“MHP’nin verdiği destek sadece mevcut Anayasa’ya başkanlık sistemini ekleyecek değişiklikler için kullanılırsa,

“MHP’nin verdiği destek sadece mevcut Anayasa’ya başkanlık sistemini ekleyecek değişiklikler için kullanılırsa, maalesef önemli bir fırsat kaçırılmış olacak. Gerçekte Türkiye’nin ihtiyacı yeni bir Anayasa’dır.”

Bu ifadeler, Ak Parti iktidarının ilk döneminde Başbakanlık Müsteşarı sıfatıyla kamuda yeniden yapılanmanın mimarı olan Prof. Dr. Ömer Dinçer’e ait.

Bir dönem Milli Eğitim ve Çalışma, Sosyal Güvenlik Bakanlıkları da yapan Dinçer Habertürk’teki yazısında şöyle devam ediyor:

“İdeolojisi olmayan, insan hak ve özgürlüklerini esas alan ve sivil iradeyi güçlendiren bir Anayasa’ya acilen ihtiyaç var. Narcis Serra’nın verdiği bilgiye göre ‘1974 ile 1999 tarihleri arasında 85 otoriter rejim çöktü, bunlardan sadece 30’u istikrarlı demokrasiler olarak yollarına devam ediyor; 34’ünde yeni otoriter rejim kuruldu ve geri kalan 21’i ise sahte demokrasilerden ya da savaş lordlarının eline düşen ülkelerden oluşuyor.’ Uzun zamandan beri demokrasi mücadelesi veren Türkiye, AK Parti iktidarlarında oldukça önemli gelişmelere imza attı. Ancak vesayeti tam anlamıyla ortadan kaldıracak ve demokratik istikrarı sağlayacak bir Anayasa’yı yapmadığı müddetçe 15 Temmuz gibi birçok müdahaleye maruz kalmaya devam eder. Demokrasiyi genişletmek ve derinleştirmek yetmiyor, aynı zamanda pekiştirmek (konsolide etmek) de gerekiyor.”

Bu sözleri Türkiye’nin demokratikleşme yönünde gerçekleştirilen birçok yapısal reformda imzası olan bir kişi söylüyorsa ciddiye almak gerek.

Aslında Ak Parti, baştan beri Ömer Dinçer’in de belirttiği gibi Anayasa’da sınırlı değişiklik yerine yeni bir Anayasa’dan yanaydı. Geçen yasama döneminde de (24. dönem) bu yasama döneminde de (26. Dönem) bu yönde adımlar atıldı, komisyonlar kuruldu. Birçok madde üzerinde mutabakat da sağlandı. Ancak tam bir metin üzerinde mutabakata varmak mümkün olmadı. B yasama döneminde oluşturulan Anayasa Mutabakat Komisyonu verimli bir çalışma sergileyemedi. Konjonktür de buna izin vermedi. Uzlaşılan maddelerde bile ihtilaf doğmaya başladı. 15 Temmuz araya girince Başkanlık sistemi rafa kaldırılıyordu ki, MHP’nin sürpriz teklifi gündemi bir anda değiştirdi ve sınırlı Anayasa değişiklik teklifi hazırlandı.

Hazır MHP desteği varken, “yama” yerine 1982 Anayasasını kökten değiştirecek “Yeni Anayasa” yapılamaz mıydı?

Üstelik, uygulama için 2019’a kadar da zaman varken…

***

Ak Parti’nin köklü bir değişiklik yerine sınırlı değişiklikten yana olması iki gerekçeye bağlanıyor.

Biri MHP’nin tam bir mutabakat sağlanmadan yeni bir Anayasa teklifine sıcak bakmaması; diğeri, yeni anayasa konusunda ikna edilse bile daha uzun süre alacak köklü Anayasa değişikliği sürecinde Başkanlık (Cumhurbaşkanlığı) sistemi konusunda bugün var olan MHP desteğinin zaman içinde azalma ihtimali.

Siyasette zaman kavramının ne kadar önemli olduğu, bazen bir haftanın bile çok uzun süre olarak görüldüğü göz önünde tutulursa bu riskin göze alınmaması anlayışla karşılanabilir.

Ancak Türkiye’nin ihtiyacı, demokratik, çağdaş, kalkınmacı, kısa, öz yeni bir Anayasadır.

***

MHP’nin teklifi ile değişiklik teklifinde idamın yeniden getirilmesinin demokratikleşme yönündeki adımları olumsuz etkileyeceği, AB ile ilişkilerin kesilmesine yol açabileceği yorumları da var malum. Başta eski MHP’li Tuğrul Türkeş gibi Ak Parti içinde böyle düşünenlerin sayısı küçümsenemeyecek sayıda.

Bunu zaten Avrupa Birliğinden kopmak için bir bahane gibi görenler de var. “İdam cezasını getirildi diye AB ilişkileri keser, böylece sürece son veren taraf biz değil AB olur” şeklinde bir yaklaşımdan söz ediliyor.

Oysa hatırlayınız, 31 Temmuz 1959'da o dönemki adıyla Avrupa Ekonomik Topluluğuna ortaklık başvurusunda bulunarak Menderes’in ifadesiyle Türkiye'nin Avrupa'ya ilk adımı atmasından bu yana üyelik yolunda en ciddi çalışmalar Ak Parti iktidarları döneminde gerçekleştirilmişti. Türkiye, 3 Ekim 2005 tarihinde Lüksemburg'da yapılan Hükümetlerarası Konferans ile resmen AB'ye katılım müzakerelerine başlamış, bugüne kadar 16 fasıl açılmıştı.

Ak Parti AB ile ilişkilere baştan beri üyelik boyutundan ziyade, demokratik atılımlar için fırsat perspektifinde yaklaşıyordu.

AB kriterleri, Türkiye’nin demokratikleşmesini sağlamak için benimseniyor ve yansıtılmaya çalışılıyordu.

Şimdi ise AB’ye karşı “Artık sana ihtiyacım kalmadı” havası var.

Anayasa değişikliği, sadece Türkiye’nin siyasi sistemini değiştirmekle kalmayacak, aynı zamanda uluslararası ilişkilerini, AB ve NATO üyeliklerini de etkileyecek gibi.

AB ve NATO’nun darbecilere sahip çıkan tutumundan sonra ilişkilerin yeniden olumlu sürece girmesi oldukça zor görünüyor.

Haydi hayırlısı.