Bireylerin kurumlarda oluşturduğu vardık düzeni ast-üst ilişkilerinde işe adaptasyon, bu zaman aralığında oluşan kademe, kıdem yani yapılan bir işte uzmanlaşma anlamını tanımlayan ve bunu düzene koyan sisteme modern çağımızda hiyerarşik düzen denilmektedir.
Peki, asırlar önce geleneksel yöntemlerle idame edilen kurumlarda bu düzenin oluşumunda üstlenilen rol nasıldı?
600 yıl devlet otoritesi ile hüküm süren Osmanlı İmparatorluğunda iş dağılım ve yönetim tecrübesiyle asırlar boyunca devlet adamları yetiştirilmiş en üst düzey yöneticiliklerle idare edilmiştir. İktidar ve otoritenin belirli bir merkezi odakta yoğunlaşmasıyla elde edilen bu yönetim biçimine merkezi yönetim sistemi denir. 600. yıl Osmanlı İmparatorluğu, merkezi bir yönetim sistemi ile yönetilmekteydi devlet yönetim şemasında hiyerarşik bir yönetim düzeni vardı. Padişah, (Üst Düzey Yönetici) devletinin siyasi, askeri ve dini lideri vasfını taşımaktadır. Devlet sistemi ve düzeninin oturtulmasındaki en önemli kararları alır, adaleti sağlar ve orduyu yönetme görevlerini yerine getirirdi. Bu hiyerarşik düzende en üst düzey yöneticiye refakat eden aşamalı devlet sınıfları da vardı bu sınıfların ilki bürokrasi ve diplomasi sınıfıdır ikincisi ile seyfiye adı verilen toplum yapısında askerleri ve askeri yönetimi ifade eden teşkilatlanmaları oluşturmaktaydı. Din, yargı, eğitim ise ilmiye sınıfında şeyhülislam nezaretinde teşekkül bulmuştur. Devlet teşkilatlanmasında Saray Halkı Sınıfının da rolü oldukça büyüktü zira bir Sarayı oluşturan Kraliyet ailesi üyeleridir. Bu yüzden saray halkı kelimesi soylular sınıfındaki herhangi bir üst düzey saray erkânı için de kullanılabilirdi.
Gelelim toplumda teşekkül bulmuş çırak, kalfa ve usta hiyerarşik düzene, Osmanlı Türkçesinde yanmaya hazır olan, yanmakla meşgul olunan anlamına gelen "Çırak" kelimesi meşgul olunan bir şeylerde yani mesleki meşguliyetlerde olgunlaşma çabasının ilk mertebesi olarak anılmaktadır. Günümüz anlamı ise "genellikle küçük yaşta, (meslekî) bir zanaat, öğrenmek amacıyla bir mezkûr ustanın yanında çalışan en tecrübesiz kimse." Hiyerarşik düzende bir şeylere meyletme ve o meyledilen meşguliyette olgunlaşmanın ilk adım sürecidir. "Acemi" ise eski Türkçede işe yeni girmiş, henüz bir şeyler öğrenmekte olan bir kimse anlamına gelmektedir.
Topkapı Saray'ında çok genç (küçük) yaşlarda eğitime hazırlanan kimseler daha sonra saray içinde belli başlı ocaklara kayıt yaptırılırlardı bu ocaklara yaptırılan kayıt o kimsenin kabiliyetine göre lalasının yönlendirmesiyle olurdu. Olgunluk (tecrübe) ondan öncekileri hiyerarşik düzende “ehl-i kemal” kılmıştır. Yani ustalık ile teveccüh görürdü usta olan kimse Saray protokolünde hiyerarşik bir düzeye tabi tutulurdu. Artık onlar kendilerinden biraz daha az bilen ve tecrübelerini şekillendirmeye devam eden Kalfalara düzeni devrederler. Sanatını (mesleğini) çıraklıktan yetişen kalfasına öğreten usta artık silsile olarak hem kalfasından hem de onun çırağından mesul olur bu düzene devlet kaidesi adını verdiğimiz ya da zamanla günümüzde düzen veya sistem olarak nitelendirdiğimiz terimler ortaya çıkmaktadır.
Bu durum Osmanlı imparatorluğunda “ehl-i hiref” adını verdiğimiz yani sanatı içinde barındıran meslek dalları içinde böyledir. Usta kalfasını çıraklıktan alır yetiştirir büyütür kendinden bir parça yapar, acemi de kafasına tabidir adeta kalfasının gölgesi olmalıdır, bir çırak için en üst makam devlet ricalinde yaptığı meslekte ustalaşmaktır. Sanat erbabı olan meslek odalarında acemilikten yetişen kalfa ve yıllar sonra usta devlet kaidelerini yaşatmada öncülük eder. Acemileri devlet terbiyesinde devleti için yetiştirir onun yetişmesinde öncü rolü usta oynar, kalfa ise şekillendirir. Bu üçlemede yüzyıllardır hüküm sürülen bir sır vardır bu sır ustasının elinde yoğrulan medeniyetin hamurunda oluşmaktadır. Usta artık tefekkür makamında yalızca iyiye, doğruya, güzele duadadır. Kalfa ise acemi olanı yetiştirmede, yeşertmede, büyütmede ustasından yalnızca el almışçasına bildiklerini nefsetmeden aktarmadadır. Zinhar müşkül kılmaz, müşkül olana aşikâr bir nihayet sunmalıdır. Sanat mesleklerinde cevher, mahir olanın bileğinde, gözünde, şükründe, edasında, zikrinde gizlidir. Sır olan rahmaniyetin fırça vesilesi ile aşikâr olur. Acemi sanarki yol aldıkça ehli keramet iş kendindedir kerameti gören gözünde, bilen aklında, duyan kulağında zanneder hakikat toprağa gizlenmiş bir hazinedir onu ortaya çıkaran yalnızca cevherli kudretli bir (usta) histir. Hakikati halk eden ve güzelliklerini, iyiliklerini, eşsiz nimetlerini kullarından esirgemeyen Allah’ın işidir. Her daim veren el alan elden üstündür.” “Nakş olanda nefs olmaz nefs olanda hakikat nakşı olmaz.” Kemalat yalnızca ehli kâmil olanda gıyaset bulur. Fırçayı tutan el Allah’ın hikmetiyle yönünü bulmaktadır.
Oldum deme olmayan ziyandadır, acemi bilir ki ziynet kerameti kendinde vücut bulmuştur. En iyisi odur ondan başka ihsanı olan yoktur, en servet (yetenek) bahşedileni odur, kalfa derki nasibi olan gelir yemenden nasibi olmayanda ne gelir elden, dünya bir nakıştır bu nakışta bizler de birer cüzi beşerleriz bizleri de yalnızca nakş eden bir hakikat vardır. Acemi sever beyazı çünkü hayal hülyasındadır, Kalfa sever maviyi umut dünyasındadır. Usta sever altını hikmet dünyasında hakikat güneşindedir. Allah yarattığı her bir zerreye manalar, eşsiz yetenekler bahşetmiştir arif olan buradaki asıl cevherde asıl olan cevheri bulur…
Vesselam