“Ey müminler, eğer inkârı imana tercih ediyorlarsa, babalarınızı ve kardeşlerinizi dostlar edinmeyin. Sizden kim onları dost edinirse işte onlar zalimlerin ta kendileridir.” (Tevbe: 23)
Kuran’daki “hak” konusunu çeşitli yönleriyle irdelediğimiz serimize devam ediyoruz. Bu yazımızda hakkı inkâr edenlerin asla dost edinilemeyeceğini anlatmaya çalışacağız.
1- Hakkı İnkâr Edenlerin Dost Edinilemeyeceğine Dair Bazı Ayetler
Kuran-ı Kerim’de hakkı inkâr edip bâtılı tercih edenlerin asla dost edinilemeyeceğine, bunun imanın gereği, sırat-ı müstakim üzere olmanın tabii ve zaruri neticesi olduğuna dikkat çekilir. Cenâb-ı Hak bu konuda biz müminleri ikaz eder, sakındırır.
Mümtehine Suresinin ilk iki ayeti bu manada çok mühimdir. Ayetler mealen şöyledir:
“Ey iman edenler! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları dost edinmeyin. Siz onlara sevgi gösteriyorsunuz. Hâlbuki onlar size gelen hakkı inkâr ettiler. Rabbiniz olan Allah’a inandınız diye Rasûlü ve sizi yurdunuzdan çıkarıyorlar. Eğer rızamı kazanmak üzere benim yolumda cihad etmek için çıktıysanız (böyle yapmayın). Onlara gizlice sevgi besliyorsunuz. Oysa ben sizin gizlediğinizi de, açığa vurduğunuzu da bilirim. Sizden kim bunu yaparsa, mutlaka doğru yoldan sapmıştır. Şayet onlar sizi ele geçirirlerse, size düşman olurlar, size ellerini ve dillerini kötülükle uzatırlar ve inkâr etmenizi arzu ederler.” (Mümtehine: 1 - 2)
Dikkat edilirse ayetler çok hayati bir umdeyi ortaya koymaktadır. O da şudur: Allah ve Rasulüne düşmanlık, tabiatıyla müminlere de düşmanlıktır. Bu bakımdan Allah’a, Rasulüne ve İslam’a karşı olan bir kimsenin, samimi olan hiçbir mümine dost olması mümkün değildir. Dost görüntüsü veriliyorsa bunun tiyatro kabilinden bir rol olduğu asla unutulmamalı ve bu durum basiret sahibi müminleri aldatmamalıdır.
Ayetlerde müminlere olan düşmanlığın sırf Allah ve Rasulüne inanmalarından kaynaklandığına ve bu düşmanlığın, onları yurtlarından çıkaracak kadar ileri safhada olduğuna da vurgu yapılmaktadır. Ve Cenâb-ı Hak, Allah ve Rasulünden yana olmak ile inanmayanlara sevgi beslemenin birbirine zıt iki durum olduğuna işaretle, müminleri böyle bir çelişkiye düşmemeleri hususunda ikaz etmektedir.
Kaldı ki, müminler inanmayanlara böyle bir sevgi besleseler dahi, bu sevgileri karşılık bulmayacak, onlar buldukları her fırsatta müminlere elleri ve dilleriyle zarar vermeye çalışacaklar, dahası imanlarından dönüp kendileri gibi inkârcı olmalarını arzu edeceklerdir.
Ayetlerin verdiği mesaj, kıyamete kadar bütün Müslümanlar için bağlayıcı ve ufuk açıcıdır.
2- Ehl-i Kitap da Dost Edinilemez
İnkârcıların dost edinilmemesi paralelinde, Ehl-i Kitab’ın (Yahudi ve Hıristiyanların) da dost edinilemeyeceği yine Kuran ayetleriyle hüküm altına alınmıştır.
