Rabbimiz Kuranında; “Ey Âdem oğulları, ben size and vermedim mi ki: Şeytana kulluk etmeyin, çünkü o, sizin için apaçık bir düşmandır;” (Yasin, 60) “Gerçek şu ki, şeytan sizin düşmanınızdır, öyleyse siz de onu düşman edinin. O, kendi grubunu, ancak çılgınca yanan ateşin halkından olmağa çağırır.” (Fatır, 6) “Ey iman edenler, hepiniz topluca barış ve güvenliğe (Silm'e, İslam'a) girin ve şeytanın adımlarını izlemeyin. Çünkü o, size apaçık bir düşmandır.” (Bakara, 208) buyurarak şeytanın bizlerin apaçık düşmanı olduğunu bildirmiştir. Gayesi ise düşmanı olduğu insanları çılgınca yanan ateşin halkından olmasını sağlamaktır. Bunun için ilk günden beridir durmaksızın gece gündüz çalışmaktadır. Kişinin şeytanın bu çalışmasından kendini muaf görmesi gaflettir. Peygamber efendimize (sav) sorulan bir soru üzerine: “Her insanın yanında bir şeytan vardır” buyurmuş, “Seninle de mi ey Allah'ın elçisi?” diye sorulduğunda, “Evet, fakat Rabbim ona karşı bana yardım etti de, o da bana teslim oldu” cevabını vermiştir (Müslim, Münâfikûn, 11; Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI, 115). Görüldüğü gibi her insanın yanında bir şeytan bulunarak vesveseleriyle o kişiyi yoldan çıkarmaya çalışır. Bu durumdan alim olsun, cahil olsun, mürşid olsun murid olsun fark etmez kimse beri değildir. Yeryüzünde sadece aleyhi salatu vesselam efendimize bir lütuf olarak şeytanı teslim edilmiş yani Müslüman olmuştur. Bunun dışında her insan şeytan âleyhilâneden Allah’a sığınmalıdır. Rabbimiz: “Şeytan seni dürtecek olursa Allah'a sığın, doğrusu O işitir ve bilir. Allah'a karşı gelmekten sakınanlar, şeytan tarafından bir vesveseye uğrayınca, Allah'ı anarlar ve hemen gerçeği görürler” (Araf, 200-201), “Kur'ân okuyacağın zaman, kovulmuş şeytandan Allah'a sığın. Doğrusu şeytanın, inananlar ve yalnız Rablerine güvenenler üzerinde bir nüfûzu yoktur. Onun nüfûzu sadece, onu dost edinenler ve Allah'a ortak koşanlar üzerindedir” (Nahl, 98-100) buyurarak bizleri şeytandan Kendisine (c.c) sığınmamızı emretmiş ve şeytanın, hâlis kullarına tesir edemeyeceğini bildirmiştir. Nitekim şu ayetlerde de bu konu açıkça belirtilmiştir: “Şüphesiz kullarım üzerinde senin bir hakimiyetin yoktur. Ancak azgınlardan sana uyanlar müstesna.” (Hicr, 42) “Şurası muhakkak ki, benim (ihlâslı) kullarım üzerinde senin hiçbir ağırlığın olmayacaktır. (Onları) koruyucu olarak Rabbin yeter.” (İsra, 65) Şu ayette de: “İblis: Senin mutlak kudretine andolsun ki, onların hepsini mutlaka azdıracağım. ‘Ancak onlardan ihlâslı kulların hariç’ dedi.” (Sad, 82-83) buyrularak şeytanın Allah’ın samimi yani hâlis/ihlaslı kullarına bir tesirinin olamayacağını bizzat kendisi yani şeytanın itiraf ettiği belirtilmektedir.
Şeytanın etkisi vesvese iledir. Bunu kısaca yap yapma şeklinde anlayabiliriz. Kötü bir iş olduğunda onu yapmayı, salih bir iş olduğunda ise yapmamayı telkin eder. Bunun dışında kullar üzerinde bir etkisi yoktur. Bu gerçek: “Halbuki şeytanın onlar üzerinde hiçbir nüfuzu yoktu. Ancak ahirete inananı, şüphe içinde kalandan ayırdedip bilelim diye (ona bu fırsatı verdik). Rabbin gerçekten her şeyi koruyandır” (Sebe, 21) ayetiyle belirtilmektedir.
