ÖBEK öbek, yığın yığın, çuval çuval mozaik parçaları var. Bunlar Türkiye tablosunun mozaikleri. Tablo yapılmamış, küçük parçalar karmakarışık darmadağınık, alt alta üst üste duruyor.
Bütün üzerinde duran yok, herkes işine gelen renkteki bir veya birkaç parçayı ele almış, onlardan bahs ediyor. Kızgın kızgın insanlar birbirlerine, küfür ederek, hakaretler savurarak mozaik parçaları fırlatıyor.

Bu mozaikleri birleştirip Türkiyenin tablosunu resm edecek bir kişi veya birkaç kişi var mıdır? Varsa bu işi niçin yapmıyor?

Bu, bir kişinin başaracağı bir iş değilse niçin mozaik sanatından anlayan bir ekip buna girişmiyor?

Mozaikler birleştirilse ve tablo bütünüyle ortaya çıksa acaba nasıl bir manzara çıkacak ortaya?

Türkiye siyasî açıdan nereye gidiyor? Siyasetimiz temiz mi, kirli mi?

İktidar-Cemaat savaşının sonu ne olacak? Taraflardan biri kazanacak mı, yahut savaşı ikisi de kaybedecek mi?

Türkiye sağlıklı dengeli istikrarlı bir toplum mudur, yoksa hasta mıdır?

Ülkenin, halkın, devletin geleceğinin garantisi olan eğitim sistemi iyi midir, kötü mü?

Yüzlerce üniversite toplumu aydınlatıyor, doğru yola yönlendiriyor mu?

Şeffaf, temiz, ahlaklı, faziletli bir ülke miyiz?

Medenî miyiz, bedevî mi?

Millî kimliğimize ve kültürümüze yeteri kadar sahip çıkıyor muyuz?

Sistem veya düzen iyi mi, kötü mü?

Şu eli bayraklılar ne yapmak istiyor?

Bizim tablomuz niçin Japon estamplarına benzemiyor?

Büyük mozaik tabloda birtakım Türkçe yazılar var. Halkın yüzde doksan beşi bunları okuyamıyor. Bu cahilliğin sebebi nedir?

Türkiyeyi dış düşmanlara karşı korumakla yükümlü ordu, 1960’dan bu yana niçin üç darbe, bir de post-modern darbe yapmıştır?

Mozaik tabloda bol ve aşırı miktarda altın parçalar yer alıyor. Bu kadar altın nereden geliyor?

Türkiyenin, Güney Kore gibi dışa açılan güçlü elektronik ve otomotiv sanayii var mı, yok mu? Yoksa niçin yok.

Mozaikler birleştirilince tabloda bir yığın gökdelen görülecektir. Bunlar iyi midir, kötü mü?

Ülkede iç barış, toplumsal mutabakat var mı, yok mu?

Şehirler, binalar güzelleşiyor mu, çirkinleşiyor mu?

Maalesef ortada tablo yok ve bu sorulara doğru cevaplar verilemiyor.

Türkiye, parçaları birleştirip de tabloyu yapacak geniş ufuklu, engin kültürlü süper dahi çocuklarını yetiştirememiş.

Bakacak görecek fikir edinecek bir resmimiz yok. Ressam yok ki, resim olsun.

İktidar her şey yolundadır, Altın Çağ yaşıyoruz derken, muhalefet felaket çanları çalıyor.

Tablonun çeşitli yerlerinde öbek öbek Müslüman gruplar görülüyor. Tevhid ve ittihad dinine mensup Müslümanlar niçin birlikte değiller?

Müslümanların arasına sızmış kurtlar, şeytanlar, sırtlanlar, çıngıraklı yılanlar var. Nereden gelmiş bunlar.

Ayasofya’nın üzerinde toplanmış kara bulutlar… Davullar zurnalar… Yiye yiye şişmiş kimseler, açlar sefiller… Tabloda ne kadar çok kötü kadın yer alıyor. Ne çok umumhane var. İçip içip zil zurna sarhoş olanlar. Lüks binitlerle gezen mağrurlar, kibirliler. Cebinde binlerce liralık telefonu var, kalemi bir liralık döküntüler. Türediler türediler türediler.

Tablonun orta yerinde Vezüve benzer bir yanardağ yer alıyor. Kraterinden dumanlar çıkıyor, kızıl lavlar aşağıya akıyor.

Deniz kenarındaki rıhtımda Titanic, yolcularını ve yüklerini almış, halatlarını çözmüş okyanusa doğru açılıyor.