İlgili ayetlerden biri şöyledir:
“Ey inananlar! Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostlarıdırlar. Sizden kim onları dost edinirse, muhakkak o da onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğunu doğruya iletmez.” (Mâide: 51)
Görüldüğü gibi ayette Yahudi ve Hıristiyanların birbirleriyle dost olduğu ve onlarla dost olanların da onlardan olacağı bildirilmektedir. Demek ki inkâr edenlere dostluk göstermek, bunu yapanların itikatlarının sapmasına sebep olacaktır.
Ehl-i Kitabın ve inkârcıların müminlere köklü bir düşmanlık besledikleri ve müminleri de kendileri gibi küfre düşürmek istedikleri başka ayetlerde de vurgulanır:
“De ki: “Ey Kitap Ehli! (Gerçeği) görüp bildiğiniz hâlde, niçin Allah’ın yolunu eğri ve çelişkili göstermeğe yeltenerek inananları Allah’ın yolundan çevirmeye kalkışıyorsunuz? Allah, yaptıklarınızdan habersiz değildir.” (Âl-i İmran: 99)
“Ey iman edenler! Kendilerine Kitap verilenlerden herhangi bir gruba uyarsanız, imanınızdan sonra sizi döndürüp kâfir yaparlar.” (Âl-i İmran: 100)
Bütün bu ayetler ortaya itikâdî bir düstur koymaktadır. O da hakkı inkâr edenlerle dostluk yapmanın kişiyi istikametten saptıracağı ve küfre sürükleyeceği gerçeğidir. Bu sebeple Müslüman mutlaka safını bilmelidir. Kiminle dost olacağını, kimin de düşman olduğunu bu itikâdî esasa göre belirlemelidir.
Bu konunun önemini daha iyi anlamak için müminlerin dostlarını haber veren şu ayete de ibret ve tefekkürle bakmak gerekir:
“Sizin dostunuz ancak Allah’tır, Rasûlüdür ve Allah’ın emirlerine boyun eğerek namazı kılan, zekâtı veren müminlerdir.” (Mâide: 55)
Bu konunun aktüalitesi de çok önemlidir. Zira günümüzde insanlar çoğu kez bu esaslara uymadıklarından haktan sapmakta, hakla batılı karıştırarak ebedî felakete sürüklenmektedir. Mesela Gazze ve Filistin bağlamında yaşananların sebebi bu ölçüye riayet etmemektir. Müslümanlar gerek fert olarak gerekse de devlet bazında Ehl-i Kitap denen batı ile (Yahudi ve Hıristiyanlarla) dostluk kurmakta, bu dostlukların getirdiği maddi ve manevi bağlayıcılıklarla müminleri ikinci plana atıp desteklememekte bu da büyük felaketlere sebep olmaktadır. Bu, Allah’ın emrettiği birlik beraberliği de ortadan kaldıran tehlikeli bir hastalıktır.
Nitekim Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:
“Hep birlikte Allah’ın ipine (Kur’an’a) sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin…” (Âl-i İmran: 103)
İşte bugün dünya genelinde iki milyar nüfusa sahip İslam ümmetinin hazin ve sefil hali, Allah’ın emrettiği bu itikâdî ilkelere uymamaktan kaynaklanmaktadır.
3- Allah ve Rasulüne Karşı Gelen ve İslam’ın Tabii Yapısını Tahrif Edenlere de Sevgi Gösterilemez
Samimi müminlerin Cenâb-ı Hakka ve Rasulüne düşmanlık edenlere asla sevgi göstermeyeceğine dair, şu ayet-i kerime de genel bir kıstas vermektedir:
“Allah’a ve ahiret gününe iman eden hiçbir topluluğun, babaları, oğulları, kardeşleri yahut kendi soy-sopları olsalar bile, Allah’a ve Peygamberine düşman olan kimselere sevgi beslediğini göremezsin. İşte Allah onların kalplerine imanı yazmış ve onları kendi katından bir ruh ile desteklemiştir. Onları, içlerinden ırmaklar akan ve içlerinde ebedî kalacakları cennetlere sokacaktır. Allah onlardan razı olmuş, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. İşte onlar, Allah’ın tarafında olanlardır. İyi bilin ki, Allah’ın tarafında olanlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.” (Mücadele: 22)
Bu ayet-i kerimede “kalplerine iman yazılanlar” ifadesiyle güçlü iman sahiplerine dikkat çekilmektedir. Dost ve düşmanı birbirinden ayıracak bir kıstas ortaya koyan bu ayet-i kerime, gerçek manada Allah yanlılarını, Allah ve Rasulüne dost olanları da anlatmış olmaktadır.