Şeytanın herhangi bir kimseyi sapıklığa sürüklemek için elinde hiç bir imkan yoktur. O, ancak vesvese verir ve bir şeyi güzel gösterir o kadar. Ayeti kerimede bu durum şöyle belirtilir: “İş hükme bağlanıp-bitince, şeytan der ki; “Doğrusu, Allah, size gerçek olan vaadi, vaat etti, ben de size vaatte bulundum, fakat size yalan söyledim. Benim size karşı zorlayıcı bir gücüm yoktu, yalnızca sizi çağırdım, siz de bana icabet ettiniz. Öyleyse beni kınamayın, siz kendinizi kınayın. Ben sizi kurtaracak değilim, siz de beni kurtaracak değilsiniz. Doğrusu daha önce beni ortak koşmanızı da tanımamıştım. Gerçek şu ki, zalimlere acı bir azab vardır.” (İbrahim, 22)
Şeytan, asıl ismi Azazil olan, cin taifesinden, Allah’a çok ibadet etmesi sebebiyle meleklerin komutanı seviyesine yükseltilen bir kuldur. Şeytan, Allah’a iman etmekte, cenneti, cehennemi bilmektedir. Onu, yani şeytanı huzurdan kovdurtan sebep kibir ve hasedidir. Yoksa Allah’ı inkar etmesi değildir. Irkçılık yaparak kendi ırkının daha üstün olduğunu iddia edip kibri ve hasedi sebebiyle Allah’ın imtihanını anlayamamış ve Allah’ın emrine isyan etmiştir. Orada onu rahmeti Rahmandan kovdurtan sebep Âdem’e secde etmemesi değil kibri ve hasedi sebebiyle Allah’ın emrine itaatsizliği yani isyanıdır. Bu sebepledir ki şeytan Âdem ve çocuklarının en azılı düşmanıdır. Onları dünyada rezil rüsva; ahirette de cehennemin en alt tabakasında görmedikçe ciğeri soğumaz. Şeytan insanoğluna o kadar düşmandır ki insanın günah işlemesi için tüm gayretini sarf eder. Bunda başarılı olamazsa yani sevab kaçınılmaz olduğunda bu defa da en az sevab alınmasının mücadelesine girişir. Örneğin kişi üzerine farz olmayan nafile bir ibadet yapar. Farz ibadetlerin riyası olmaz. Yani kişinin kalkıp verdiği zekat sebebiyle gurura kapılması anlamsızdır. Bu farz olan bir ibadettir. Zaten verilmezse kişi için bu tehlikelidir. Lakin sadaka böyle değil. Sağ elin verdiğinden sol elin haberi olmayacak gizlilikte olması en güzelidir. Ya da kişi bugün sabah namazını camide cemaatle kıldım demesi bizim açımızdan bir anlam ifade etmez. Müslümansın sonuçta, mecburen kılmak zorundasın. Kılmasan senin için tehlikelidir. Bunun gururlanması olmaz. Ancak teheccüd namazı böyle değil. Kılarsın ve gizli tutarsın. Ancak, bu akşam da uykusuz kaldık yahu. Neden diye sorulduğunda –ki gaye sorulmasını istemektir- işte şu kadar rekat teheccüd kıldık o yüzden dersen 100 alacağın sevabı 1’lere kadar düşürürsün. Bu da şeytanın istediği şeydir.
Evet, şeytanın bu yönde çabalarını anlatmaya bu satırlarımız yetmez. Bu konuda Ebul Farec İbnul Cevzi’nin “Teblisu İblis” yani “Şeytanın Ayartması” adlı eserini okumanızı şiddetle tavsiye ederim.
Şimdi asıl konumuza geçebiliriz. Şeytanın hem insanlara telkin ettiği ve kendisinin de sevdiği bazı sözler vardır. Bunlar; Bir defayla bir şey olmaz, daha genciz hele büyüyelim, Allah (c.c) kalp temizliğine bakar, Allah (c.c.) ile kul arasına girilmez, emekli olduktan sonra yaparım, zaman size değil siz zamana uyun, bir şey olmaz Allah (c.c) affeder, bu kadar günahtan sonra biraz zor affedilirsin, fazla düşünme kafayı yersin, cehennemde bir süre yandıktan sonra cennete girmeyecek miyiz korkma devam et, biz büyüklerimizden böyle gördük, aman ha dikkat beyninizi yıkamasınlar… Bunlar ve bunlara benzer sözlerdir. Bunları arttırmak mümkündür. Ancak özellikle günümüzde söylenen bir söz de var ki bu söz de şeytanın en sevdiği sözler arasındadır. Bu söz ise; “Sen zaten günahkarsın, kendin yapmıyorsun ne diye insanlara öğüt veriyorsun” sözüdür.
