ATMAK MI DEDİN DURUP DÜŞÜNECESİN
Gerçek anlamı ile bir cismi, herhangi bir yöne doğru fırlatmak olan atmak sözcüğünün girdabına kapılınca insan, kalemiyle kelamı biri birine dolanıyor. Aman Allah’ım ne de çok karşılığı varmış atmak sözcüğünün. Mübarek, maymuncukla bukalemun arası bir şey aralamadığı kapı, girmediği kılık, takınmadığı maske yok gibi.
Beti benzi atmak, Laf atmak, çalım atmak, çamur atmak, çelme atmak, kılçık atmak, tepesi atmak, madik atmak, çığlık atmak, çifte atmak, havlu atmak, dalgasına taş atmak, topu taca atmak…
Hangi kalıba hangi türe girerse girsin atmak, bana göre yüzü soğuk bir sözcük. Atmak denince mevcut eğitim sisteminin silindir misali ezip sokağa attığı gençler geliyor aklıma. Belki de ondan soğuk bakıyorum bu sözcüğe. Öyle ya sanki görünmeyen bir el, ülkemin çocuklarının, gençlerinin geleceğini karartmak için sürekli hareket halinde. Uyguladığı sistem anarşisi ile çocukları ve gençleri zekâ, ilgi, beceri ve yeteneklerine göre yetiştirecek ve yarınlara hazırlayacak yerde; yapay, ezbere dayalı çağdışı bir eğitime mecbur ve mahkûm ediyor sonra da sokağa atıyor. Oh ne ala memleket! Atma da yanında yat! Uymadı mı? Uydur gitsin! Zekâ, ilgi, beceri ve yetenekleri budanmış, gereksiz ve ezbere dayalı bilgilerle robotlaştırılmış genç, iş kuracak veya işe başlayacak ki evliliğe adım atsın ama iş aslanın midesinde. Eskiden olsa şöyle kapağı bir İstanbul’a atayım, nasıl olsa taşı toprağı altın, derdi. Ancak binalar yataydan dikeye geçince o kapı da kapadı. Şimdiki gençler, biri birlerine mesaj atıyor ha bire! Ne yapsınlar iş güç yok, en iyisi “gel volta atalım”, diyorlar. Baba parası ile volta… Zavallı baba! Hayalleri kurşunlanan zavallı gençlik… Sorsan yönetenlere nedir bu gençlerin, çilesi, suçu? Soramazsın ya! Sormak, yürek ister. Biraz yükseltsen sesini, hakkını arasan, hele aynı dertten mağdur olanlar bir araya gelseler, işte o zaman seyret gümbürtüyü. Adamı tekmelemekle tokatlamakla kalmaz bir de içeri atarlar alimallah! En iyisi susmak…
Atmak denince duracak düşüneceksin orada! Atmanın acıtanı, acı olanı dost bildiğin bir kişinin kazık atmasıdır. Taş atmak… O da acı bir dert. Ne demişti şair: “şu ellerin taşı bana hiç değmez/ ille de dostun bir tek gülü yaralar beni.”
Bilirsiniz, dudaklarda hafif tebessüm bırakan avcı atmaları üzerine kurulu hikâyeler meşhurdur. Erzurumlu Teyyo Pehlivanın atmalarını taklit etmeye çalışan siyasilere gelince; onlara çok görmemek gerek, atmaları politika icabı. Ne yapsın fukaralar, ekmek parası(!)
Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olan ve işkembe-i kübradan atanlardan çok alkışlayanların çokluğu düşündürmüyor insanı desem yalan olur. Hani kendi hesabıma deseler;“sana kafa mı atalım yoksa kafadan atanları mı dinletelim”. İnanın kafa atılmasını tercih ederim.
Atmanın hiç mi güzel olanı yok diyenleriniz olacak. Var, elbette hem de alası. Mesela, kalbin atması… Duygusal anlarda atışı fazlalaşan kalp, normal zamanlarda günde yüz bin defa atıyor. Atmazsa… Allah, gecinden versin! Güzel işlere imza atmanın huzuru, gol atmanın sevinci, elini kulağına atmak, tur atmak, göbek atmak…
Gelin isterseniz, kestirip atmadan yaşanmış bir hikâyeyle tatlıya bağlayalım yazıyı. Bilirsiniz Osmanlı, içerisinde onlarca milleti barındıran bir büyük imparatorluktu. Öyle olunca da hudutları dâhilinde meydana gelen ayaklanmalar, dağa çıkan eşkıyalar eksik olmazdı. İşte bu eşkıyalardan biri de adı Recep olan bir Arnavut’tu. Arnavut Recep, çetesi ile birlikte işi iyice azıtmış, halka zulmetmeye başlamıştı. Devlet, azan bu eşkıyanın üzerine asker göndermiş. Askerler, eşkıya Recep’i ve çetesini saklandıkları yerde kıstırmışlar. Recep pabucun pahalı olduğunu anlayınca başlamış askerlere yalvarmaya; “Etmeyin More, biz din kardaşıyız, aha da teslim oluyorum!” Recep ve çetesi yargılanıp hapse mahkûm edilmiş. Mahkûmiyetini tamamlayıp da serbest bırakıldıktan sonra, soranlara Recep; “More, vallahi zaptiyelerin hiç birini sağ bırakmazdım; amma çocuğumuz çolunumuz var; acı bize, diye ağladılar, acıdım hallerine”, diye palavra atmaya başlamış. Bir gün bu palavraları dinleyenlerden biri “Atma Recep biz de din kardaşıyız,”, deyivermiş. İşte o günden sonra söyledikleri yalanın katmerlisi olanlar için biz kimin ne olduğunu biliriz.”, anlamında “Atma Recep din kardaşıyız” sözü deyimleşivermiş.
Şükür ki Arnavut Recep gibileri günümüzde yaşamıyor. Yaşasaydı ne mi olurdu? Ne olsundu, attığı tutardı.