Türkiye'de ilk anayasa, 1876 tarihli Kanun-ı Esasi'dir. Sonrakiler
1921 tarihli Kanun-ı Esasi, 1924 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu, 1961
tarihli Anayasa ve 1982 Tarihli Anayasa. Hepsi darbe mahsulüdür.
Hepsi fevkalade, buhran ve bunalım günleri eseridir...
1876 Kanun-ı Esasi ile sultani idareden meşruti demokrasiye
geçilmişti. 1921 Kanun-ı Esasisi, bir intikal kanunudur. 1924
Teşkilat-ı Esasiye Kanunu ile meşruti idareden cumhuriyete
geçilmiştir. 1961 Anayasası, ideolojik sokak hareketlerinin önünü
açmıştır. 1982 Anayasası 1961 Anayasasına bir nevi tepki
kanunudur.
1876 ve 1961 Anayasaları çift meclislidir. Bu anayasaların tamamı
Avrupa'dan kopyadır. Kendi topraklarımızda tabii seyri içinde doğup
büyümemiştir. Tepeden inme, dayatmacı, Avrupa taşeronu okumuş fakat
yabancılaşmış zümrelerin millete yer yer gözdağı vererek kabul
ettirdikleri organ nakilleridir.
Son dört asırda sadece sanayide, teknolojide geri kalmadık. İlim ve
fikirde de geri kalmışlığımız diğerlerine denk şekilde seyir
gösterdi. Münevver, aydın veya entellektüellerimiz, bu boşluğu
görerek eksiklerimizi, yaralarımızı, boşluklarımızı telafi, tedavi
ve tamir cihetine gideceklerine tarihimizden gelen, medeniyetimize
mahsus olan ne varsa onları inkâr ve reddederek yerlerine Avrupa
mamullerini hiç bir sorgulama yapmadan kopyala yapıştır metoduyla
getirip bünyeye yerleştirmeye çalıştılar.
Son bir buçuk asrımızın "ilerici" okur yazar zümresi sırasıyla
Fransız, Alman, İngiliz, Amerikan ve Rus hayran ve güdümündedir.
Kurtuluşu onların hayat tarzlarında aramışlardır. Tanzimat
sadrazamlarının şu unvanlarına bakınız: İngiliz Said Paşa, Moskof
Nedim Paşa. Daha bunlar gibi tahsil için veya asker olup da
sefaretimize ataşe militer vazifesiyle gidip o memleketin hayranı
olup çıkan devlet adamlarımız mevcuttur. Buna mukabil kendilerine
"İslamcı" yahut "muhafazakâr" denen bazı okur yazarlar da başka
türlü taklit ve hatalara düştüler. Onlar da dönem dönem Mısır,
Suudi Arabistan ve İran'da çare arama yoluna gitmişlerdir.
Şu resmettiğimiz, yerli kalınmadığı, yabancı hayranlığının hastalık
haline geldiği maddeden fikre kadar bize mahsus olanın imal
edilemediği son bir kaç asrın hikâyesidir. Sosyal hayatımızdan,
mimarimizden, edebiyatımızdan, askerliğimize, hukuka kadar neyimiz
varsa yabancı komplekslere feda edildi. Bu tesbiti yaparken
kendimizi dünyaya kapatalım teklifinde değiliz. Faydalı olan
dünyanın neresinde olursa olsun alınabilir. Fakat kaba taklitçilik
yapılması kötü. Üzerinde çalışıp bünye ile uyum temin edilmeli.
Bir üretimin kapağına TC yazmakla o yerli olmamakta.
Eğer kapağında böyle yazan anayasalar yerli olsalardı, cuntacılar,
darbeciler imkân bulamayabilirlerdi. Bugüne kadar hayatımıza 5
Anayasa girdi. 1982 Anayasası, milletin üzerine su akıtan bir çatı
haliyle varlığını sürdürmekte. Bu anayasayı hukuk tarihçilerine
teslim ederek ilk sivil anayasayı inşa etme hususunda partiler
-maalesef- uyuşamamaktalar.
Şimdi ümitler, AK Parti'nin tek başına anayasayı yapacak bir
çoğunlukla meclise girmesinde. Böylece kendi eserimiz ve devleti
yeniden inşa edecek bir anayasa yapma talihi doğar. Bu anayasadaki
en mühim madde Başkanlık Sistemi olacaktır.
1982 Anayasasının bu devleti daha fazla taşıma gücü kalmamıştır.
Cumhurbaşkanı halk tarafından seçiliyor olduktan sonra eski sitemde
ısrarcı olmanın anlamı yoktur. Bu ısrarla mevcut anayasada kalmak
yarınlarda ciddi sıkıntılar doğurabilir.
7 Haziran şu veya bu partinin meclise girmesi, iktidar olmasından
ziyade Anayasa seçimidir. Herkes, duygularıyla, öfkeleriyle değil,
aklı selimiyle hareket etmeli. Bu seçimle Türkiye'nin yarınları
tanzim edilecektir.