Ara ara basında, uzaklarda bir Güney Asya ülkesi olarak adını
duyduğumuz, ancak nerede olduğunu, nasıl yönetildiğini, zulmün
neden yaşandığını pek çok insanın bilmediği bir ülke Burma; ya da
askeri cuntanın verdiği diğer adıyla Myanmar...
Myanmar, yönetim şekli Cumhuriyet olarak geçse de, 1948’de Britanya
sömürgesi olmaktan kurtulup bağımsızlığını kazandığı dönemden beri,
kesintilerle askeri rejimler tarafından yönetilen, ancak 2011’deki
seçimlerle, eskiye oranla sivil bir hükümetin iktidarda bulunduğu,
Güneydoğu Asya’nın Çinhindisi bölgesinin en büyük ülkesi.
70 milyonluk ülkenin sadece 3 milyonu Müslüman nüfusu oluşturuyor,
ancak buna rağmen Müslümanlara karşı ciddi bir vahşet yaşanıyor. Bu
vahşetin ana kaynağı ise etnik ve dinsel ayrımcılık. Yerli Burma
halklarının Burmalı olarak kabul etmediği Müslümanlar, asırlar önce
buraya göç etmiş olan daha koyu renk tenli Güney Asya ırklarına
aitler.
Haziran 2012’de başlayan ve günümüze kadar devam eden olaylar
Ülkenin başında bulunan ve eski bir general olan Thein Sein her ne
kadar yarım yüzyıllık askeri cunta rejiminden uzaklaşmak için
reformlar yapsa da, bunlar Myanmar’daki çatışmaları durdurma
konusunda yetersiz kaldı. Askeri yeşil üniformalar yerine, sivil
kıyafetlere bürünmüş hükümet, aslında aynı otoriter ve diktatör
yapısını koruyor. Generaller, hükümeti arka plandan kontrol ediyor
ve hatta reformların gereğinden fazla ileri gittiğini
düşünüyorlar.
Myanmar’ın bu sözde ‘sivil’ hükümetinin Müslümanlara karşı tavrının
değişmediğinin en somut göstergesi ise, Devlet Başkanı Thein
Sein’in sözleri oldu. Sein, ‘Birleşmiş Miletler’in Müslümanlarla
ilgili üstlenmesi gereken tek görevin, onları mülteci kamplarında
toplayarak başka ülkelere göndermesi olduğunu’ belirtti.
Ülkedeki en yaygın hareket olan “969 hareketi”, Müslümanların
evlerini, camileri yakan, ülkeyi Müslümanlardan “arındırmak”
amacıyla Hitler taktikleri kullanan bir Neo-Nazi grubu.
Açık renk ten renginin daha prestijli olduğu Uzak Doğu ve Güneydoğu
Asya ülkelerinde, koyu renkli tenlere karşı olan önyargıdan
beslenen bu hareket, ekonomik etmenleri de kullanarak ‘halkın
fakirliğinin sebebinin Müslümanlar olduğu’ söylemiyle taraftar
topluyor.
Myanmar’da katliamlar özellikle geceleri devam ediyor. Müslümanlar
akşam sokağa çıkmıyorlar. Cuntanın kontrolü altındaki 969 Neo-Nazi
hareketi, Budist rahip görünümünde kişileri kullanarak gece
saatlerinde evleri işaretliyor. Şu ana kadar yapılan bu tür
saldırılarda camiler, evler yakıldı, sonrasında ise yerlerine
Budist tapınakları inşa edilmeye başlandı.
Can ve mal güvenliği kalmayan Müslüman Arakanlılar, tüm zorlukları
ve hatta teknelerle yolda ölmeyi dahi göze alarak komşu ülkelere
ulaşmaya çalışıyorlar. Ancak Myanmar’dan kaçmak isteyen
Müslümanlara ne Bangladeş ne Tayland ne de Endonezya mülteci olarak
kapılarını açmıyor.
Dahası Myanmar’daki zulümden kaçmaya çalışan Müslümanları bu
ülkelerde bekleyen başka tehlikeler de var. Endonezya, Tayland ve
Bangladeş’e ulaşan gemilerde, gasp ve zor kullanılarak insan
tacirlerine satılma ya da vasıfsız ve ücretsiz işçi olarak
çalıştırılma riskleri de sağ kalanları bekleyen tehlikelerden
sadece bazıları.
