadece kötülere değil, genele isabet eder, kurunun yanında yaş da
yanar.
Ülkemiz bu duruma gelmiştir.
Kur’anın, Sünnetin, Şeriatın kesin şekilde yasakladığı büyük
günahlar, isyanlar, azgınlıklar açıkça, açıkta, küstahça, meydan
okurcasına işlenmektedir.
Kadınlar kızlar şehvet konusu haline getirilmiştir.
İsraf, lüks, aşırı tüketim, gösteriş gurur kibir almış
yürümüştür.
Genç nesillere, çocuklara doğru dürüst din ve ahlak terbiyesi
verilmemektedir.
Hedonizmin en âdisi ve sefili hüküm sürmektedir.
Sosyal adalet ayaklar altındadır.
Rahmana isyan edenler Tağuta itaat ediyor.
Müslüman çoğunluğun çok büyük kısmı bunların seyrine
bakmaktadır.
İslamın emr-i mâruf ve nehy-i münker farzı (nadir istisnalar
dışında) sanki tatil edilmiştir.
Bu gidişatın sonu azaptır.
Müslüman zinaya, ribaya, fuhşiyyata=azgınlıklara, isyanlara,
tuğyanlara, açıkta işlenen büyük günahlara karşı olmakla
mükelleftir=yükümlüdür.
Müslüman kötülükler karşısında bana ne diyemez.
Bunlar beni ilgilendirmez diyemez.
Emr-i mârufun ve nehy-i münkerin üç derecesi vardır:
Birincisi: İdareciler, güç sahipleri fiilen yapar.
İkincisi: İlim sahipleri lisan ve kalem ile yapar.
Üçüncüsü: Halk tabakası kalben yapar.
Resulullah Efendimiz (Salat ve selam olsun ona) bu üçüncü derece
için, bu imanın asgarisidir buyurmuşlardır.
Müslüman şirke, küfre, nifaka, açıkta işlenen günaha, fıska,
fücura, bütün azgınlıklara, isyanlara, tuğyanlara muhalif olmak
zorundadır. Bunlara muhalif olup olmamak konusunda tercih hakkı,
tarafsız kalma şansı yoktur.
Elde tenkit etmek, emr-i maruf ve nehy-i münker yapmak imkanı,
hürriyeti, fırsatı var iken sessiz kalanlar dilsiz şeytan durumuna
düşer. Nitekim Resulullah Efendimiz “Haksızlık karşısında susan
dilsiz şeytandır” buyurmuşlardır.
On iki yaşındaki kız evli erkeklerle düşüp kalkıyor, hangisinden
belli değil, gebe kalıyor, on üçünde doğuruyor.
Bir kısım medya, gazeteler televizyonlar süper iğrenç müstehcen
yayın yapıyor.
Ülke uçsuz bucaksız bir uyuşturucu pazarı haline geldi.
Devlet himayesinde TC vesikalarıyla yasal, KDV’li, gelir vergili,
polis korumalı seks ticareti yapılıyor.
Toplumun temelini oluşturan aile kurumu yıllardan beri haince
dinamitleniyor.
Devlet eliyle piyangoculuk, lotarya.
Rüşvet almak vermek, riba yemek, ihalelere fesat karıştırmak, haram
rahtlar devşirmek, kara ve kirli servetler edinmek, lüks ve israf
içinde Firavunlar gibi hayat sürmek yaygın hale gelmiş…
Emanetlere hıyanet ediliyor.
İslama, Kur’ana, Sünnete, şeriata aykırı bir yığın kötülük
işleniyor.
On milyonlarca Müslüman bunların seyrine bakıyor.
Kur’an haber veriyor, Peygamber uyarıyor, tarih örnekler
gösteriyor.
Bu gidişatın sonu genel azaptır, musibettir.
Kimse ileride biz namazımızı kılıyor, orucumuzu tutuyor, umreye
gidiyorduk, nereden geldi bu işler başımıza diyerek hayret
etmesin.
