Tüm kavramlardan arınmak gerekir bazen; duygudan, düşünceden, endişeden, nefretten, özensiz ve estetiği olmayan her şeyden. Kendi başına buyruk, her şeyden ve herkesten uzak kalmak… Bir kâğıt, bir kalem ve bir fırça yeter; iç dünyamızı, belki de bir rüyamızı çizmek, şekillere temas eden renk renk boyalarla afakî bir şeyler yaşamak gerekir.
Öyle değil midir zaten? Hayatta her şey planladığımız gibi mi gider, her şey harfiyen uymak zorunda kaldıklarımızla, bizim tercihlerimiz mi olur hep? Bu olumsuzluklara rağmen, kapatın tüm kapıları, söndürün dış dünyanızdaki tüm boyalı ışıkları; aydınlanmak mı istiyorsunuz, o halde yakın tüm loş ışıkları, biraz su, biraz boya ve adeta süpürgelere dönmüş olan fırçalarla karıştırın iç dünyanızı, bırakmayın kendinizi olur olmadık şeylere, yüklemeyin zamana bazı şeyleri. Nereden bileceksiniz bugünün yarından daha iyi olacağını. Sebepsizce dokunun kâğıda ve onun kokusunu hissetin. Canınız ne istiyorsa onu çizin, onu boyayın, onu şekillendirin, akıtamadığınız renk renk gözyaşlarınızı akıtın o kâğıda. Haykıramadıklarınızı çizin mesela, hayatın üzerinizde bıraktığı derin ama anlamlı izleri şekillendirin yahut sizden aldıkları ve bir daha geri veremeyecekleri kadar müstesna olan o zamanı şimdi değerlendirin.
Sanat tam da böyle bir şey değil mi; dillendiremediklerimiz, haber beklediklerimiz, sevip kavuşamadıklarımız, özleyip söyleyemediklerimiz, en önemlisi de isteyip elde edemediklerimiz. Her insan, kendi sanatını barındırır bünyesinde. Zira Allah, yaratırken kendinden olan bu esrarı da üflemiştir insanoğluna; kimi çok güzel konuşur gönülleri mest eder, kimi şiirler yazıp okur bamtelimize dokunur, kimileri iyi enstrüman çalar hayallere daldırır bizi, kimileri resim yapar vermek istediği mesajı yüzlerce yıl geçse de anlamlı kılar. Erteleme; hiçbir şeyi bekleme ne belirsiz vaktin gelişini ne de o belki de hiç gelemeyecek olanı; sabırla yoğur tüm düsturlarını, dinleme kendinden başka kimseleri; peşine düş izdüşümlerinin, iyiliğe dair hayalini kurduğun ne varsa onu yakala; korkma çizmekten, cesur ol yaptıklarının arkasında duracak kadar; kullardan sakındıklarını Allah’ın huzurunda da sakınabilecek misin, sorusunu rehber edin kendine.
Benim için, lütfen biraz sanat! Biraz çerçeveye ve biraz da onu sergileyebilecek duvara ihtiyacım var. Bir de benim gönül gözümle bakın isterdim zamandan münferit, kifayetten üstün, gözden berrak, elden zahmet, gönülden yük olan onca esere. Öyle eserler ki onların yaşamışlıklarına bakıp hayrete düşerim; öyle izleri var ki icra edeninden müstesna, öyle asaletleri var ki sanatçısından daha asil… Bazen “Bu eseri şu zât-ı muhterem mi icra etmiş?” diye şaşar kalır insan. Ömrü tazelenir iyilikler temenni edeni çok olunca, bereketi artar güzellikler gözler önüne serilince… Aslına bakarsanız sanat tüm fedakârlıklara gebedir. Zamandan, mekândan, ömürden tasarruf edenin eserleri yüzlerce yıl dilden dile, gönülden gönle ulaşmış, tazelenmiş, korunmuş ve anlamlandırılmıştır. Elbette ki bir eserin yorumcusu onu icra edendir, fakat okuyucusu da o eserin yorumcusu kadar önem taşır. Okuyucusu anlar yorumcunun fırça izdüşümlerini, sık sık kullandığı renkleri, neyi en iyi yapıp neyi beceremediğini. Herkesin elbette vardır bu eser ve yorumcu favorimdir dedikleri, ömürlerini tazeleyenleri. İnsanoğlu fıtraten ehl-i kibar meşreplidir; ancak zaman, yaşanılan hadiseler, mekânlar, ilgisiz alakasız işler, kaba ve zarafetten yoksun kılar bu canım hayatı, onu zevksiz, niteliksiz ve şevksiz yapar vesselam.