Dünyanın en yalnız bırakılmış ve ezilmiş halklarından biri:
Rohingya Müslümanları
Myanmar’da yaşayan azınlık Müslüman halk, 21. yüzyılın en acı
zulümlerinden birini yaşıyor. Ülkenin %4’ünü oluşturan Rohingya
Müslümanları ise, Birleşmiş Milletler’e göre dünyanın en yalnız
bırakılmış ve ezilmiş halklarından biri.
Ve şu kesin bir gerçek ki, 2011 seçimleri sonrası yeni Burma’nın,
eski Burma’dan hiçbir farkı yok. Haziran 2012’de alevlenen,
Müslümanlara karşı yürütülen şiddet hareketleri günümüzde de aynı
hızla devam ediyor.
Ekim 2013 yılında yaşanan saldırıların Rohingya Müslümanlarına
karşı değil, başka bir azınlık halk olan Kaman Müslümanlarına karşı
olması, şiddetin Myanmarlı kabul edilmeyen Rohingya halkıyla
sınırlı olmayıp resmi olarak Myanmar’ın 135 etnik kökeninden biri
olarak kabul edilen Kaman Müslümanlarını da içermesi, saldırılarda
ülkedeki tüm Müslümanların hedef alındığını açıkça gösterdi.
Kaman Müslümanlarına saldıran Budist görünümlü çetelere müdahale
etmek için gelen devletin güvenlik güçleri, Müslümanların bölgeyi
terk etmelerine ya da seyahat etmelerine izin vermedi. Müslüman
halk, evlerinde korku içinde ölümü beklemek yerine, çareyi ülkenin
geniş bir kesimini kaplayan, ancak yiyecek ve barınma imkanı
olmayan vahşi ormanlara saklanmakta buldu.
Vatandaşlığa kabul edilmeyen Rohingya Müslümanları, En Temel İnsani
Haklardan Dahi Yoksunlar
1- Eyaletler arasındaki etnik ve dini ayrımın kökeni Burmalılardan
çok Britanyalılara dayanıyor. Ülkenin Britanya sömürgesi olduğu
dönemde, özellikle de tarım alanında çalıştırılmak üzere kıyı
bölgelerine Müslümanlar yerleştirilmiş. Ancak o dönemden bu yana bu
bölgede yaşayan Müslümanlar Myanmar tarafından halen göçmen
statüsünde sayılıyor.
2- Müslüman Rohingya halkı genellikle Myanmar’ın batı bölgesinde,
Bangladeş sınırında bulunan Rakhine eyaletinde yaşıyor. Ancak
Myanmar vatandaşı sayılmıyorlar ve 1982 anayasasıyla devlet
tarafından resmi olarak tanınan 135 etnik azınlığa da dahil
edilmediler. Bu nedenle halen sistematik ve etnik ayrımcılığa maruz
kalıyorlar.
3- 1962 askeri darbesiyle, özel işletmeler ve bankalar
devletleştirilmiş, Müslümanların ekonomik gücü ellerinden
alınmıştı. Daha sonrasında da Cunta, Müslümanları devlet
kademelerindeki işlerinden alarak yerlerine Budist Burmalıları
yerleştirdi. Bu dönemde Müslüman toplulukların önde gelenleri gece
yarıları evlerinden alınarak sorgusuz sualsiz tutuklandı ve
işkencelere maruz kaldılar.
4- Müslüman Rohingya halkı vatandaş sayılmadığı için kimlikleri de
yok. Burma halkı onları kaçak Bangladeşli mülteciler olarak
görürken, Bangladeş ise onları kendi vatandaşı olarak kabul
etmiyor. Dolayısıyla buradaki Rohingya Müslümanları, Güney Asya
coğrafyasında, Myanmar ve Bangladeş arasında sıkışmış, ülkesiz
yaşayan bir halktır.