Müslüman bir toplum emr-i marufu ve nehyi-i münkeri terk ederse,
umumuna azap iner, kurunun yanında yaş da yanar.
(İkinci yazı)
Dinî Konularda Münakaşa Etmemek
İMAM Gazalî hazretlerinin Müslümanlara yaptığı nasihatlerden biri
de münakaşa etmemek, tartışmamak konusundadır. Çünkü münakaşa ve
tartışmaların yüzde doksa şeytanî ve nefsanîdir.
Hangi konularda ve ortamda münakaşa edilebilir?
Adam iyi niyetlidir ve yeterli kültürü ve zekası vardır. Ona
gerçeği öğretmek için olumlu bir tartışmaya girişilebilir.
İyi niyetli ama aklı ve ilmi yeterli değil. Onunla tartışılamaz.
Gerçek kısaca söylenir ve mesele kapatılır.
Tefsir icazeti olmayanların Kur’an ayetlerini kendi re’y ve
hevaları ile yorumlamaları ve tartışmaları haramdır.
Cahiller, müteşabihat konusunda tartışamaz. Hz. Ömer müteşabihatı
tartışmak isteyen birini engellemiş, elindeki hurma dalıyla ona
vurmuştur.
Evlerde, kahvehanelerde, gazete, dergi ve tv’lerde ehliyetsiz
kimselerin din konusunda tartışma yapmaları veya tartışmaya zemin
hazırlamaları İslama, Kur’ana, Tevhide, Ümmete zarar verir.
Zamanımızda dinî konular ayağa düşmüştür, mıncıklanmaktadır,
magazin konusu olmuştur. Bu ise büyük bir fesattır.
Bilenler susuyor, bilmeyenler, geri zekalılar konuşuyor, ne büyük
felaket!
Birtakım ehliyetsiz, ilimsiz, icazetsiz ham kişiler kendilerini
bilgiç göstermek için dinî konuları kullanmaktadır. Bunlara kulak
verilmemelidir.
Dinî bilgiler nasıl öğrenilir?
İcazetli ulema ve fukahanın yazdığı akaid (inanç bilgisi)
kitapları, icazetli bir üstattan okunarak.
İcazetli ulemanın yazdığı muteber bir ilmihal kitabı, icazetli bir
hocadan dersler şeklinde okunup öğrenilerek.
Din bilgisini ve kültürünü daha da ilerletmek isteyenler, Kudurî
gibi fıkıh kitaplarını icazetli hocalardan okuyabilir.
Çok önemli bir konu: İslam, Kur’an, Sünnet ahlakı; muteber bir
İslam kitabını icazetli bir hocanın verdiği ciddî derslerle
öğrenilir.
Bir Müslüman, kelam ilmini öğrenmek isterse ne yapmalıdır?..
İcazetli bir din hocası bulur ve o hoca kendisine (mesela) Muvazzah
İlm-i Kelam kitabını okutur. (Seyyid Ömer Nasuhi Bilmen
hocaefendinin güvenilir bir eseridir.)
Yanlış bir metot: Kitapçıya veya kitap fuarına gitti, kendi
kafasına göre, kitapların isimlerine ve yaldızlı kapaklarına
bakarak birtakım sözde din kitapları aldı ve bunları tek başına
okumak suretiyle bilgisini arttırmak istiyor… Yanlıştır yanlıştır
yanlıştır… Sapıtabilir.
Bir insan tek başına kitap okumak suretiyle ilmini arttırıp alim
olamaz mı? Olabilir ama böyle kimseler milyonda bir çıkar. Bunlar
otodidakt, üveysî meşreb kimselerdir, dediğim gibi milyonda bir
zuhur ederler. İlim öğrenmenin, aydınlanmanın asıl yolu, ilimleri
ehliyetli ve icazetli hocalardan öğrenmektir.
Sultan Abdülhamid devrinde her arzu eden din kitabı yazıp
yayınlayamazdı.
Zamanımızda “Allah gerçek bir Janustur” diyen adamın kitapları bile
yayınlanabiliyor.
