Deprem oluyordu. Asuman Hanım’ın “dur hele daha gün bitmedi” sözündeki hikmet gerçekleşiyordu.
Karı, koca, hızlıca dışarıya doğru kaçmak şöyle dursun, depremin şiddetinden, ev içerisinde doğru düzgün adım dahi atamıyorlardı. Yaşar Bey, ayağa kalkar kalkmaz, kafasını evin bir duvarına çarparak yere düşmüş, hafif yaralanmış ve sendelemeye başlamıştı. Depremin sarsıntısı devam ederken, Asuman Hanım kapıya güç bela ulaşıp katta bağırmaya başlamıştı. “Eşime yardım edin, başını duvara vurdu, yaralandı, lütfen yardım edin.” O bağırışları katlardan aşağıya doğru can havliyle, korkuyla kaçmakta olanlar duymuş olsa da herkes can derdindeydi. Kıyameti andıran, can pazarı gibi görüntüler vardı. O büyük sarsılışla bulundukları daireden dışarıya çıkanlar arasında Taha ve Bora da vardı. Her ikisi de Asuman Hanım’ın yardım isteyen çığlıklarını duymuşlardı.
Taha, bir an tereddüt etmeden, Asuman Hanım’ın yardım çığlığına karşılık vererek Yaşar Bey ile Asuman Hanım’ın evine girdi. O arada Bora bağırıyordu Taha’ya: “Yapma, kendini kurtar Taha, boş ver o iki yaşlıyı, sen kendini kurtar.” O sözleri söyleyerek son sürat kaçtı gitti Bora. Taha ardından bağırdı: “Kaçma Bora, depremde en tehlikeli bölgeler kat aralıkları ve merdiven boşluklarıdır. Merdivenlerden, duvarlardan kopan beton bloklar altında ezileceksin. Dışarıya çıkmaya fırsat bulamayacaksın.” Bora, bu ikazların hiçbirisine aldırış etmeden son sürat uzaklaşmıştı.
İnsanlar deprem sırasında üst katlarda oturuyorlarsa, zeminde ya da birinci katta değillerse, apartmandan uzağa ne kadar kaçabilirlerdi. Bir binanın, şiddetli bir depremde yıkılmasının belki de 20-25 saniye gibi kısa bir sürede gerçekleştiği gerçeği göz önüne alınırsa, bir insan 20-25 saniyede nereye kadar kaçabilir ki?
Bir de en dış kapıya vardığında dışarıya çıkabilecek mi? Apartman dış kapılar depremden dolayı birer zindan kapısı gibi olup kilitlenip kalmaktadır. Birçok depremde insanlar tam dış kapının yanında cansız vaziyette bulunmuştur. Bu açık bir gerçektir.
Taha deprem sırasında elbette dışarıya doğru kaçmayacaktı. Çünkü deprem eğitimi almış ve bilinç kazanmıştı.
Deprem sarsıntısı sürerken Taha, Yaşar Bey ve Asuman Hanımların evine yardım için girmişti. Taha, Yaşar Bey’in koluna girerek, dairede çıkmayıp olduğu yerden deprem tedbirlerini almaya başladı.
O sırada apartmanda katlardan aşağıya doğru büyük bir koşturmaca devam ediyordu. Apartmanda çatır çutur sesler, devrilen eşyalar, çatlayan duvar sesleri her yeri kaplıyordu. Taha, deprem tatbikatında öğrendiklerini birebir uyguluyordu. Önce güvenli bire yer buldu. Sağlam bir çeyiz sandığının kenarına önce Yaşar Bey ve Asuman Hanımı sanki bir Vav harfi gibi yere yatırdı. Sonra kendisi de aynı şekilde sandığın bir kenarına uzandı. Uzaktan görenler o üç kişiyi Annelerinin rahimlerinde cenin pozisyonunda huzurla yatan, güvenle uyuyan doğmamış bebeklere benzetirlerdi.
O arada devrilenler devrilmiş, betonlardan duvarlardan düşen düşmüştü. Asuman Hanıma, Yaşar Beye ve Taha’ya bir şey olmamıştı. Bir sandığın yanında Vav şeklinde yatış hayat kurtarmıştı. Düşen beton parçaları kendilerine isabet etmeden, sandık ile zemin arasında havada öyle asılı kalmış ve her üçü de enkazda yara almaktan kurtulmuşlardı. Eğer, orada, sandığın kenarlarında Vav gibi, sanki bir cenin vaziyetinde uzanıp da yatmamış olsalardı, başlarına düşecek beton parçalarından zarar göreceklerdi. Taha’nın depremden kurtuluş için aldığı eğitimler ve katıldığı deprem tatbikatları hayatlarını kurtarmıştı.