Hiç şüphesiz İsmet sıfatı sadece peygamberlere hastır. Yani günahsız olma durumu. Bunun dışında her insan hata, kusur ve günah işleyebilir. Ve her insanın günahı vardır. Peygamber efendimiz (sav): “Bütün Âdemoğulları günahkârdır, günahkârların en hayırlıları ise tövbe edenlerdir.” (İbn Mâce, Zühd, 30) buyurarak bu durumu bildirmiştir. “Eğer siz günah işlemeseydiniz, Allah sizi helak eder ve yerinize, günah işleyip, peşinden tövbe eden kullar yaratırdı.” (Müslim, Tevbe, 9-11) “Günahtan tam dönen ve tövbe eden, o günahı hiç işlememiş gibidir.” (İbn Mace, Zühd 30) “Ey müminler! Hepiniz toptan Allah’a tövbe ediniz ki, felaha edesiniz.” (Nur, 24/31) “De ki: “Ey çok günah işleyerek kendi öz canlarına kötülük etmede ileri giden kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyiniz. Allah dilerse bütün günahları mağfiret eder. Çünkü O, çok affedicidir, merhamet ve ihsanı fazladır.” (Zümer, 53) “Hiç şüphesiz Allah hem çok tevbe edenleri, hem de çok temizlenenleri sever” (Bakara, 222) “Onlar fena bir şey yaptıklarında veya kendilerine zulmettiklerinde Allah'ı anarlar, günahlarının bağışlanmasını dilerler. Günahları Allah'tan başka bağışlayan kim vardır. Onlar yaptıklarında bile-bile direnmezler” (Ali İmran, 135)
Yukarıdaki Ayet-i Kerimeler ve Hadis-i Şeriflerden de anlaşılacağı üzere insan günah işlemeye müsait yaratılmıştır. Ancak burada kuldan istenen o günahta ısrar etmemesi, günahları affedecek yegane merciin Allah azimuşşan olduğunu bilmesi ve samimice tevbe etmesidir. Bu bakımdan bir insanın günahından ötürü nasihat dediğimiz “emri bil marufu ve nehyi anil münkeri terk etmesi, tebliğ ve irşad vazifesini” terk etmesi doğru bir davranış değildir. Bu şeytanın seveceği bir iştir. Rabbimiz ümmeti Muhammed’i kastederek: “Siz, insanlar için çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz; maruf (iyi ve İslam'a uygun) olanı emreder, münker olandan sakındırır ve Allah'a iman edersiniz…” (Ali İmran, 110) buyurmaktadır. Bu da gösteriyor ki her Müslüman iyiliği emretmek ve kötülükten nehyetmekle vazifelidir. Kendisi günahkar olsa bile veya kendisi yapmıyor olsa bile.
Hiç şüphesiz kişinin kendisinin yapmadığı bir şeyi başkasına söylemsi ne kadar etkili olur veya tesiri olur onu ancak Allah bilir. Örneğin sigara içmeyen birisi ile sigara içen birisinin sigara içememeye yönelik uyarısı tesir açısından bir olmaz. Ancak, diyelim ki bu kişi sigara içiyor ve çocuğunu da bu kötü işten nehyetmesi gerekiyor. Sırf kendisi sigara içtiği için çocuğunu sigaradan men etmiyorsa bu daha kötüdür. Şeytanın sevdiği bir düşünce tarzıdır. Hidayet Allah’tandır. Tesir edip etmeyeceğini veya işe yarayıp yarayamayacağını Allah bilir. Siz her halükarda fırsat bulduğunuzda uyarınızı yapınız gerisini Allah bırakınız. Vaaz yolu ile irşatta bulunan kimsenin fasık olması, fasıklığının bilinmesi, sözünün tesirsiz olmasına sebep olabilir. Allah’u teâlâ, önce kendimize öğüt vermemizi, eğer kendimiz yaparsak, başkalarına da tavsiye etmemizi bildiriyor. İyiliğe kendimizden başlamamız gerekir, kendimiz yapamazsak bile iyiliği tavsiye etmekten vazgeçmemeliyiz. Kur’an’da şöyle buyrulmaktadır; “Onların hidayete ermesi, senin üzerinde (bir yükümlülük) değildir. Ancak Allah, dilediğini hidayete erdirir...” (Bakara, 272) İbn-i Ebu Hatem, İbn-i Abbas'a dayandırarak şöyle rivayet eder; “Resulullaha “onları doğru yola getirmek sana düşmez...” ayeti nazil olana kadar Müslümanlardan başka kimseye sadaka vermemeyi emretmişti. Bu ayetin nüzulünden sonra hangi dinden olursa olsun muhtaç olan herkese verilmesini emretti.” Devam edecek inşallah…