Boşuna ağlıyorsunuz. Hürriyet yok derken, siz biliyor musunuz ki,
ulemadan İskilipli Âtıf Efendi haksız yere asıldığı zaman, açıkta
ağlamak bile yasaktı. İskilipli Atıf efendinin ve Babaeski
müftüsünün asıldıkları gün acaba hangi Müslüman Türkiyeli açıkta,
herkesin arasında ağlayabilmiştir? Hele bir ağlasaydılar… Hemen
İstiklal Mahkemesine verilirler ve onlar da asılırdı. Sizin altın
çağ olarak gösterdiğiniz o tarihlerde haksızlıklar karşısında
ağlamak bile ağır bir suçtu. İstiklal mahkemeleri sanıklarının
avukat tutmaya hakları yoktu, o zulüm mahkemeleri kanunsuz ceza
veriyordu, verilen idam cezalarının Yargıtayı margıtayı yoktu.
Bugün idam cezası veriliyor, ertesi gün asılıyordu. Ah hanımefendi
ah, bendeniz o kara günleri görmedim ama gören, yaşayan
büyüklerimden öğrendim; asıl diktatörlük o zamanmış, asıl ağlanacak
kötülükler o zaman yapılıyormuş… Müslümanlar tutuklanmamak,
işkenceye uğramamak, icabında asılmamak için açıkta ağlayamamışlar,
gizli gizli ağlamışlar hep; İskilipli Âtıf efendinin eşi Zeliha
hanım beş parasız kaldığı için, yetim kızı Melahat’i yanına alarak
İskilipteki köyüne gitmek zorunda kalmış; çok ağlamış, çok acı
çekmiş, sefalet içinde yaşamış. Âtıf efendi ile aynı gün idam
edilen Babaeski müftüsünün yakınları, öteki asılanların anaları,
eşleri, çocukları, akrabaları çok ağlamışlar. O devirde Erzurumda
Şalcı Bacı lakabını taşıyan bohçacı bir kadıncağız varmış. Saf,
cahil bir kadın. Şapka Kanunu çıkınca, yahu böyle şey olur mu
demiş, onu da yakalamışlar, İstiklal mahkemesi kararıyla
asıvermişler. Evet Müslümanlar çok zulme mâruz kaldılar, çok acılar
çektiler ve hıçkıra hıçkıra ağlamak hürriyetinden bile mahrum
kaldılardı. Ağlamışken, birazcık da onlar için ağlayıversenize…
Ağlamanızın hiç olmazsa bir mânası olur…
(İkinci yazı)
İslamî Hizmet ve Faaliyetlere Sızan Hergeleler
BÜYÜK bir yolcu uçağında, motorlarından vidalarına kadar irili
ufaklı belki de bir milyon parça vardır. Dış kapılardaki en önemsiz
görülen bir vida bile uçağın düşmesine sebep olabilir. Nitekim de
olmuştur. 3 Mart 1974’te’de Paris civarındaki Ermenonville ormanına
büyük bir yolcu uçağı düşmüş, 346 yolcu ve mürettebat ölmüştü.
Uçağın düşüş sebebi, sımsıkı kapalı olması gereken dış kapılardan
birindeki bozuk bir vida idi…
Atom santralları da böyledir….
Beyin ameliyatı yapılacak ameliyathaneler de böyle…
En ufak bir ihmal, en küçük bir bozukluk korkunç bir faciaya sebep
olabilir.
En ciddî, en mükemmel, en kusursuz olması gereken birinci iş,
islamî imanî Kur’anî hizmetlerdir. Onlar uçaktan, nükleer
santraldan, beyin ameliyatından daha önemlidir, daha hayatîdir.
İslamî hizmetler vasıfsızlığı, ahlaksızlığı, ihmali kaldırmaz.
Hiçbir muayyen şahsı, kurumu, cemaati kasd etmeden anonim
konuşuyorum… Yakın tarihimizde islamî hizmetler, islamî
faaliyetler, İslamcılık hareketi sahasına çok bozuk, çok
ehliyetsiz, çok liyakatsiz elemanlar sızmış ve mukaddes davamıza
büyük zararlar vermiştir.