Bu iman ölçüsünün hayatı baştan başa ihata etmesi gerektiği de anlaşılmaktadır. Ve bu halin müminler için kurtuluşa vesile olacağı da haber verilmektedir.
Ayet-i kerime hususiyle Bedir Savaşında birbirine yakın akraba olan kimselerin karşı saflarda savaşmasını anlatmaktadır. Zira Bedir’de baba evlada, evlat babaya, kardeş kardeşe, akraba akrabaya karşı bir saf tutmuş ve bu durum ilgili sahabilerin imanlarının kemalinin ispatı sayılmıştır.
Burada “kalplerine iman yazılanlar” diye vasfedilenler, Allah ve Rasulünü çok sevenler; kâfir ve müşriklere şiddetle buğzedenler ve İslam’ın galebesi için canlarını feda edenler olduklarına göre, buradan hareketle şu akâid ilkesi de ortaya çıkmaktadır:
“Allah için sevmek ve Allah için buğz etmek.”
Bu esasa uymamak, yani küfre ve şirke buğzetmemek, kişiyi yukarıda belirtildiği gibi sapkınlığa ve zulme sürükler. Ve bununla ilgili bir başka akâid ilkesi de şöyledir:
“Küfre rıza küfür, zulme rıza zulümdür.”
Bu esaslar tarih boyunca Peygamberlerin hayatında da görülmüş olup bunların bir kısmı Kuran’da haber verilmektedir. Mesela Hz. Nuh’a (a.s.) iman etmeyen oğlunun, Hz. Lut’a (a.s.) iman etmeyen hanımının durumları gibi.
Hakkı inkâr edenlerin dost edinilmemesini emreden, Mücadele Suresindeki ayetlere benzer şu ayetleri de mealen aktaralım:
“Ey müminler, eğer inkârı imana tercih ediyorlarsa, babalarınızı ve kardeşlerinizi dostlar edinmeyin. Sizden kim onları dost edinirse işte onlar zalimlerin ta kendileridir. De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz akrabalarınız, elde ettiğiniz mallar, durgunluğundan korktuğunuz ticaret ve hoşlandığınız evler, Allah’tan, peygamberinden ve Allah yolunda cihad etmekten sizin için daha fazla sevgili ise Allah’ın emri gelinceye kadar bekleyin. Allah, fasıklar güruhunu hidayete erdirmez.” (Tevbe: 23 - 24)
4- Bidat ve Dalalet Ehline de Sevgi Gösterilmez
Bidat ve dalalet ehline karşı takınılacak tutum da, Allah ve Rasulüne karşı çıkanların dost edinilmemesi konusu çerçevesinde ele alınmalıdır.
Öyle kimseler vardır ki, hevâlarını öne çıkarmak suretiyle hakikati saptırırlar. Bu manada Hz. Peygamberin (s.a.v.) haber verdiği veçhile Kuran’ı kendi reyiyle tefsire kalkışanlar, bidat ve dalalete sürüklenenler, hakkı arama peşinde olmayıp hevâ ve heveslerini öne çıkarmak suretiyle onu bir nevi mabud edinenler, dinde tahrifata yol açanlar da, kendilerine sevgi gösterilmemesi gereken taifelerdendir.
