Akar, milletvekili dokunulmazlığına yönelik olası değişikliklere de dikkat çekiyor. Bakan Hakan Fidan’ın son açıklamaları da, Avrupa’nın güvenliği konusunda ABD ile yaşanan gerilimlerin Türkiye’nin stratejik rolüne nasıl etki ettiğini ortaya koyuyor. Bugün, bu önemli gelişmeleri ve olası sonuçlarını daha derinlemesine inceleyeceğiz.
Ahmet Özer Davası ve Türkiye Siyasetine Etkileri
PKK/KCK silahlı terör örgütü üyeliği suçlamasıyla hakkında 15 yıla kadar hapis cezası talep edilen Ahmet Özer’in iddianamesi kabul edildi. Önümüzdeki günlerde İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nde hâkim karşısına çıkacak. Bu dava, hem yerel siyaset hem de Türkiye’nin terörle mücadele süreci açısından büyük bir önem taşıyor.
Siyasette Koruma Kalkanı Kalkıyor mu?
Bu davayla birlikte, suç işlediği iddia edilen kişilerin siyasette korunma altına alınması sürecinin sona erdiğini söyleyen Akar, “Şu an için bu durum daha çok belediye başkanlıkları üzerinden ilerliyor. Daha önce HDP ya da DEM Parti’de yer alan isimlere yönelik devletin operasyonlar yaptığı biliniyordu. Ancak bu isimler CHP çatısı altına girdiğinde, bir dokunulmazlık algısı oluşmuştu” ifadelerini kullandı.
“Bu süreç yalnızca terörle bağlantılı kişileri değil, siyasileri de etkiliyor”
Ahmet Özer ve benzeri vakalar, PKK’nın CHP’nin bu koruma kalkanına sığındığını ve kendi adamlarını “ulusallaşan siyaset” adı altında CHP’de güvenceye aldığını gösterdiğini belirten Akar, “Ancak devletin tavizsiz terörle mücadele politikası, artık parti ayrımı gözetmeksizin devam ediyor. Hangi siyasi partiye mensup olursa olsun, terör örgütleriyle bağlantılı olan herkesin cezasını çekeceği netleşti. Bu süreç yalnızca terörle bağlantılı kişileri değil, yolsuzluk gibi suçlara bulaşan siyasileri de etkiliyor. Siyasi teröre ya da yolsuzluğa bulaşmış kişilerin koruma kalkanı kırılmış durumda” şeklinde konuştu.
Milletvekili Dokunulmazlığına Yeni Düzenlemeler Gelebilir mi?
Akar, bu sürecin bir sonraki adımı olarak, milletvekili dokunulmazlığına yönelik yeni düzenlemelerin gündeme gelebileceğini belirtti. Anayasa’nın 83. maddesi kapsamında, terörle iltisaklı milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılması için Meclis onayı gerekmeksizin doğrudan soruşturma açılabilmesi gibi değişiklikler yapılabileceğinden bahseden Akar, “Belediye başkanları için uygulanan süreç, milletvekilleri için de geçerli hale gelebilir. Eğer böyle bir düzenleme gelirse, bu, Türkiye’nin terörle mücadelesinde siyaset kalkanını tamamen ortadan kaldıracak önemli bir adım olacaktır” dedi.
“Ceza alması ve hapse girmesi kuvvetle muhtemel”
Ahmet Özer konusunun, CHP için başlangıçta bir siyasi şov alanı olduğunu söyleyen Akar, “Ancak süreç ilerledikçe, bu stratejinin ters teptiği ve parti için büyük bir sıkıntıya dönüştüğü görülüyor. Devlet, terörle mücadelede geri adım atmıyor. İddianameye bakıldığında, iletişim kayıtları, yazışmalar ve görüşmeler delil olarak sunulmuş durumda. Bu nedenle, Özer’in ceza alması ve hapse girmesi kuvvetle muhtemel” ifadelerini kullandı.
“Bu dava uyarı niteliğinde olacak”
Bu davanın, CHP’nin gelecekte seçeceği belediye başkanları, milletvekilleri ve diğer siyasetçiler için bir uyarı niteliğinde olacağının altını çizen Akar, “Daha önce, “Bu kişinin adli sicil kaydı temiz” diyerek savunma yapılıyordu. Ancak soruşturma aşamasındaki dosyalar adli sicil kaydına yansımadığı için, suça bulaşmış isimler aday gösterilebiliyordu. Ahmet Özer vakasında da benzer bir durum yaşandı” şeklinde konuştu.
CHP ve HDP’nin Stratejik Değişimi
CHP ve HDP’nin stratejik değişimine ilişkin açıklamalarda bulunan Akar,“Van Büyükşehir Belediye Başkanı Abdullah Zeydan ve Ahmet Türk gibi isimlerde de benzer süreçler yaşandı. Ancak artık devletin, CHP’ye de dokunabileceği ortaya çıktı. Bu da CHP ve HDP’nin siyasi stratejilerini gözden geçirmesine yol açacaktır” ifadelerini kullandı.