İslama, İmana, Kur’ana yapılan hizmetler bir tür cihad olarak
görülmüş ve bozuk çarpık düzenin veya sistemin haram, necis, kara,
kirli rahtları ve menfaatleri, Yüce İslam dininin kabul etmediği
şekilde ganimet olarak toplanmıştır.
Yapılanların cihad olarak vasıflandırılması, bu vasıflandırma
mecazî de olsa, yanlıştır. Cihad İslamî bir değer ve kurumdur.
Tafsilatı, konusu, hükümleri fıkıh kitaplarında yazılıdır.
İslam barışını kabul etmeyen harbî kafirlerle yapılan cihatta
toplanan, ortaya konulan, sonra Şeriatın hükümlerine göre dağıtılan
ganimet ile bozuk düzenin haram rantlarını karıştırmak büyük bir
sapıklıktır.
İslamda gulül kavramı vardır. Gulül, düşmanla yapılan cihad
esnasında toplanan malın bir kısmı saklamak, zimmetine geçirmek
demektir ki, Resulullah Efendimiz (Salat ve selam olsun ona) Hayber
gazvesinde, bir çift deri ayakkabıyı alan ve saklayan kimse
bilahare öldürüldüğünde onun cenaze namazını kılmamıştır.
Resulullah Efendimiz ganimet olarak alınana bir iğneyi saklayıp
zimmetine geçireni bile ağır şekilde kınamıştır.
Hiçbir temiz, namuslu, şerefli, iffetli, hamiyetli, vatansever,
doğru ve dürüst, haram yemez, şüphelilerden kaçınan temiz ve pak
Müslümanı lekelemek aklımın kenarından geçmez ama son zamanlarda
İslamî hizmet ve faaliyet sahasına sızmış birtakım hergelenin,
eşkıyanın, rantçının, rüşvetçi ve haşaratın aleyhlerinde bulunur ve
tasfiye edilmelerini isterim.
Onlar, Müslümanların vaktiyle kötü, kirli, sapık, bozuk dedikleri
düzenin haram rantlarına, haram menfaatlerine çılgınlar gibi
saldırmıştır.
İsmini vermeyeceğim bir topluluk, Kur’ana Sünnete Şeriata ve İslam
ahlakına sığmayan sözde hizmetleri için büyük miktarda para
toplamıştır.
Bunlar zekatlara bile göz dikmişlerdir.
İslam adına faiz bankaları kurulmuştur.
Ribaya bile fetva verilmiştir.
Az bir zaman içinde yüz milyarlarca dolar tutarında kara kirli,
necis haram uğursuz bir para ve servet birikimi olmuştur.
Müslüman kesimin alimleri, faqihleri, arifleri, ziyalıları bu haram
yemeleri, gulülleri, Şeriata ve ahlaka aykırı kirli işleri
gerektiği kadar tenkit etmemişlerdir.
Bazı ilahiyatçıların kirli işleri caiz göstermek için uyduruk
içtihatlar yaptığı, bâtıl fetvalar verdiği iddia edilmektedir.
Bırakın eski büyüklerimizi, yakın tarihte yaşamış gerçek ve örnek
büyüklerimiz de haramdan ve paradan ateşten kaçar gibi
kaçmışlardır.
Bediüzzamanın, üzerinde para olduğu halde namaz kılmadığı
bildirilmektedir.
İş, haram gelir etmemekle, haramla zengin olmamakla bitmiyor. Haram
yemeyen Müslümanların, emr-i mâruf ve nehy-i münker yaparak haram
yiyenleri tenkit etmesi, kötülemesi, onları engellemesi gerekirdi.
İşte bu, yeteri kadar yapılmamıştır.
Sahte mücahidler, gulülcüler, haram yiyiciler, ‘abede-i sîm ü zer,
Altın Buzağıya tapanlar, hergeleler, eşkıya, münafıklar, yarı
mühtediler; İslamî Uyanış Hareketi’ne büyük darbe
indirmişlerdir.
İslam gerçek, makbul, hak, temiz, pak, doğru dindir. Kirli ve pis
metotlarla imanî, islamî, Kur’anî hizmet yapılamaz.
Davamızı, mukaddesatımızı mıncıklayanları dışlamadık… Onlar
ekinimizi gök iken biçtiler, tınmadık… Münker işleri engelleyip
yasaklamadık…
Bunların faturasını ödeyeceğiz.