5- Eğitim, sağlık gibi temel sosyal haklardan faydalanamıyor,
hastanelere kabul edilmiyorlar. Mal, mülk, toprak sahibi
olamıyorlar. Bu nedenle içinde yaşadıkları evlerinin dahi her an
ellerinden alınma riski var. Betondan ev yapma izinleri olmadığı
için ancak bambu ya da ahşap evlerde yaşayabiliyorlar. Dolayısıyla
evleri kendilerine yapılan saldırılarda evleri kolayca
yakılabiliyor.
6- Devlet dairelerinde çalışamıyorlar, siyasi parti ya da dernek
kuramıyorlar. Budist bir kişiyle ortak olmaksızın, iş sahibi de
olamıyorlar.
7- Rohingya halkı için sokağa çıkma yasağı da var. Ayrıca şehirler
arası seyahat etmeye izinleri de yok. Baskı öylesine yoğun ki,
Müslümanların satın alabileceği ürünler bile kısıtlı. Buna cep
telefonu kontörü de dahil.
8- Buradaki Müslümanlar, evlilik konusunda da çeşitli kısıtlamalara
tabiler. Bir çift en fazla 2 çocuk sahibi olma hakkına sahip.
Burma’daki bu doğum sınırlaması ise sadece Müslümanlar için
geçerli.
9- Sağlık ve eğitim gibi kamu hizmetlerinden yoksunlar. Dolayısıyla
okuma yazma bilmeyenlerin oranı % 80.
10- Batı Myanmar’da 40.000’in üzerinde Rohingya’lı çocuk,
anne-babası Myanmar hükümetinin belirlediği şartlara uygun olmadan
evlendiği ya da 2 çocuk sınırını aştığı için, seyahat etme, okula
gitme ve hatta ileride evlenme gibi haklardan yoksun. Kara listede
bulunan bu çocuklar, doğum belgesi de alamıyorlar. Bu nedenle aile
listelerinin kütüklerinde isimleri geçmiyor ve nüfus sayımlarında
gizlenmek zorunda kalıyorlar.
Bölgede yaşanan zulmün asıl sebeplerinden biri, Arakan’ın stratejik
önemidir
Myanmar, coğrafi konumu itibariyle Hint okyanusu, Bengal körfezi ve
stratejik deniz yollarını kontrol yeteneğine sahiptir. Söz konusu
deniz yolları Çin, Japonya ve Güney Kore için hayati önem
taşımaktadır. Petrole, doğal gaza, çok değerli mineral ve madenlere
sahip olan ülke ayrıca, Çin ile Hindistan arasında stratejik bir
noktada bulunmaktadır. Dolayısıyla Myanmar, tüm bu ülkeler için,
sahip olduğu petrol ve gaz yataklarıyla da oldukça önemli bir
bölgedir.
Yakın tarihte Çin-Myanmar arasında imzalanan stratejik ve askeri
işbirliği anlaşmaları Çin’e, Myanmar’da deniz üssü kullanma hakkını
verdi. Böylece Çin hem Myanmar’ı tampon bölge olarak kullanma
imkanına sahip oldu, hem de Hint okyanusunda deniz trafiğini
denetleyebilecek konuma ulaştı.
İşte Arakan Müslümanları bu sebeple de bölgedeki istikrar
açısından, Çin’in enerji güvenliğine yönelik de bir tehdit olarak
görülmekte ve bölgeden sürülmeleri olumlu karşılanmaktadır.
Dolayısıyla, Myanmar Müslümanlarının sorunu sadece etnik ve dinsel
ayrımcılık gibi görünse de, aslında yaşanan acıların ardında
bölgesel bir güç rekabetinin etkileri de yer almaktadır.
Zulmün asıl kaynağı Budistler değil, Darwinizm’in ırkçı
ideolojisiyle hareket eden mafya çeteleridir
Rakhine eyaletinde Budistlerle Müslümanlar 19. yüzyıla kadar
birlikte barış içinde yaşadılar. Ancak daha sonra, ‘Müslümanların
Budistler için büyük tehlike olduğu ve engellenmezlerse Budistleri
yok edecekleri’ propagandasıyla Budistler Müslümanlara karşı
kışkırtıldılar.