“HDP’nin daha dikkatli adaylar seçmesine yol açabilir”
Akar, “Özellikle HDP açısından bakıldığında, “Madem Türkiye’de siyaset yapacağız, o zaman daha temiz adaylarla yola çıkalım” şeklinde bir yaklaşım benimsenebilir. Bu süreç, HDP’nin Kürt seçmeni temsil etme noktasında daha dikkatli adaylar belirlemesine yol açabilir” diye belirtti.
Akar Sonuç olarak, Ahmet Özer davası, Türkiye’de siyasetin terörden arındırılması sürecinde kritik bir dönüm noktası olabileceğini ve Terörle bağlantılı isimlerin korunma kalkanı ortadan kalktıkça, siyasi partilerin aday belirleme süreçleri daha titiz hale geleceğini ekledi.
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın yürüttüğü bu soruşturma ve dava açma kararından bahseden Akar, Türkiye’de yargı bağımsızlığı açısından önemli bir mesaj taşıdığını söyledi. Daha önce sistem belirli grupların kontrolünde olduğu için ne yaparlarsa yapsınlar herhangi bir hukuki karşılık görmediklerini söyleyen Akar,”Ancak bugün millet, devleti bu yapıların elinden aldı ve devlet de doğal olarak reflekslerini daha cesur şekilde göstermeye başladı. Bu, yargının bağımsız hareket edebildiğini gösteren önemli bir işaret” şeklinde konuştu.
“Güç, zulme dönüştüğünde bu da doğru bir yaklaşım olmaz”
Akar, “Bununla birlikte, yargı bağımsızlığını işletmeye çalışanların da keyfi uygulamalardan kaçınması gerekiyor. Devlete verilen güç ve yetki, adaletin sağlanması için kullanılmalı, aksi halde devletin itibarı ve güvenilirliği zarar görebilir. Güç, zulme dönüştüğünde bu da doğru bir yaklaşım olmaz” dedi.
“Ekonomik çalkantı yaşanmadı”
Soruşturmanın iş dünyasında tartışmalara yol açması ve Türkiye’nin ekonomik istikrarı üzerindeki olası etkilerinin, büyük ölçüde süreç içerisinde yürütülecek algı operasyonlarına bağlı olarak değişebileceğini söyleyen Akar, “Ancak Türkiye’deki siyasi istikrar devam ettiği sürece ekonomiye büyük bir etkisi olacağını düşünmek zor. Özellikle Cumhurbaşkanı’nın yurt dışı ziyaretlerinde yaptığı yatırım anlaşmaları, Türkiye’nin sadece Batı’nın ekonomik sistemine bağımlı olmadığını gösteriyor. Devlet güçlü ve itibarlı bir duruş sergilediğinde, bu tür soruşturmalar ekonomiyi olumsuz etkilemez. Son yaşananlar da bunu kanıtladı; herhangi bir ekonomik çalkantı yaşanmadı. Bundan sonra da yatırımların gelmeye devam edeceğini söylemek mümkün. Çünkü küresel yatırımcılar artık daha çok siyasi istikrara ve liderin gücüne bakıyor” şeklinde konuştu.
“Mesele İmamoğlu’nun aldığı diploma değil, o diplomayı alırken yaptığı usulsüzlüktür”
Ekrem İmamoğlu’nun diploma soruşturması da kamuoyunun gündeminde önemli bir yer tutuyor. Bu soruşturmada asıl tartışılması gerekenin, diplomanın kendisi olmadığını, bu diplomaya ulaşırken izlenen usulsüz yol olduğunu söyleyen Akar, “Nasıl ki kara para aklama suçlarında paranın kendisi değil, elde edilme yöntemi sorgulanıyorsa, burada da mesele İmamoğlu’nun aldığı diploma değil, o diplomayı alırken yaptığı usulsüzlüktür” ifadelerini kullandı.
“İmamoğlu bu süreci bilmeden yürütmedi”
Üniversiteler arası geçiş sürecini herkes araştırıp kendi çabasıyla yönetirken, İmamoğlu’nun bu süreci bilmeden veya rastgele ilerlettiğini düşünmenin hayatın olağan akışına aykırı olduğunu belirten Akar, “ Bu yüzden savunmasının çok da bir ehemmiyeti yok. Somut deliller ortada dururken, popülist söylemlerle bir politika oluşturmak doğru bir savunma yöntemi olamaz” dedi.
