Biz dil=lisan denince sözlük manasına Türkçe, İngilizce, Arapça, Fransızca gibi dilleri anlıyoruz. Lisanın bir de ıstılah=terim manası vardır. Lisaniyat=linguistic ilminin özetini doğru dürüst bilmeyen bir kimse doğrusu çok eksiktir.

Liselerimizde sosyoloji okutuluyor da niçin lisaniyat ve mimarlık okutulmuyor? Söylemeye hacet yok, bunların uzmanlığı değil, genel kültürü verilecektir.

Geoffrey Lewis Türkiye’de 1930’larda yapılan dil=lisan devrimini katastrofik bir başarı olarak niteledi (Kitabın orijinal ismi: The Turkish Language Reform: A Catastrophic Success. (Tercümesi: Trajik Başarı: Türk Dil Reformu, Paradigma Yayınları.)

Alfabe değişikliği ve Dil Devrimi, Türkiye’mizin son yüzyıl içerisinde maruz kaldığı en büyük afet ve felakettir.

Zengin, edebî, yazılı lisan elden gidince her şey erozyona uğrar, yozlaşır ve tedricen elden gider.

Rivayete göre İngiltere’de lise-kolej eğitiminde yetmiş bin kelime varmış. Bizde bir iki bin kelime…

Alman dilinde kırk bin yabancı kelime vardır, lügatleri bile yazılmıştır (Fremdwörterbuch).

Fransız dilindeki Latince ve Yunancadan alınmış kelimeleri kaldırın, ortada Fransızca diye bir şey kalmaz. Zengin Türkçe, Farsçadan ve Arapçadan alınmış kelimelerle dünyanın en güzel ve derin lisanı idi. Hatta fiil çekiminde Arapçadan daha imkânlı bir dil… Bütün bunlar mazide kaldı.

Mimar Sinan’ın inşa ettiği o harika camiler olmasa ne yapardık? Camiler duruyor ama “Fuzuli Camii”ni yıktık, harap ettik.

İslami ve milliyetçi kesimde lisan faciası konusunda sık sık yazan kaç kişi kaldı? Bilemedin bir elin parmakları kadar…

Türkiye’de zengin, edebi, yazılı, geleneksel Türkçe giderse din de elden gider. Bazılarına bunu anlatmak ne kadar zor…

Soma’da büyük maden faciası olunca acayip tartışmalar yaşanmıştı. Birileri “Bu bir kaderdir” deyip suçu ve sorumluluğu üzerlerinden atmak istemişler, diğerleri de “Hayır, bu bir kader değil” diye ter ter tepinmişlerdi. Doğru dürüst Türkçe bilinmiş, din kültürüne sahip olunmuş olsaydı böyle tartışmalar yaşanmış olmazdı. Olup biten her şey kaderdir. Bir facia oluyor, onun için “Bu bir kader değildir.” demek İslam’a göre çok yanlış bir şeydir. Kaderdir ama sorumluların sorumluluğunu ve suçunu ortadan kaldırmaz.

Artık şefkat yerine şevkat, mahzun yerine mahsun diyenler çoğaldı. Halk o hale geldi ki, biri bendenizi sokakta görünce boynuma sarılıyor, “Yazılarını yirmi senedir hiç kaçırmadan okuyorum, Şevki beyciğim nasılsınız?” diyor… Demek ki, edebi lisan gidince dikkat ve hafıza da gidiyor. Adamcağız yirmi senedir okuyor ve ismimi bile doğru bilmiyor.

Bir proje: On beş çok ciddi, çok zeki, çok iyi niyetli, çok azimli, çok süper genç bulunacak, bunlara yine süper bir lisaniyat hocası tutulacak ve en az otuz ders, yazılı metinle lisaniyat okutulacak. Hatta bu derslerden birinde herhangi bir lisanı güzel, sanatlı, edebi, estetik konuşan bir kimsenin konuşmasının uzman biri tarafından notaya alınması işlenecek. Otuz ders sonra çok ciddi bir imtihan yapılacak, kazananlara belge verilecek.

Türkiyeli Müslümanlar yazılı, edebi, derin, sanatlı, estetik Türkçenin önemini, lüzumunu, zorunlu olduğunu idrak etmiş olsalardı devletin açmış olduğu Osmanlıca kurslarına bir gün geciktirmeden koşa koşa, ağlaya ağlaya, heyecan içinde giderlerdi.

Lisan ve Osmanlıca konusundaki bu kaçıncı feryatnamemdir… Güle gûş ettiremez yok yere bülbül inler / Varak-ı mihr ü vefayı kim okur kim dinler.

Allah hiçbir Müslümanı, hiçbir Müslüman toplumu yazılı, edebî ve medenî lisansız bırakmasın.

(İkinci yazı)

Kumkapı Bâbil Kulesi

CUMAYI kıldıktan sonra evin ihtiyaçları için alış veriş yapmak üzere Kumkapıya gittim. Sokaklarda caddelerde mahşerî bir kalabalık vardı. Bir dükkanın önünde küçük arabam için park edecek yer buldum, oradan alacaklarımı aldım. Öteki dükkan ve marketlerin önlerinde ve yakınlarında yer bulamadığım için alacaklarımı alamadan geri döndüm. İstanbulu bu hale getirenlere beddua ettim. Tepesi üstü düşsünler!

Cuma günleri İstanbul trafiği, diğer günlere nispetle tam bir keşmekeş. Birkaç yerde göstermelik birkaç trafik polisi var, başka yerlerde yok.

Vatandaş problemi kendi çözsünmüş… Devletliler bir yerden bir yere giderken polis seferber oluyor ama…

Yahu şu şehirde (Allah korusun) büyük bir deprem olursa halk ne yapacak?

Binaların yüzde sekseni çürükmüş… Kimisi yıkılacak yassı kadayıf gibi olacak. Kimisi çatlayıp yana yatacak.

Milyonlarca evsiz barksız depremzede hangi meydanlarda, hangi alanlarda çadır kuracak?

Rantçılar şehirde meydan bırakmadılar ki…

Halkın ekmek, su, tuvalet ihtiyacı nasıl halledilecek?

Yaralılar hangi sahra hastahanelerinde tedavi edilecek?

Büyük sayıdaki ölüyü gömecek toprak bile bırakmadılar.

İstanbulun bazı semtlerinde anormal, dehşet veren bir kalabalık var. Sanki Babil kulesi.

Kumkapı bunlardan biri. Dünyanın yüzlerce ülkesinden gelen Ermeniler, Patrikhane dolayısıyla burada. Ayrıca belki de yüz ülkeden turist var.

Aksaray ile Kumkapı arasında, benim bildiğim altı Özbek-Uygur lokantası açıldı.

Bazı Ermeniler bavul ticareti yapıyor, küçük tezgahlarında Ermenistan ekmeği bile satıyorlar. Oradan bazen ceviz reçeli satın alıyorum.

İstanbulun bu mahşerî kalabalığı, bu hayûhuy, bu hengâme, bu gürültü patırtı, bu yetmiş iki milletin koşuşturması bence hayra alamet değil.

İstanbul, trafik açısından sanki terk edilmiş bir şehir. Sıkışık zamanlarda trafik polisi, belediye, devlet yok.

Olsalar bile faydası yok. Yollar caddeler genişlemiyor, otomobil sayısı çılgınca artıyor. Her otomobilde bir adam… Ben otomobilsiz yapamam…

Yahu toplu taşıma vasıtalarına binsenize… Olur mu öyle şey âbi, ben insan değil miyim?

Hay senin insanlığın batsın!