İslam ile ilgili bir kitabın bozuk olması için muhteviyatının
(içeriğinin) tamamının bozuk olması gerekmez. 300 sayfadan oluşan
bir kitapta üç paragraf, hattâ bir cümle sapık ve bozuk olsa,
kitabın tamamı reddedilir. Çünkü bir çürük incir, bir çuval inciri
berbat eder.
Zemahşerînin tefsiri ancak ulema ve fukaha tarafından okunabilir.
Bu tefsir Türkçeye tercüme edilse, Sünnî halkın alıp kütüphanesine
koyması, okuması caiz olmaz. Çünkü halk doğru ile yanlışı ayırt
edemez.
1950’li yıllarda Beyazıt’taki Soğan ağa camiinde, ulemadan merhum
Celal Hoca, İhya dersleri veriyordu.
Ehliyeti, icazeti, dirayeti, hikmeti olmayan birtakım tartışmacılar
dinî sohbetlerde bilgiçlik taslamak için zaman zaman fitne
çıkartmaktadır. Bunlara fırsat verilmemelidir.
Müslümanlar füruatın muhtelefün fih konularında asla
tartışmamalıdır.
Şu husus hiç unutulmamalıdır: İlmi, ehliyeti, icazeti olmayan kötü
niyetli bir kimse tartışma çıkartırsa şeytan hemen oraya gelir ve
münakaşa ateşinin üzerine neft döker.
Din konusundaki yersiz ve olumsuz münakaşalar düşmanlıklara,
rekabetlere, soğukluğa yol açar, tefrikaya sebep olur.
Nâçizane ve acizane tavsiyem: Dinî bir sohbette tartışma ve
münakaşa yapılıyorsa orayı en kısa zamanda terkediniz.
Diyelim ki, bir yerde İhya’dan dersler okunuyor, oradaki ukaladan
biri bir punduna getirip İhyada mevzu ve zayıf hadisler vardır
dedi. Onun bu yaptığı büyük küstahlık ve cehalettir. Çünkü İmamı
İrakî uzun yıllar çalışarak İhyadaki hadislerin çok büyük bir
kısmının kaynaklarını bulmuştur. Onun bulamadıklarını da başka
alimler araştırıp bulmuştur. Geriye üç beş hadis kalmıştır ki,
onların kaynaklarını da Moğol istilasında, Haçlı seferlerinde
kaybolmuş olabilir. Birtakım icazetsiz cahillerin İhyada mevzu
hadis bulunduğunu iddia etmeleri fitnedir ve bu fitneye bulaşmamak
için oradan çekilmek gerekir.
Dinî konularda tartışma ve fitne çıkartanlar densiz, dengesiz
kimselerdir.
Bunlar kendi gözlerindeki merteği görmezler, başkalarının
gözlerindeki saman çöplerine akıllarını takarlar.
Tartışmacılar kendilerini savcı, hakim ve cellat sanırlar.
Tartışmacılar saldırgandır.
Onlarda ‘ucb vardır.
Allah şerlerinden muhafaza buyursun.
Yıllar önce bir sohbetteyim. Hayırlı bir hizmet için oradayız. Bir
zat inşallah bunu yapacağız deyince tartışmacının biri fırladı ve
bağırmaya başladı. Öyle diyemezsin!... Yahu ne oldu, niçin öyle
diyemeyecekmişim?.. İnşaallah diyemezsin, inşâ Ellah diyeceksin…
Münakaşa büyüdü, bizimki ille de Ellah diyeceksin diye bağırıp
çağırıyor… Kavga yarım saat sonra sınırlarını aştı. Ortalık buz
gibi oldu. Hizmet yerlere serildi. Dostluk, sevgi, muhabbet gitti,
düşmanlık başladı. Bir saat sonra kırgın ve kırılmış şekilde
ayrıldık. Kavgacı mutaassıp herif Ellah Ellah Ellah diyerek gitti.
Gecemiz, sohbetimiz, hizmetimiz piç olmuştu…
Cahil, icazetsiz münakaşacılarda ve tartışmacılarda hayır yoktur.