Araf... Sıkışmışlık... Kendinizi hiç Arafta kalmış gibi hissettiniz mi? Ne ileriye ne de geriye gidebilmek... Ne geçmişe ne de bu çağa ayak uydurabilmek...

Dinimizde Araf, iyiler yada kötüler sınıfına sokulamayan, inançlı günahkarların veya günahları ve sevapları eşit olanların gideceği geçici arınma yeri olarak bilinir. Geçici bir süre! Yani, henüz nereye gideceğine karar verilmemiştir! Günümüzde yaşadığımız ruhsal sıkışıklık ve bunalım... Maddi ve manevi buhranlar... Hadsizlikler, bilinçsiz davranışlar...

Keşke Çuvaldızı başkasına batırmadan önce iğneyi kendimize batırsak ne güzel olurdu. Acaba dürüstlük ve doğruluk sadece sosyal medyadaki afilli sözlerde mi kaldı. Beğeni attın ve senden iyisi yok. Öyle mi?

Hiç dikkat ettiniz mi dizi ya da filmlerde kötü karakterlerin neden daha çok sevildiğini? Ki, bu konu her zaman dikkatimi çekmiştir. Zaman zaman film muhabbeti yaparken söyleriz. Bu karakter böyle yaptı ama ona da küçükken şöyle yapmışlar gibi. Çok ilginçtir ki bu konuyla ilgili çeşitli araştırmalar yapılmış ve bu ilginin nedenleri arasında kötü karakterlerin karmaşık ve derinlemesine işlenmiş olmaları, izleyicilerin karakteri kendi karanlık yönleriyle empati kurarak bağlayıcı hissetmesi ve bu karakterlerin çekici veya karizmatik bir şekilde sunulması yer almaktadır.

Michigan Üniversitesi'nde yürütülen bir araştırmada, insanların kötü karakterlerindeki dışa yansıyan davranışları ile içlerindeki gerçek kişilikleri arasında bir uyuşmazlık olduğunu düşündüklerini ortaya koymuştur. Bu durum, izleyicilerin kötü karakterlerin özünde iyi olabileceğine inanmasına ve onlara karşı sempati geliştirmesine yol açmaktadır. Ayrıca bazı araştırmalarda ve özellikle de gençlerde, şiddetin normalleşmesine yol açtığını öne sürmektedir.

Artık, insanların bir sonraki hamlede ne yapacağını, ne söyleyeceğini çözmek için sosyal medyada ya da gerçek hayatta Piskolog ve yaşam koçlarının eline bakıyoruz. Manipülasyonun bin bir çeşidini anlamak için stratejiler geliştiriyoruz. Böyle davranıyorsa şöyle anlamalısın, iyilik yapıyorsa altından başka birşey çıkabilir gibi analizler. Ve hatta trajikomiktir ki, bilimsel olarak kanıtlanmadığı halde ve dünyada sadece oniki tip insan varmış gibi psikolog edasıyla burçlardan ilham alarak ayaküstü kişilik analizi yapıyoruz. Doğruluğu yada yanlışlığı tartışılır elbet. Fakat, fazla mı safız, hemen inanıyoruz? Yoksa birilerinin sözlerine sorgusuz - sualsiz inanma ihtiyacı mı hissediyoruz? Siz ne düşünürsünüz bilmem ama ben inanma ihtiyacından kaynaklanan bir hadsizlik olduğunu düşünüyorum. Hadsizlik evet. Sarfettiğimiz sözlerde çok cesur, başkalarının özel alanına izinsiz girmeye fazla cesaretliyiz. Fakat sıra kendimize geldiğinde bir küheylan gibi savunma yapıyoruz. 

Kim bilir, belki de, gerçek hayatta gücümüzün yetmediği adaleti kötü bir karakterin intikamında buluyoruz. Peki, siz ne düşünüyorsunuz?