Depremin sarsıntısı nihayet bitmişti. Her üçü hayattaydı.
Yaşar Bey, uyumadan önce tekrarladığı sözleri hatırladı birden: “Elif gibi dik ve onurlu, Vav gibi de eğik ve huzurlu.” Zaten, o andaki yatışı cenin pozisyonunda idi, Vav şeklindeydi. İnşallah (cc), o bulunduğu yerden Elif şeklinde ayağa kalkıp dimdik olarak kurtulacaklardı. Taha ile Yaşar Bey ve Asuman Hanım, enkaz altında birkaç saat kaldılar.
Apartman yana yatar vaziyette devrilmişti. Yaşar Bey ve Asuman Hanım’ların dairesi üçüncü kattaydı. O kattakileri kurtarmak birkaç sat içerisinde gerçekleşmişti.
Yaşar Bey, Asuman Hanım ve Taha, aynı yerdeki enkazdan en sonunda kurtarıldılar.
Taha’nın tedbirleri ve deprem sırasında aldığı önlemler çok işe yaramıştı.
Yaşar Bey ve Asuman Hanım, kendilerine bir deprem afetinden kurtaran Taha’ya minnet dolu gözlerle bakıyorlardı. Her ikisi de Taha’yı sarıp da seviyorlardı. Taha da onlara sarılıyordu.
Asuman Hanım, ellerini açıp şükrünü şu şekilde ifade ediyordu: “Ey Yüce Rabbimi hem benim ve eşimin canını bağışladın hem de bize Taha gibi bir evlat verdin. Sana sonsuz şükürler olsun.”
Evet, o dehşetli günden sonra Taha, Yaşar Bey ve Asuman Hanım’ın bir evladı gibi oldu. Sık sık görüştüler. Sık sık bir araya geldiler. Bir evlat, bir Anne ve Baba gibi yaşadılar.
Yetim ve öksüz Taha da Anne ve Baba sevgisi yaşıyordu artık. Bir aileydiler artık. Tabi, Yaşar Bey’de mahcubiyet de vardı. Taha hakkındaki olumsuz düşünceleri aklına ne zaman gelse pişmanlık duyuyordu. Ancak o gece o deprem kendisine en büyük dersi vermişti. O deprem gerçekleri görmesini sağlamıştı. Hem insanların dış görünüşlerine ve sözlerine aldanmamak gerektiğini ve önemli olanın davranışlar olduğunu anladı. Hem de deprem için önceden hazırlıklı olmanın, eğitimleri gerçekleştirmenin ne kadar önemli olduğunu anlamıştı. O gece Yaşar Bey için büyük ders günüydü.
Bora’ya ne olduğunu kimse bilmiyordu. Kaçıp da gitmiş miydi? Yoksa o gece yıkılan o apartmanın enkazında mı kalmıştı? Bunu kimse bilmiyordu.
Deprem kıyamet gibi bir şeydi. Kime ne olduğunu, kimin kurtulduğunu bilmek dahi senelerce mümkün olamamıştı.
O deprem gecesi Yaşar Bey ve Eşi Asuman Hanım’ın davetli olduğu misafirliğe yetişememelerinin hikmeti de anlaşılmıştı.
Dünyacı Cengiz Bey’in oturduğu apartman da depremde çökmüştü, o geceki misafirleri dahil apartmanda olan kimse enkazdan sağ çıkamamışlardı. Taha ve Asuman Hanım’ın “ne olursa hayırlısı olsun” duası da o gece tahakkuk etmişti. Misafirliğe gitmiş olsalardı enkaz altında kalarak ölebilirlerdi.
Dünya, Dünyacı Cengiz Bey’e yâr olmamıştı. Sırf Dünyacı Cengiz Bey’e değil, Dünya deprem sırasında evinde misafir olan zengin dostlarına da yâr olmamıştı.
O gece başka bir önemli husus daha tecelli etmişti. Yaşar Bey’in o gece uyumadan önce tekrarladığı sözlerin manası anlaşılmıştı. “Elif gibi dik durmak, Vav gibi eğik durmak onur ve huzur idi. Elif gibi dik durmak, Vav gibi eğik durmak bu hayatta gerçek kurtuluş idi.”
Yüce Rabbim Elif ve Vav gibi onurlu ve huzurlu olmayı her daim nasip eylesin. Amin.