“Algı ve yalan üzerine inşa edilmiş bir siyasi hayat”
Akar, İstanbul halkı açısından bakıldığında, bu süreç çok büyük bir etki yaratmayacağını belirterek “Halk, Ekrem İmamoğlu’nun nasıl bir siyasetçi olduğunu artık net bir şekilde biliyor” dedi ve “Algı ve yalan üzerine inşa edilmiş bir siyasi hayat söz konusu olduğu için bu durum kimseyi şaşırtmadı” diye ekledi. Zaten birçok kişi, bu tür bir sahtekarlığın kendisi tarafından yapılmış olabileceğini düşündüğünü savunan Akar,” Bu yüzden siyasi itibarı da büyük ölçüde sarsılmış durumda. Bundan sonra Ekrem İmamoğlu’nun siyasette güçlü bir gelecek inşa edebilmesi oldukça zor görünüyor” ifadesini kullandı.
“Avrupa’ya ve özellikle ABD’ye yönelik önemli bir mesaj içeriyor”
Son olarak Dışişleri Bakan’ı Hakan Fidan’nın “Cin şişeden çıktı, geri konulamaz” ifadesi üzerine açıklamalarda bulunan Akar, “Avrupa’ya ve özellikle ABD’ye yönelik önemli bir mesaj içeriyor. Bu açıklamanın, Avrupa Birliği’nin (AB) savunma politikaları ve NATO’nun rolü çerçevesinde değerlendirildiğinde, Avrupa’nın kendi güvenliğini sağlama noktasında bağımsız hareket etmek zorunda kaldığını vurguladığını söyleyebiliriz” ifadelerini kullandı.
“NATO giderek siyasi bir örgüte dönüştü”
Yıllardır Avrupa Birliği içinde bir askeri iş birliği anlaşması bulunmasına rağmen, ABD’nin NATO üzerinden bu sürecin ilerlemesine izin vermediğinin bilindiğinden bahseden Akar, “Amerika, Avrupa’nın sanayisini ve milli savunma üretimini geliştirmesine engel olurken, aynı zamanda Avrupa’nın askerî ve ekonomik gücünü kendi çıkarları doğrultusunda kullandı. Ancak Brexit sonrası süreç ve NATO’nun giderek daha çok siyasi bir örgüte dönüşmesi, Avrupa’nın kendi güvenliğini sağlamak zorunda olduğunu ortaya koydu” şeklinde konuştu.
“Avrupa, ABD’nin ‘satışa getirdiğini’ fark etti”
Akar, “Bu noktada Trump’ın Ukrayna’ya olan desteği keseceğini açıklaması, Avrupa’nın ABD’ye olan güveninin sarsılmasına neden oldu. Avrupa, ABD’nin Ukrayna konusunda kendisini yalnız bıraktığını ve bir nevi “satışa getirdiğini” fark etti. Bu durum, tarihteki Süveyş Krizi’ne benzetilebilir. O dönemde İngiltere ve Fransa, Süveyş Kanalı’nı ele geçirmek için ABD’ye güvenmiş ancak Washington buna izin vermemişti. Tarihin en büyük diplomatik “satışlarından” biri olarak değerlendirilen bu olayın benzeri, günümüzde ABD’nin Ukrayna konusunda Avrupa’yı yalnız bırakmasıyla yaşanıyor” ifadelerini kullandı.
“Avrupa’nın savunma alanında bağımsızlaşması kolay bir süreç değil”
Avrupa’nın savunma alanında bağımsızlaşması kolay bir süreç olmadığını ve daha önce de benzer girişimler olduğunu, ancak bunların çeşitli müdahalelerle engellendiğinden bahseden Akar, “Örneğin, Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un Avrupa Birliği’nin askeri güvenlik anlaşmasını hayata geçirme girişiminin ardından Fransa’da büyük sokak olayları patlak verdi. Sarı Yelekliler hareketiyle birlikte, bir Cezayirli sokak satıcısının polis tarafından öldürülmesi bahanesiyle ayaklanmalar başladı. Ancak bu olayların asıl sebebinin Macron’un Avrupa’nın askeri bağımsızlığını sağlama yönündeki çıkışı olduğu iddia ediliyor” gibi örneklerde bulundu.
“Türkiye’nin bu süreçte nasıl bir pozisyon alacağı da önemli”
Akar son olarak, “Türkiye’nin bu süreçte nasıl bir pozisyon alacağı da önemli. Daha önce, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne siyasi olarak tam üye olamayabileceği ancak askeri kanadında önemli bir rol oynayabileceği yönünde değerlendirmeler yapılmıştı. Bugün gelinen noktada, Bakan Fidan’ın açıklamaları bu senaryonun gerçekleşmekte olduğunu gösteriyor. Avrupa’nın kendi güvenliğini sağlamak için attığı adımlar artık geri döndürülemez bir sürece girdi ve ABD’nin Ukrayna meselesinde Avrupa’yı yalnız bırakması, bu süreci hızlandırdı” diyerek sözlerini noktaladı.