b-Tarih-
Türklerde İslam öncesinde devlet başkanının adı "hakan" veya
"han"dır.
İslamiyet "emir" mefhumunu getirdi. Hitap tarzı meşhurdur:
-Ya emir’el mü’minin!
Bugün de menkıbeler naklederken bu deyimi sık sık kullanıyoruz.
Sevgili Peygamberimizin, sallallahü aleyhi ve sellem, idare edenle
edilen arasındaki münasebeti düzenleyen buyrukları malum:
-Başınıza burnu halkalı bir zenci köle gelse bile ona itaat
ediniz!
Emir, çok genel bir ad.
İki kişilik bir topluluktan devletlere kadar karar mekanizmasındaki
bütün şahıslar emirdir. Tek şart tabi olanın metbuya bağlılığını
kendi serbest iradesi ile açıklaması. Buna "seçim" denebilir mi?
Her hâlde mümkün. 'İslam siyaset literatüründe devletin şekli ve
hükümdarın unvanı ön planda değildir. İslamiyet, kişinin saadet ve
huzuru ile meşguldür. Onda komünizm, faşizm gibi totaliter
nizamların aksine ferdden cemiyete gidilir.
Emir, yerine göre halife ismini alır, yerine göre imam, melik, vali
veya hakim. Sonraki asırlarda sultan, şah, padişah, şehinşah
sıfatlarını da görürüz.
Devlet sanatında usta olan Türkler, Müslüman olduktan sonra da
hakan ve han unvanlarını kullanmaya devam etmişlerdir. Türklerin
emirlerine eski unvanlarını vermekte hiç bir beis yoktur. Mesela
Karahanlı hükümdarı Abdülkerim Satuk Buğra Han gibi.
"Hükümdar" da "emir" gibi, umumi bir tabirdir. Ayrıca doğu Türkleri
ve batı Türkleri ayrı isimler kullanmışlardır. Türkistan'da "Emir
Timur" ve "Buhara Emiri", "Hive Emiri"... denirken Hindistan
Müslümanları "şah" derler. Kendisi de Hindistan'ın Serhend
şehrinden olan yüksek İslam âlimi İmam-ı Rabbani hazretlerinin
"Müjdeci Mektuplar" isimli eserinde bu şahlardan bazılarına
yazılmış mektuplar vardır. Bu mektuplar, aynı zamanda bölgenin
İslam hükümdarlarındaki karakteristik yapıyı ortaya koyduğu için
üzerinde itikadi, fıkhi, siyasi, sosyolojik ve mukayeseli
incelemeler yapmak gerekir.
İran da "şah" der. Hatta daha ileri giderek şahlarına mübalağalı
bir biçimde "şehinşah” demekten de sakınmazlar. Halbuki hükümdar da
olsa bir kula "şahlar şahı" anlamında "şehinşah" denmesi caiz
değildir.
Uzakdoğu Müslümanları, başlarındaki emire "sultan" adını verirler.
Başka topluluklar da sultan ve imam ismini kullanırlar. Sultan ve
imam bugün de kullanılıyor...
Büyük Selçuklular, "sultan"ı benimserler. Sultan Sencer gibi.
Anadolu Selçukluları da aynı teamülü yaşatmaya devam ederler.
Osmanlı Türkleri "padişah" ismini benimserler. Osmanlı
atalarımızın I. Selim'den itibaren bir de "halife" sıfatları
vardır. Bu sıfat Resulullah'dan itibaren bir silsile halinde devam
eder. İsteyen devlet emirine dilediği unvanı alırken halifelikte
tevarüs kopukluğu olmaması gerekir. Meclis, 3 Mart 1922'de
hilafeti kaldırırken onu lağvetmeyerek TBMM'nin manevi şahsında
mündemiç kılmıştır. Buna askıya almak da denebilir. Hilafet ve
Fener Patrikliği şu gün bile Türk siyasi iradesinin elindeki mühim
güçlerdir.
Devletimiz Selçukludan Osmanlıya inkılap ederken oluşan küçük
toplulukların başındaki emirlere "bey" denir. Bu devletlerin adı da
"beylik"tir. Artukoğulları Beyliği gibi; Keza Osman Gazi'nin unvanı
aynı zamanda beydir. İlk zamanlar, Osmanlı da bir beyliktir.
Osmanoğulları devletinde hükümdarın unvanı "padişah"tır. Ama
padişahlar, aynı zamanda "sultan" ve "hakan" tabirlerini de
kullanırlar. Bir Osmanlı padişahı Hakan'ül berreyn ve Sultan'ül
bahreyn'dir. Yani karaların hakanı ve denizlerin sultanı. Bunun
gibi onlar ayrıca "Türklerin padişahı" ve "Müslümanların
halifesi"dir.
Demek ki Osmanlı hükümdarları bey, sultan, hakan, padişah ve
halife isimlerinin hepsini kullanmışlardır. İmparator tabiri ise
batılıların verdiği bir sıfattır. Devlet-i ali Osman, İmparatorluk
değildir. İmparatorluk sömürge sistemi olan devletlere denir.
Onlarda bir esas devlet vardır bir de sömürgeler. Bizde Budin'le
Bursa'nın farkı yoktur. Londra ile Lahor ise hiç benzemez.
Her şeye rağmen aslolan unvan değildir.
Şu bir gerçek ki Osmanlı Sultanları emr-i maruf yaptıklarının daima
şuurunda idiler. Yukarıda da dediğimiz gibi İslamiyet yönetimde
şeklin üzerinde durmamıştır. Onun için unvanı her ne olursa olsun
emirin emr-i marufu terk etmemesi ve müslim ve gayri müslim bütün
halkı huzur içinde yaşatması şarttır. Yavuz Sultan Selim Han'ın
Haremeyn-i Şerifeyn'i emanet alırken hatip efendinin Cuma günü
hutbede kendisini "hakim'ül haremeyn" olarak takdimine müdahale
edip hakim kelimesini "hadim" yani hizmetçi olarak değiştirmesi
meşhur vak'adır. Aslında bu hizmetçilik anlayışı hep sürüp
gitmiştir. Halikın rızası halka hizmette aranmıştır. Esas güdülen
gaye veya öz hizmet etme niyetidir.
İslam kültüründen haberdar olmadıktan sonra bunu kavramak son
derece zordur.
.....
(*) Bu yazı, ilk defa 24 Eylül 1997 tarihinde Türkiye gazetesinde
yayınlanmıştır.