Oysa, her ne kadar sonradan bozulmuş olsa da, kaynağını hak bir
dinden alan Budist öğretisinde şiddetin yeri yoktur. Saldırganlık
Budizm’le taban tabana zıttır. Budizm’de insanlar, meditasyonla
kendi düşünceleriyle baş başa kalıp, kendilerinden farklı olanlara
şefkat duymayı öğrenirler. Budist rahiplere öğretilen ahlaki
ilkelerin önde gelenlerinden biri ‘öldürmeme ilkesi’dir.
Bu nedenle kavgacı olmayan bu insanların Müslümanlara zulmettiği
iddiası inandırıcı değildir. Budistlerle Müslümanların çatışması,
askeri diktayla yoğrulmuş bu ülkede yalnızca bir provokasyondan
ibarettir. Nitekim Myanmar’da Budist rahipler de zulüm
görmektedirler. Budist kıyafetler giyilip zulüm yapılması, gerçekte
o kişilerin Budist olduğunu göstermez.
Dindar Budistler saldırgan olmadığına göre, saldırıları fanatik
Budistler yapıyor demek de doğru olmayacaktır. Dolayısıyla burada
ancak faşist ve ırkçı ideolojilerin etkisi altındaki insanlardan
bahsedilebilir. Yapılan saldırıların Budist toplulukların üzerine
atılması, kargaşanın din ve etnik kökenli olduğunun söylenmesi
gerçeğin çarpıtılmasından ibarettir.
Zulmün uygulayıcısı olan mafya çeteleri, desteği Myanmar’ın
otoriter, ırkçı generallerinden ve komünist Çin’den almaktadırlar.
Bu çeteler, İngiliz emperyalist döneminde Myanmar’a girmiş olan
Sosyal Darwinizm’in çatışmayı körükleyen ve ‘güçlü olanın hayatta
kalacağı’ inancını teşvik eden sapkın ideolojisinden etkilenerek
ırkçı bir felsefe geliştirmişlerdir.
Ne Yapmalıyız?
Dünyanın her neresinde olursa olsun mazlum ve dindar halklara karşı
yapılan zulme ve oynanan oyunlara karşı en etkili çözüm, iyi huylu,
barış sever, merhamet sahibi insanların bir araya gelerek zulüm
karşısında bir ‘güç birliği’ oluşturmalarıdır.
Şiddetin, anarşinin ortadan kalkması için insanların birbirilerini
sevmeleri, her türlü farklılığa rağmen birlikte yaşamayı
öğrenmeleri gerekmektedir. Bunun en güzel örneği de İslam dininde
mevcuttur. İslam ahlakı, zor ve baskı kullanılarak insanların
yaşamlarına ve inançlarına karışmaya izin vermez. İslam, her türlü
şiddet ve teröre karşıdır.
Darwinizm ve bu felsefeyi dayanak noktası edinen komünizm, faşizm
gibi insanları ırklarına göre değerlendiren, güçlü olanın hayatta
kalması, zayıf olanın ezilmesi gerektiğini öğreten, sevgisizliği,
merhametsizliği öngören vahşi ve kanlı ideolojilere karşı, yine
ideolojik olarak fikirle mücadele etmek gerekir. Aksi takdirde,
zihniyetler değiştirilmediği sürece, yalnızca bir hükümete ya da
bir lidere karşı tavır almak, yerine bir başkasını getirmek çözüm
değildir. Ülkelerde iktidarlar gelir, geçer; fakat ideolojiler
yerleşiktir. İlmi mücadele yapıldığında, bu ideolojilerin gerçek
yüzlerini tanımadan onlara kapılıp gitmiş olan insanlar da doğru
olanı göreceklerdir.
Dünyanın neresinde olursa olsun, Myanmar’daki gibi zulümlere sessiz
kalmak, bu zulmün bir parçası olmak demektir. Aksine sesimizi
çıkarmak ise, çözüm için bir başlangıç olacaktır. Unutmamak gerekir
ki, bir kişi bile Allah’ın izniyle bütün dünyayı değiştirmek için
yeterlidir.
about.me/selda.goktan
https://twitter.com/SeldaGoktan