Aziz dostlar ve sevgili okuyucularım, bu günden itibaren, artık ben de sizin eviniz “İstiklal Gazetesi Evi”nin bir mensubu, üyesi oldum. Bana bu fırsatı veren başta Sayın Hüseyin Arif Çakmak olmak üzere, beni gazetemizde köşe yazısı yazmayı teşvik eden, isteyen değerli diğer gazete çalışanları ve siz okuyucularıma teşekkür ederim.
Aziz dostlar ve sevgili okuyucularım, bu günden itibaren, artık ben de sizin eviniz 'İstiklal Gazetesi Evi'nin bir mensubu, üyesi oldum. Bana bu fırsatı veren başta Sayın Hüseyin Arif Çakmak olmak üzere, beni gazetemizde köşe yazısı yazmayı teşvik eden, isteyen değerli diğer gazete çalışanları ve siz okuyucularıma teşekkür ederim. Gazetemizde her gün yazamasan bile haftada en azından 1 kere ve gereğinde 2-3 kere yazmayı planladım. Yazılarım, sizi sıkmamak ve daha hoş vakit geçirmek için tam bir sohbet havası içinde, gerçekleri eğlenceli ve mizahi olarak anlatmaya, yazmaya çalışacağım. Allah bizi utandırmasın, bize sıhhat ve huzur versin size faydalı olmaya çalışalım ve devam edelim.
Köşe yazımızın ana başlık ismini 'Tarih ve Günümüz Penceresinden' koyduk. Neden bunu koyduk? Çünkü size en ileri derecede faydalı olabilmemiz için meselelerimize yalnızca günümüz açısından değil tarihimiz açısından da bakmayı gerekli gördüğümüzden bu ismi verdik. 'Tarih milletlerin hafızasıdır, hafızasını kaybeden bir insana nasıl ki 'normal insan' olamazlarsa, tarihini bilmeyen milletler de 'normal millet' de olamazlar' denilir. Çok doğrudur. Zaten kendim de yarım asırlık yazar olarak, Osmanlı ve Cumhuriyet tarihi üzerine 81 tarih kitabı yazmış ve yayınlamış bir tarihçi yazar olduğum için bu köşemde tarihten, tarihimizin özellikle yaşanan perde arkası olaylarından, dersler almaya yönelik bunları yazmamam, anlatmamam mümkün değildir.
Sizlere yalnızca 'Tarihimizin Penceresinden' nden değil, 'Günümüzün Penceresi' nden bakmayı da planladım. Çünkü gündemdeki ve günümüzdeki olup bitenlerin aydınlatılması gereken konularda da sizi bilgilendirmeye çalışacağım. Zaman zaman 'Tarihimiz ve Günümüz Bileşkesi' ni de birlikte kullanacağım.
Şimdi, sizlere yaptığım bu girişten sonra ilk köşe yazımızın konusu olan 'millet kavramı' na yönelik konumuza geçebiliriz.
Aristo: 'Bir milletin dili, hukuku ve musikisi onun ruhudur. Onu yok etmek istiyorsanız, dili, hukuku ve musikisine dokununuz.'
Clevalier: 'Bir milletin dili o milletin ruhudur. Bir milleti yıkmak için öncelikle onun ruhunu, dilini yıkmak gerekir.'
Cemil Meriç: 'Kamusuma dokunun namusuma dokunmuştur.'
'Hocam!... İlk yazınıza neden bu başlıkla başladınız?' sorusunu sorabilirsiniz. Bana, 'Hocam, şu anda Türkiye'nin en önemli ve çözüm bulunması gereken meseleleri nelerdir?' diye de sorarsanız, ben şahsen ve kendi kanaatim olarak, genelde 'kültür meselelerimiz' den olarak 'Dil, hukuk ve musiki meselelerimizdir' derim. Çünkü günümüz itibariyle milli dilimiz, 'Dünya dillerinin katili ' unvanı ile anılan İngiliz dilinin saldırıları, milli musikimiz Batı, Anglo –Sakson Pop, Caz, Maz… vb. müziğinin hücumları ile ölmek üzere olup; ülkemiz, 182 yıldan (1839 – 2021) beri 'Batılılaşmak resmi ideolojileri ve planları' ile de Batı'dan ithal edilen hukuk görüşleri ve kanunlarıyla da 'idare edilemez' hali gelmiştir. İşte bunları dile getirmeye bir başlangıç için ilk yazımızın başlığını bu sebepten koyduk. Zaten bu meselelerin önemini teorik ve felsefi olarak da yukarıda adları geçen üç filozof görüşleriyle ortaya koymuşlardır.
Bize, daha ilkokul tarih veya sosyal bilgiler ders kitaplarında millet tarif edilirken esası ve ana hatlarıyla şöyle öğretilirdi: 'Millet, aynı dili konuşan, aynı dine sahip, aynı coğrafyada oturan (anavatan), ortak örf ve adetlere sahip, aynı milli ülküleri paylaşmış, kaderde-kıvançta, sevinçte – tasada bir insanlar topluluğudur.'
Bir milleti meydana getiren en başta gelen 'kültür unsuru' milli dilidir. Bir millet, milli dilini kaybederse 'tarihin milletler mezarlığı' na gömülür. Bu mezara gömülmemek için değiştirilemez ve daima var olması gereken Milli Dil = Millet matematik formülüne her zaman sadık kalınmalıdır.
Bir milletin hayatında hukuk demek, 'Milletin örf ve adetlerinin hukuki bir hüviyete büründürülerek uyulması gereken 'yasal yaptırımlar' haline getirilmesi' demektir. Bu sebepten hukuk da milli olur. Millet = Milli Hukuk formülü de kurulabilir.
Musiki ise, 'Bir milletin milli dilinin sözlü ve sazlı olarak estetik hüviyet kazanmasıdır' olarak tarif edilebilir. Bunun için 'Türkülerini yakamayan, şarkılarını yazamayan ve söyleyemeyen milletler 'normal millet' olamaz' denilmiştir. Çünkü bir milleti bunlar eğlendirir, coşturur ve heyecanlandırır. Bir zamanlar cephelerde kazandığımız zaferlerimizi, cephe gerisinde durmadan çalan 'mehter müziği' sayesinde de kazandığımızı unutmayalım. Bu müziği cephede dinlemek için Avusturyalı ünlü müzisyen Mozart'ın buraya geldiği ve dinledikten sonra, 'İşte hakiki müzik budur' dediğini tarihler hep yazar.
Bir milleti bir ağca benzetirsek, dili kökleri, hukuku gövde ve dalları, koklayarak ve seyrederek zevk aldığımız çiçekleri - yaprakları ise müziğidir. Bir milleti dini 'din varlığı ve birliği' ise, bu ağacın 'can suyu' dur. Ağaçlar susuz yaşayamazlar.
Fazla vaktinizi almamak için bu ilk yazımı burada keseceğim. Çünkü, milletimizi yok etmek için dilimiz, hukukumuz ve musikimize nasıl 'DOKUNULDUĞU' nu, dinimizin nasıl 'ÖRSELENDİĞİ' ni önümüzdeki günlerdeki köşe yazılarımda anlatacağım. Vesselam.