Bu hususa vurgu yapan ayet ve hadislerden örnekler verelim:
“… De ki: ‘Dosdoğru yol, Allah’ın gösterdiği İslâm yoludur.’ Eğer sana gelen ilimden sonra, onların hevâ ve heveslerine uyacak olursan, bilesin ki seni Allah’ın gazabından koruyacak ne bir dostun olur ne de bir yardımcın.” (Bakara: 120)
“… Doğrusu pek çok kimse, kesin bir bilgiye dayanmaksızın kendi temelsiz ve asılsız görüşleriyle insanları doğru yoldan saptırıyorlar. Şüphesiz Rabbin haddi aşanları çok iyi bilir.” (En’am: 119)
“Eğer hak onların arzularına uysaydı, gökler ile yer ve onlarda bulunanlar elbette bozulur giderdi. Hayır, biz onlara şereflerini (Kur’an’ı) getirdik. Onlar ise bu şereflerinden yüz çeviriyorlar.” (Mü’minûn: 71)
“Hayır! O zulmedenler, doğru bir bilgiye dayanmaksızın, nefsânî arzularının peşine takılıp gittiler. Allah’ın saptırdığını artık kim doğru yola getirebilir? Onları Allah’a karşı koruyacak hiçbir yardımcı da bulunmaz.” (Rum: 29)
“Nefsinin kötü arzularını kendine ilâh edinen kimseyi gördün mü? Allah onu bir bilgiye göre saptırmış, kulağını ve kalbini mühürlemiş, gözlerine de perde çekmiştir. Allah’tan sonra artık onu kim doğru yola getirebilir? Hiç düşünüp ibret almaz mısınız?” (Casiye: 23)
“Rabbinden gelen apaçık bir delile dayanarak hareket eden kimse, hiç kötü işleri kendisine süslü gösterilen ve nefsânî arzularının peşine düşmüş kimse gibi olur mu?” (Muhammed: 14)
Konuyla ilgili olarak ayrıca Bakara: 78, Rad: 37, Kehf: 28, Tâhâ: 16, Furkan 43, Kasas: 50 ve Casiye: 18. ayetlere de bakılabilir.
Kuran-ı Kerim’de bir ayet-i kerime daha var ki Allah’ın Kitabını tahrif edenlerin, manayı saptıranların feci akıbetlerini anlatmaktadır. Ayet mealen şöyledir:
“Allah’ın indirdiği Kitap’tan bir kısmını gizleyip onu az bir bedel ile değişenler (var ya); işte onlar karınlarına ateşten başka bir şey doldurmuyorlar. Kıyamet günü Allah, onlarla ne konuşacak, ne de onları arıtacaktır. Onlar için elem dolu bir azap vardır.” (Bakara: 174.)
Allah’ın Kitabında tahrifat yapanlar, ondaki mana ve muradı saptıranlar veya buna teşebbüs edenlerle ilgili hadis-i şerifler de pek çoktur.