Gemide lüks ve israf var, orkestralar çalıyor, danslar ediliyor, yeşil çuhalı masalarda oyunlar oynanıyor, şampanyalar patlatılıyor. Şık ve şuh kadınların boyunlarında inciler, pırlantalar kelep kelep.

Quo vadis Titanic?

(İkinci Yazı)

Bir Mail, Eski bir Hatıra

AŞAĞIDA metnini okuyacağınız mail’i, kadim okuyucularımdan bir zat bir yayınevine göndermiş, oradan bendenize ulaştırdılar. Eski hatıraları canlandırdığı için sütunuma derc ediyorum.

**

(Yayınevi sorumlusundan rica ediyorum: Muhterem Şevket Eygi Bey’e ulaştırılmak üzere bu mektubumu 3-4 kanaldan iletmiştim; kendisine ulaşmadığını düşündüğümden son olarak bir de sizin kanalınızdan gönderiyorum. Lütfen kendisine ulaştırmanızı rica ediyorum.)

Azîz ağabey, kadîm ağabey… Aşağıdaki ifadelerim RİSALE HABER sitesinde yayınlanmış bir yazınız üzerine, epeyce bir süre önce size hitaben yazdığım ve kendi “face” sayfamdan size ulaştıramadığım bir hasbihalimdir, inşaallah şimdi ulaşır.

Esselamü aleyküm muhterem Mehmed Şevket Eygi ağabey!..

Sizinle şahsen tanışmadım. Neredeyse yarım asır önce zatınızın mübarek davetleriyle “Toplu Sabah Namazları”nın genç ve ateşli bir aktivisti idim. Sizi o sabah namazlarından birinde sizi bir fecir vakti sanırım Adapazarı’nda abdest alırken görmüştüm.

İzmir Hisar Camii Toplu Sabah Namazına ise o gün akşama yakın geç haber aldığım Mengen’den karayolu ile uçarcasına yetişmiş ve tam namaz kılınırken cami girişindeki bombalamaya şahit olup barut kokuları altında cemaat-i kübra ile namaz eda edilirken, İmam Efendinin SAFF SÛRESİ’nden “Yürîdûne li yutfiû nûrallâhi bi efvâhihim....” âyetlerini tilâvet ederken adeta münkirlere “Bu Dîn-i mübîn-i İslâmın nurunu söndüremeyeceksiniz… ne ellerinizle ne de ağızlarınızla… asla!..” diye haykırdığına sizinle beraber bizzat şahit olmuştum. İlk evladım Muhammed Nurullah Keskin doğduğunda ise “Bugün Gazete”nizde başlığın sağ tarafında RİCA başlıklı gayet veciz bir ilânla mü’min kardeşlerimden dua istemiştim. Şimdi o oğlum 47, ben ise 71 yaşında emekli bir öğretmen olarak 52 yıl önce Risale-i Nur ile çıktığım Cihâd-ı Manevînin İstanbul-Anadolu yakasında el’an aktif bir hâdimi olarak hayatımı sürdürmekteyim. Risale-i Nur’dan haberler veren bir sitede Üstadımız Hazretlerinden ve hakikî Nur Talebelerinden övgüyle bahseden yazınızı görünce hislendim ve bu satırları karaladım. Allâh sıhhat ve afiyetlerle sizi ve bizi İslâmî Îmanî hizmetlerde uzun yıllar (muhlisen lillah) dâim, qâim ve istihdam eylesin. Âmîn. Bi hürmeti Seyyid-il Mürselîn. Teoman Keskin. /tkeskin44@gmail.com/

**

Yaşı müsait olmayan okuyuculara:

1968’de, sahibi bulunduğum BUGÜN gazetesi, birçok yerde olduğu gibi İzmir’de toplu sabah namazı tertiplemiş, bendeniz de katılmıştım. Kırk bin kadar cemaat vardı. Tam farz namazı kılınırken, camiye yakın bir çiçekçinin saksıları arasına saklanmış olan el yapımı bir bomba patlatılmış, lakin cemaatten bir kişi bile namazı bozmamıştı. Çok şükür herhangi bir can kaybı da olmamıştı. O patlama sırasında cemaat paniğe kapılmış olsaydı, Allah saklasın nice kimseler ayak altında kalabilirdi… Daha sonra polis bomba koyanları yakalamıştı… Bu hadisenin ayrıntıları o günün gazete koleksiyonlarından öğrenilebilir.