d-Kesit-
II. Mahmud'la birlikte yeniden yapılanma başlar. Belki bu "başlar"
sözünü hızlanır diye yazmak tarihi gerçeklere daha denk
düşecektir.
Devlette yeniden inşanın ne zaman başladığını kesinkes tayin etmek
çok da kolay değildir. Başlangıcı III. Selim'in ıslahat
çalışmalarına götürmek mümkün olabildiği gibi II. Osman'a maletmek
de yanıltıcı olmaz. Ancak asıl reorganizasyon Gülhane Hattı
Hümayunu ile açıklanan Tanzimat hareketidir. Tanzimat'ı 1856
Islahat Fermanı, 1876 Birinci Meşrutiyet, 1908 II. Meşrutiyet ve
1923 Cumhuriyet'i takip eder. Bu zaman çerçevesinde doğan veya
doğmak zorunda olan bütün hukuki, siyasi ve idari tasarruflar,
cumhuriyet rejimi ile son bulur.
Müessirler ise meşhur Viyana mağlubiyeti ve takip eden
mağlubiyetler, devletin çok büyük bir sahada varolma mücadelesi
vermesi, müesseselerin eskimesi ve dışarıda Fransız ihtilalinin
kopardığı fırtına.
II. Mahmud devrinde yurt dışına giden gençler Tanzimat'ın ilanında
büyük rol oynarlar. Batıda tahsil eden bu talebe zümresi, iki dünya
arasında doğan farkın aynen batıya benzemekle kapanabileceği
kanaatindedirler. Tanzimatla birlikte kurulmuş bir millet meclisi
yoktur... ama yetki paylaşılması söz konusudur. İngiltere'nin
adamı olan Sadrazam Mustafa Reşid Paşa, Sultan'ın selahiyetlerine
fiilen ortak olmuş; hatta icrayı temsil eden sadaret alabildiğine
güçlenmiştir.
Sadaret güçlendiği için de ipler Mustafa Reşid Paşa'nın
elindedir.
Sadaretin yani başbakanlığın ön planda olması II. Meşrutiyetin ilk
yıllarında da görülür.
Şu var ki ikinci meşrutiyet rejimi anayasa, seçim ve meclis
sistemini getirmiştir.
Bu bir parlamenter sistemdir. Sistemin gereği olarak da Padişah
sembolik bir varlıktır. Parlamenter sistemin ilk günlerini ve
fahiş acemiliklerini yaşamaktayız. Bu tecrübe ve acemilikler,
pahalıya malolur.
Devletin yarısı gitmiş ve kalan yarısı da tehlikeye düşmüştür.
Bu sebeple sultan, gidişata vaziyet eder.
Meclisin feshinden sonraki Sultan Hamid yönetimine başkanlık veya
en azından yarı başkanlık diyemez miyiz?
Anayasa mer'idir, bakanlar kurulu işbaşındadır.
Ne var ki seçim yapılmadığı için soruya olumlu cevap vermek zordur.
O bir "sui generis" yönetim biçimidir.
II. Meşrutiyet'ten sonra gelen Sultan Reşad'la asker telkini ile
seçtirilen Fahri Korutürk'ün selahiyet veya daha doğrusu
selahiyetsizlikleri arasında paralellikler vardır. II. Meşrutiyet
kanunu esasisi ile 1961 anayasasının her ikisi de devletin bir
numaralı siyasilerini sadece sembolik varlıklar haline
getirmektedir. 1908 ile 1960 darbeleri netice itibariyle aynı
hukuki neticeyi doğurmuşlardır.
Parlamentarizmde bir çift başlılık olduğu vakıadır. Devletin başı
veya icranın başlarından hangisi daha karizmatik veya popüler ise o
ağır basmaktadır. Cumhuriyetin ilanından 1938'e dek süren dönemde
bir meclis ve kabine vardır. Ancak gücünü kâğıtlarda yazılı
maddelerden almasa da son derece otoriter bir reis-i cumhur
işbaşındadır. Mustafa Kemal, daha Sofyalarda, Trablusgarblarda
kafasına koyduğu devrimleri işte bu otoriter kişiliği ile
gerçekleştirmektedir. Meclisin bu kişiliğe set olması imkânsızdır,
Oysa seçimler yapılmaktadır. Ancak seçilmişler de seçimlerle
seçilmektedir. Sultan Abdülhamid devrinde meclisi olmayan bir
otorite, Atatürk zamanında da meclise rağmen otorite hakimiyeti
vardır.
Buna mukabil icranın yani Başbakanların devirlerine mühürlerini
vurdukları parlamenter dönemler de mevcuttur. Adnan Menderes ve
Turgut Özal zamanlarına meclis sisteminin en sağlıklı bir şekilde
işlediği günler diyebiliriz. Bununla birlikte bu söz bile itiraz
kaldırabilir. Zira bu devrelerde de bu isimler partilerinin
tartışılmaz otoriteleridir. Onların partileri de TBMM çoğunluğuna
sahip oldukları için dolaylı da olsa meclis yine bir otoriter
karizmatik kuvvetin yönlendirmesindedir.
Temas etmeden geçemeyeceğimiz enstantaneler de var. Onlar nedir;
ara rejim uygulaması mı, başkanlık sistemi mi, zarurete binaen
doğmuş geçici çözüm modelleri mi?
Ki bu son dediklerimize 23 Nisan 1920-29 Ekim 1923 Meclis Hükümeti
idaresini, 1960 ve 1980 darbelerinden sonra darbeci paşaların
"devlet başkanı” sıfatını almalarını gösterebiliriz. Unutulmamalı
ki bu iki darbeden sonra açılan meclisler de "kurucu
meclis”tir.
Hadise alabildiğine komplekstir. Doğru sonuçlara siyasi tarih ve
siyasi kültürü yakından tahlil ederek varabiliriz.
Hangi başkanlık sistemi? Tarihi tecrübelerimizden istifade ile
kendimize mahsus geliştireceğimiz bir tarz mı, Fransa veya ABD
modeli mi? Etiketten ziyade realite daha makbul. Afrika'da da
başkanlar var...
.....
(*) Bu yazı, ilk defa 26 Eylül 1997 tarihinde Türkiye gazetesinde
yayınlanmıştır.