Mesela İbn Ömer’den (r.a.) rivayet edilen bir hadis-i şerif şöyledir:
“Kim bir bid’at sahibinden Allah için buğzederek yüz çevirirse, Allah onun kalbini emniyetle ve imanla doldurur. Kim bir bid’at sahibini açıklarsa (veya inkâr ederse yahut yasaklarsa) Allah onu büyük korku gününde güvende kılar. Kim bir bid’at sahibine selam verirse yahut onu güler yüzle karşılarsa veya onu sevindirecek şekilde ona yönelirse (veya bid’at sahibine yumuşak davranıp ona ikramda bulunur ve güler yüzle karşılarsa yahut güler yüzle onu rahatlatırsa) Allah’ın Muhammed’e (s.a.v.) indirdiğini hafife almış olur.” [1]
Hz. Aişe (r.anhâ) ise Peygamberimizin (s.a.v.) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
“Kim bir bid’at sahibine saygı gösterirse İslam’ın yıkılmasına yardım etmiş olur.” [2]
Tam da burada şu hadis-i şerifi de hatırlamak gerekir:
“Kişi sevdiği ile beraberdir.” [3]
5- Çoluk Çocuk ve Mal Sevgisi Kişiyi Haktan Alıkoymamalıdır
Hakla batıl arasındaki çizgiyi muhafaza etmek ve hak tarafında sabit-i kadem kalarak istikameti korumak adına, bilhassa aile hayatında dikkat edilmesi gereken hususları haber veren bazı ayetler de mealen şöyledir:
“Ey iman edenler! Eşlerinizden ve çocuklarınızdan da size düşman olanlar vardır, onlardan sakının.” (Teğabün: 14)
“Mallarınız ve çocuklarınız sizin için ancak bir imtihandır; büyük mükâfat ise Allah’ın katındadır.” (Teğabün: 15)
“Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun. O ateşin başında gayet katı, çetin, Allah’ın kendilerine verdiği emirlere karşı gelmeyen ve kendilerine emredilen şeyi yapan melekler vardır.” (Tahrim: 6)
“… Bunlar Allah'ın hudududur. O hâlde kim Allah’ın hududunu aşarsa, artık şüphesiz kendine zulmetmiş olur…” (Talak: 1)
“İşte bu, Allah’ın size indirdiği emridir. Kim Allah’a karşı gelmekten sakınırsa, Allah onun kötülüklerini örter ve onun mükâfatını büyütür.” (Talak: 5)
“Allah ve Rasûlü bir iş hakkında hüküm verdikleri zaman, hiçbir mü’min erkek ve hiçbir mü’min kadın için kendi işleri konusunda tercih kullanma hakları yoktur. Kim Allah’a ve Rasûlüne karşı gelirse, şüphesiz ki o apaçık bir şekilde sapmıştır.” (Ahzab: 36)
Bütün bu ölçüler ışığında samimi bir müminin dinini dava edinmesi ve safını imanı istikametinde Allah ve Rasulünden yana belirlemesi gerektiği anlaşılıyor. Bu hususta örneğimiz Rasulüllahtır ve O, müşriklerin tehdidiyle kendisine davasından vazgeçmesini teklif eden amcası Ebu Talibe şöyle cevap vermiştir:
“Ey amca! Şunu bilesin ki, Güneş’i sağ elime, Ay’ı da sol elime verseler, ben yine bu dinden, bu tebliğden vazgeçmem. Ya Allah, bu dini hâkim kılar yahut ben bu uğurda canımı veririm!”
Hayatımıza ve tercihlerimize yön veren en önde gelen ilkelerden biri olması dileğiyle son bir hadis-i şerifle yazımızı noktalayalım:
Enes b. Mâlik’in (r.a.) rivayet ettiğine göre Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“Üç özellik vardır; bunlar kimde bulunursa o, imanın tadını tadar:
Allah ve Rasûlünü, (bu ikisinden başka) herkesten fazla sevmek.
Sevdiğini Allah için sevmek.
Allah kendisini küfür bataklığından kurtardıktan sonra tekrar küfre dönmeyi, ateşe atılmak gibi çirkin ve tehlikeli görmek.” [4]
Not: Kıymetli okuyucularımıza, hakla batıl arasındaki çizginin buharlaştırılmaya çalışıldığı günümüzde, bu çizgiyi aile hayatından sosyal hayata ve devletlerarası ilişkilere kadar her sahada muhafaza etmenin hayatî önemine işaret eden ayet ve hadislerden oluşan bu yazımızı dikkatle okumalarını, okutmalarını ve arşivlerine alıp ihtiyaç hâsıl oldukça tekrar tekrar müracaat etmelerini tavsiye ederiz.
[1] Ebû Nuaym Hilyetu'l-Evliyâ 8 / 199, 200; Deylemi 5779.
[2] Taberânî Evsat 7 / 35.
[3] Buhârî, Edeb, 96; Müslîm, Birr, 165.
[4] Buhârî, Îmân 9, 14, İkrah 1, Edeb 42; Müslim, Îmân 67.